Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.
Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra çözüm komisyonuna konuşan Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri, Kızıl Parti’nin Kürt sorununun çözümüne dair görüşlerini açıkladığı basın açıklaması, Suriye’de güçlenen yeni bir iç savaş ihtimali ve Gazze’de resmen ilan edilen kıtlıkla birlikte işgal operasyonu konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.
Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Haftanın işçi direnişleri

İstanbul/Esenyurt – İş yerinde mobbinge karşı yaptıkları haklı fesihin ardından haklarını talep eden HepsiJet işçilerinin direnişi birinci ayını doldurdu.
Kocaeli/Dilovası – Omsa Metal’de sendika üyesi olduğu için işten çıkarılan işçiler, işe iade ve tazminat talebiyle direnişte! Ancak karşılarında muhatap bulamıyorlar.
Kocaeli – TİS sürecinde patronun yalnızca yüzde 30’luk zam teklifine karşı direnişe başlayan Petrol-İş’te örgütlü 240 Gübretaş işçisi 6 Nisandan bu yana direnişte.
Kocaeli – Birleşik Metal-İş’te örgütlenerek çoğunluk ve yetki sürecini tamamladığı Hendek OSB’deki İtalyan SAG Hidrolik fabrikasında, bir işçinin işten çıkarılmasının ardından başlayan direniş devam ediyor.
Adana & Mersin – Petrol-İş üyesi Toros Tarım işçilerinin adil ücret ve sosyal haklarının iyileştirilmesi talebiyle 95 gündür sürdürdükleri greve rağmen Toros Tarım patronu çözüme dair herhangi bir adım atmadı.
Dersim – Peri Tekstil’de 17 işçi tazminatsız şekilde işten çıkarılmıştı. Birtek-Sen üyesi işçiler, sendikal haklarının tanınması ve işe geri dönme talebiyle bir aydır direniyor. İşçiler, 22 Ağustos’ta Dersim halkını desteğe çağıran bir basın açıklaması düzenledi.
İzmir/Gaziemir – TEKSİF Sendikası’na üye olduktan sonra işten atılan 15 DİGEL Tekstil işçisinin kararlılıkla sürdürdüğü direniş, 200 günü aşkın süredir devam ediyor. Direnen kadın işçiler, iş yerinde yaşadıkları mobbingi ve tacizi duyurmaya çalışıyor.
İzmir/Menemen – Patronun sefalet dayatmasına karşı kararlılıkla direnen TPI işçilerinin direnişi 100 günü aştı!
İzmir/Kemalpaşa – Petrol-İş üyesi Temel Conta işçilerinin sendikal haklarının gasbedilmesi üzerine başlattıkları direniş 257. gününde!
İzmir/Karşıyaka – Beş ayı aşkındır maaş alamayan Kent A.Ş. ve Personel A.Ş. sendikası üyesi Karşıyaka Belediyesi işçileri direniyor.
Amasya/Merzifon – GM Teknik Cam Endüstri ve Ticaret A.Ş.’ye ait fabrikada çalışan Kristal-İş üyesi işçiler, 3 Ocakta başlayan TİS sürecinde anlaşma sağlanamaması sebebiyle 17 Temmuz’dan bu yana direnişteler.
Çözüm komisyonu Cumartesi Anneleri’ni ve Barış Anneleri’ni dinledi

Kürt sorununda çözümü merkezine alarak kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda bu hafta Barış Anneleri de dinlenenler arasındaydı. Barış Anneleri’nin yanı sıra, hayatını kaybeden asker aileleri de dahil olmak üzere çatışmalardan etkilenen ailelerin kurduğu sivil toplum kuruluşları da komisyon tarafından dinlendi.
Cumartesi Anneleri adına toplantıya Besna Tosun, Maside Ocak Kışlakçı ve İkbal Eren katıldı. 12 sayfalık bir raporun sunulduğu toplantıda katılımcılar kişisel deneyimlerini; Hasan Ocak’ın, Fehmi Tosun’un, Hayrettin Eren’in kaybedilmesini de anlattılar. Türkiye’de gözaltında kaybetmelerin, kaybetme davalarının ilerleyişinin, devletin üst düzey yetkililerinin sorumluluklarının nasıl görmezden gelindiğinin ve kayıp yakınlarının mücadelelerinin detaylı bir şekilde anlatıldığı raporun sonucunda, komisyon talepler ve öneriler yer aldı.
Komisyon’a yapılan öneriler; hakikatin açığa çıkarılması, faillerin cezalandırılması, kayıp yakınlarının yaralarını onaracak bir sürecin başlatılması, yargı ve güvenlik yapısında kurumsal reformların yapılması ve sürece toplumsal katılımın sağlanacağı mekanizmaların kurulmasını içeriyor. Bu şekilde sürecin kalıcı bir barışla sonuçlanabileceği ortaya konuyor.
Cumartesi Anneleri ile birlikte dinlenen Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşma talebi, komisyon tarafından reddedildi. Esas hedefi Kürt sorununun çözümü için bir yöntem geliştirmek olan komisyonun bu tutumu ise oldukça tepki topladı.
Barış Anneleri adına söz alanlardan biri olan Türkiye Bozkurt, Kürt halkı adına çözümün muhatabının Abdullah Öcalan olduğunu ve komisyonun onu dinlemesi gerektiğini belirtti. Söz alan bir diğer Barış Annesi Rebia Kıran ise, “Asker anaları, gerilla anaları birbirimize sarılalım. Biz birbirimizin derdini biliyoruz. Rica ediyorum bizi yan yana getirsinler” diyerek asker ve polis ailelerine seslendi.
Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri’nden bir gün önce dinlenen asker ve polis yakınları ile çatışmadan etkilenen isimlerin yaklaşımı farklı olsa da iki günde yapılan katkılar da çözümü işaret etti. Ancak çözüme dair sunulan yol haritasında bir taraf, Kürt halkının ulusal taleplerinin karşılanacağı düzenlemelere kesin bir dille karşı çıkarken Cumartesi Anneleri’nin ve Barış Anneleri’nin talepleri, sürecin demokratikleşme ve toplumsal katılım ekseninde örülmesi gerektiğine odaklanıyor.
Komisyonda ayrıca Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşma talebinin reddedilmesi, Kürtçe konuşma söz konusu olduğunda dahi Meclis’in tek kimlik temelli işleyişinin esnetilmemesi, gerek komisyonun gerekse sürecin tümünün demokratikleşme adına ne vadettiği konusunda soru işaretleri doğuruyor.
Süreç ve komisyon çalışmaları, Cumartesi Anneleri’nin ve Barış Anneleri’nin işaret ettiği gibi Meclis’e ve komisyona sıkışmamalı, kronikleşmiş demokratik sorunların çözümünün yolunu açacak bir şekilde toplumsallaşmasının önü açılmalıdır. Aksi takdirde bu süreç, en kısıtlı kazanımların bile sağlanamayacağı bir çözümsüzlüğe doğru ilerleyecektir.
Kızıl Parti Diyarbakır’da basın toplantısı düzenledi

Kızıl Parti, 17 Ağustos’ta Diyarbakır’da Kürt sorununda çözüm tartışmalarına yaklaşımını ilan ettiği bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Toplantıya Kızıl Parti Genel Sekreteri Onur Emre Yağan, parti eş sözcüsü Candan Polat ile birlikte merkez komite üyeleri Özbey Dursun ve Güneş Harputlu katıldı. Toplantıda “Barışın Güvencesi Kapalı Görüşmeler veya Meclis Değil, Sürecin Toplumsallaşmasıdır! Barışı, Eşit Yurttaşlığı ve Sosyalizmi Birlikte Kazanacağız!” başlıklı açıklama metni okundu. Açıklamanın okunmasının ardından Onur Emre Yağan, gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Açıklamada Meclis’e ve çözüm komisyonuna sıkıştırılacak bir sürecin başarısızlığa mahkûm olduğu vurgulanırken, toplumun geniş kesimlerinin katılımının ve barış talebinin toplumsallaştırılmasının önemi dile getirildi. Barış mücadelesinin toplumsal alanda güçlendirilmesinin devrimci bir sorumluluk olduğunun altının çizildiği açıklamada, aynı zamanda Kızıl Parti’nin sürece yönelik önerileri de yer aldı.
Açıklamanın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Onur Emre Yağan, Suriye’de Rojava’ya yönelik yaşanacak herhangi bir gelişmenin, Türkiye’de çözüm sürecine doğrudan etki edeceğini belirtti, Kürt sorununun merkezinin Türkiye’den Suriye’ye kaydığını ileri sürdü. Yağan, ayrıca solda çözüme karşı geliştirilen, şovenist ve milliyetçi siyasetlerin önünü açan yaklaşımları reddettiklerini ve bu yaklaşımlara karşı sosyalist hareket içinde siyasi ve ideolojik mücadele vereceklerini ifade etti.
Kızıl Parti’nin açıklaması, sürece dönük liberal iyimserliği reddediyor. Buna karşılık, süreci her an rafa kaldırıp savaş koşullarını yeniden ortaya çıkarabilecek olan iktidarın karşısında barış mücadelesinin kitleselleştirilmesinin yolunun devrimci muhalefetin güçlendirilmesi olduğunun altı çiziliyor.
Gerek Türkiye’de, gerek Orta Doğu’da halkların eşitlik içinde bir arada yaşayacağı bir geleceğin kurulması için barış talebinin ve demokratik taleplerin bir arada dile getirildiği güçlü bir toplumsal mücadelenin örülmesi gerekiyor.
Suriye’de yeniden savaşa doğru

Hafta içinde Şam hükümetinin dışişleri bakanı Esad Şeybani, Paris’te İsrailli yetkililerle görüştü. ABD’nin Suriye temsilcisi Tom Barrack da görüşmedeydi. Görüşmenin konusu temmuz ayında Süveyda’da Dürziler ile Şam destekli Bedevi milisler arasında yaşanan çatışmaların ardından Dürzilerin güvenliğinin sağlanması ve Süveyda’da güvenlik güçlerinin ne şekilde düzenleneceği oldu.
İsrail’in çıkarlarının da gözetildiği görüşmelerde Suriye’nin güney sınırının silahsızlandırılması, yalnızca asayişi sağlayacak bir polis gücünün bölgede bulunabileceği ve İsrail’den Süveyda’ya doğrudan bir koridorun açılması gündemde. Merkezî bir devlet yapısının oluşmasında ısrarcı olan Şam hükümetinin, Dürzilerin güvenliğini sağlamak için fiili olarak oluşturulan özyönetim mekanizmalarına nasıl yaklaşacağız ise bilinmiyor. Ancak azınlıkların yönetimde temsil edilmesini önemsemeyen, Arap kimliğine dayalı bir İslamcı rejim inşa etmeye çalışan HTŞ yönetimi, şu ana kadar özyönetim taleplerine karşı sert tepkiler gösterdi.
Şam hükümeti, Süveyda’da Dürzilerle ilgili sorunu bir an önce yatıştırmaya çalışırken, Kuzey ve Doğu Suriye’ye (Rojava) ise yığınak yapıyor. Dürzilerin durumuyla ilgili bir anlaşmaya vardıktan sonra Rojava’yı dağıtacak bir saldırının hazırlıklarını hızlandırıyor. Türkiye ile Şam arasında imzalanan askerî işbirliği anlaşması kapsamında, iktidarı elinde bulunduran dağınık milis güçlerinin düzenli bir orduya dönüştürülmesi ve gerekli ekipmanla donatılması öngörülüyor.
Esad’ın düşmesinin ardından HTŞ öncülüğünde cihatçılar Şam’da iktidarı ele geçirmiş olsa da askerî birliğini sağlamış değil. İdlib’de seneler boyunca birbirinden ayrı ve zaman zaman sert çatışmalar yaşamış irili ufaklı birçok çete, şu anda “Suriye ordusu” adı altında toplanıyor olsa da entegre bir ordu fiilen yok. Türkiye’nin burada alacağı rol, farklı grupların tek bir ordu hâline getirilmesi olacak. Bunun amacı ise Şam’ın askerî gücünün Rojava’da bulunan Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) denk bir hâle getirilmesidir.
10 Mart’ta SDG ile Şam arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasına yönelik yürütülen müzakereler ise, Türkiye’nin müdahalesiyle Paris görüşmelerinden çekilen HTŞ yönetiminin tutumu nedeniyle askıya alındı.
Şam hükümeti, bir yandan İsrail’le anlaşarak Dürzileri kontrol altına almayı, diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye’de Arap aşiretlerini özerk yönetimden kopararak Kürtleri kendisiyle anlaşmaya zorlamayı amaçlıyor. Şam’ın koyurucusu konumunda olan Türkiye, özerk yönetimin tamamen tasfiye edilmesini istiyor ve bunun gerçekleşmesi için gerekli desteği Şam’a sunuyor. Rojava’da Kürtlerin özerklik kazanmasını, Türkiye’ye de yansıyacak bir tehdit olarak görüyor. Ayrıca, bu durum, Türkiye’de yürütülen çözüm sürecinin de pamuk ipliğine bağlı ilerlediğini gösteriyor.
Esad hükümetinin devrilmesiyle yeni bir evreye geçen iç savaş süreci, yeniden sıcak çatışmalara yol açabilir. Birbiriyle uzlaşamayan birçok ulusal ve uluslararası aktörün bulunduğu Suriye’de demokratik bir yönetimin kurulması, halkların alacağı ortak bir tutumla mümkün olacaktır. Türkiye’de çözüm sürecinin halkların kazanımıyla ilerletilmesi için bir ihtiyaç olan devrimci muhalefetin büyütülmesi, aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’ye müdahalelerini de kısıtlayacak bir işlev görebilir. Dolayısıyla, Türkiyeli devrimcilerin ve demokratların görevi, tüm Orta Doğu’nun kaderiyle iç içe geçmiş durumda.
Kıtlık, işgal, soykırım: Gazze’de felaket büyüyor

Gazze’de kıtlık olduğu, Birleşmiş Milletler’in Dünya Gıda Programı tarafından resmen ilan edildi. Kıtlık koşullarının oluştuğuna yönelik tespit, Entegre Gıda Güvencesi Aşama Sınıflandırması (IPC) raporuna dayandırıldı. Rapora göre Gazze’de gıda yoksunluğu, kıtlık olarak sınıflandırılması gereken en ileri düzeye ulaştı. Eylül ayının sonunda, 641 bin insanın felaket koşullarıyla yüz yüze kalacağı ve 1.14 milyon insanın kıtlık riski altında olacağı belirtiliyor.
Gazze’de tarım alanlarının yüzde 98’i ya yok edilmiş ya da ulaşılamaz hâlde. Birleşmiş Milletler tarafından Gazze’ye gönderilen yardımlar ise İsrail tarafından engelleniyor, bunların çok az bir kısmı hedefine ulaşabiliyor. Sağlık sistemi neredeyse tümüyle yok edilmiş olan Gazzeliler, temiz suya erişmekte de güçlük çekiyor. Gazze Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre açlıktan hayatını kaybedenlerin sayısı, 114’ü çocuk olmak üzere 281’e yükseldi!
Gazze’de yaşanan kıtlık, İsrail tarafından yapay bir şekilde oluşturulmuş bir insani felaket. Aylardır Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere birçok uluslararası kurum uyarılarda bulunmuş olmasına rağmen İsrail’in gizlemeye tenezzül dahi etmeden yürüttüğü soykırımı durdurmak için hiçbir adım atılmadı, İsrail’e karşı hiçbir yaptırım uygulanmadı. Filistin halkının sesini büyütmeye çalışan uluslararası kamuyorunun baskısıyla İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler sözlü olarak kınama mesajları yayınlasalar da silah ticareti dahil olmak üzere İsrail’le ilişkilerini sürdürüyorlar.
Soykırım, açlıkla vahşetin doruklarına çıkmışken, geçtiğimiz hafta İsrail hükümetinin onayladığı Gazze’yi işgal planı da yürürlüğe girdi. Binyamin Netanyahu’nun “operasyonun uzatılmaması” ricası üzerine işgale yönelik ilk adımlar atıldı. Gazze şehrinin çevresinde operasyon hazırlıklarını yapan İsrail askerlerinin, birkaç gün içinde Gazze’ye doğru ilerleyeceği belirtiliyor. Hamas, işgale karşı direneceğini belirtirken, işlerin İsrail’in beklediği kadar kolay ilerlemeyeceğini ilan etti.
Ayrıca, İsrail’de de işgali onaylamayan eylemler düzenleniyor. Eylemlerin sebebi, işgalin Hamas’ın elindeki kalan rehinelerin kesinlikle ölmesi anlamına geldiğinin düşünülmesi. Hamas’la rehinelerin kurtarılmasını içeren bir anlaşmanın imzalanması talebi ise İsrail’in aşırı sağcı bakanları tarafından reddediliyor.
Gazze’de işgale karşı direniş devam ederken, kıtlık ve açık işgal operasyonunun başlayacak olması, İsrail’in uluslararası meşruiyetini giderek zedeliyor. Bu yüzden, Filistin halkının yanında konum alanların soykırıma karşı uluslararası dayanışması, Gazze’deki direnişin kendisi kadar önemli.
Kılavuz‘da bu hafta

TKP’nin 20 yıllık ulusalcı dönüşümü ve sosyal şovenizm çıkmazı
Komünist siyaset tam ulusal eşitliği, ya da bugünkü güncel tartışmalar bağlamıyla benzer anlamda kullanılan eşit yurttaşlık savunur. Ancak “eşit yurttaşlık”; ulusal taleplerin üzerini örten, tüm halkları egemen bir ulus kimliği altında birleşmeye zorlayan ve bunun aksini “kimlikçilik” ile suçlayan bir kavram olarak kullanılmamalıdır.
Komünistler, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını sadece bir taktik olmaktan çıkarıp temel bir ulusal hak olarak sahiplenir. Bu, ayrılmayı savunmak anlamına gelmese de ayrılma hakkını en temel ulusal hak olarak benimsemek anlamına gelmektedir. Ulusal eşitlik, bu coğrafyada ancak sınıf mücadelesiyle birleştirilebildiği ölçüde gerçekleşecektir. Ulusların eşitlik mücadelesini emekçilerin sosyalist iktidar mücadelesiyle birleştirmek ise bizim işimizdir!










