Nepal'de çürüyen devrim

Nepal’de çürüyen devrim

Nepal’de gençlerin (Gen Z) öncülüğünde gerçekleşen kitlesel protestolarla birlikte, başbakan K. P. Oli istifa etti. Nepal’deki karmaşık durum, dünya kamuoyunda birçok farklı yaklaşımın doğmasına neden oldu. Bu krizin doğrudan tetikleyicisi, daha doğrusu “bardağı taşıran son damla”, 4 Eylül’de sosyal medyanın düzenlenmesi ve 26 sosyal medya mecrasının yasaklanmasıydı. Polis, bu karara karşı düzenlenen eylemlere ateş açarak karşılık verdi ve 19 eylemci öldürüldü. Bu olaylar büyük protestolara/işgallere dönüştü ve ülkeyi yöneten politikacıların evlerine, ulusal parlamento binasına ve cumhurbaşkanlığı binasına saldırılar düzenlendi.

Bugün Nepal sokaklarını dolduran öfke, Batı basınının iki kolaycı formülle açıklamaya çalıştığı bir meseleye indirgenmektedir. Birinci açıklama, çürümüş bir yönetsel düzenin yıllardır yinelenen ama tutulmayan vaatleri, kökleşmiş yolsuzluk ve günübirlik çıkar ortaklıklarının üzerine kuruludur. İkincisi ise klişeleşmiş “renkli devrim” masalıdır; yani her kalkışmanın özünde dış güçlerin parmağının arandığı ve bu kalkışmaları doğrudan “dış güçlerin” yönlendirdiği, günümüzdeki isyanın da sahnelenmiş bir halk isyanı olduğuna dayanan paranoyak yaklaşımdır.

Oysa gerçek, bu iki hikâyenin gölgesinde gizleniyor. Nepal halkını ezen, onlarca yıldır devam eden patronaj sistemi; toprağı, finansı ve devlet ihalelerini tekelinde tutan oligarşi; geçim umudunu başka diyarlara göndermek zorunda kalan göçmen işçilerin alın teri… İşte halkın sabrını tüketen asıl kaynak budur.1

Ne yolsuzluk hikâyesi ne de dış güçler paranoyası bu yapısal krizi açıklayabilir. Bugün Nepal’i anlamak için olgulara sınıf mücadelesinin penceresinden bakmak, iktidardaki yozlaşmanın sınıfsal tahlilini doğru bir şekilde yapmak gerekmektedir. Son yirmi yıldaki revizyonizmin halkın üzerinde yarattığı tahribat, devrim umutlarının düzenin dar kalıplarına nasıl sıkıştırıldığını ve kitlelerin gözleri önünde nasıl hayal kırıklığına dönüştüğünü göstermektedir.

Nepal Devrimi ve “kapitalist yol”cuların tarihsel serüveni

Nepal, Hindistan ve Çin arasında kalan, yüzölçümü bakımından oldukça geniş bir ülkedir; ancak sarp dağlarla dolu olduğu için oldukça küçük görünmektedir. Deniz seviyesine yakın rakımdaki topraklar, bir anda çok büyük yükseltilerle binlerce metrelik rakımlara ulaşmaktadır. Ülkenin temel geçim kaynakları tarım ve ticarettir. Çin sınırı Everest Dağı ile çevrili olduğu için Çin ile olası bir ticaret, kara yoluyla mümkün olmamaktadır. Uçakla ticareti sürdürme imkânları da dağların yarattığı sis ve ulaşım maliyetleri açısından mümkün değildir. Temel tüketim malzemeleri, kendisine ait gelişmiş sanayi tesisleri olmadığı için yalnızca Hindistan ile var olan kara yolundan tedarik edilmektedir.

Yukarıdaki ansiklopedik bilgiyi tamamlayacak olan, Nepal’i belirleyen tüm tarihsel süreçlerin Hindu faşizminden doğrudan etkilendiğinin saptanmasıdır. Devrim öncesi ve daha çok devrimden sonraki süreçte teslimiyetçi çizginin olası bir “Hint işgaline” yol açacağı, yalnızca Nepal’de yaşayan insanların değil, bölge halklarının da düşüncesiydi. Nepal-Hindistan ticari sınırının olası bir gerilimde kapatılma ihtimali dahi ülkede çok büyük kaosa, hatta yıkımlara sebebiyet verebilir. Bu yalnızca temelsiz bir “paranoya” değildir. Hindistan’ın hem ezilen hem de bölgede yayılmacı rolü, Pakistan ile giriştiği çatışma ve en önemlisi de bölgede Çin hegemonyasına karşı girdiği rekabet, Nepal gibi Çin’in burnunun dibindeki bir toprak parçasında söz sahibi olma ihtiyacının temellerini oluşturmaktadır.

2025’te gerçekleşen isyanda etkili olan “dış güçler” aranacaksa, CIA yerine Hindistan’a bakılması daha doğru olur. Hindistan’ın Nepal’le kurduğu ilişki, yukarıda belirtildiği gibi, devrimden sonra iktidarı alan Komünist Parti’nin düzenle barışık bir yol belirlemesinde, isyancı halk kitlelerini düzen siyaseti için kullanılacak bir aparat hâline getirmelerinde oldukça önemli bir parametredir.

Nepal Komünist Partisi (Maoist), 13 Şubat 1996’da “Gerici devlet yönetim sistemini yıkarak halkın egemenliğini kurma yolunda, mücadele yolunda ilerleyelim” sloganıyla bir halk savaşı başlattı. Toprak, kast ve etnik sorunlar etrafında, özellikle kırsal kesimin yoksullarını harekete geçirdi. Uzun süreli halk savaşının neticesinde Nepal’in kırsallarında “kızıl üsler” kuran NKP (Maoist) yalnızca monarşinin devrilmesi için değil; feodalizme karşı toprak reformu, ezilen halklar (Dalitler vb.) için tam eşitlik ve nihayet sosyalizmi kurmak için mücadele etmiş ve Nepal’in neredeyse yüzde 90’ında hâkimiyeti sağlamıştı. Başkentte patlak veren protestolarla “başkenti kuşatan” gerilla mücadelesinin birleşmesi neticesinde ise Nisan 2006’da Kral Gyanendra devrilmişti.

Maoistler, 2007-2008 yıllarında ana akım siyasete girerek, ilk Anayasa Meclisi’nde en büyük bloğu kazandılar ve Pushpa Kamal Dahal (Prachanda) liderliğindeki hükümeti yönlendirdiler. O dönemde bile enternasyonalist devrimciler, devrimci retorik ile pragmatik koalisyon anlaşmaları arasındaki ilişkiyi dengeleme çabasını fark ettiler ve özellikle “barış sürecinde” yapılan uzlaşmalardan rahatsız olduklarını belirttiler.

NKP (Maoist), BM gözetiminde silahsızlanmayı ve geçici bir parlamento kurulmasını kabul ederek tedirgin bir barış sürecine girdi. Bu, devrimci savaştan eski devlet sistemine katılıma doğru ilk belirleyici dönüşümü işaret ediyordu.

2012 yılına gelindiğinde hayal kırıklığı baş göstermişti: Mohan Baidya “Kiran”ın “Prachanda’nın reformizmine” karşı çıkan bir ayrılıkçı gruba liderlik etmesiyle partide bölünmeler patlak verdi.

İkinci bir bölünme dalgası, Netra Bikram Chand “Biplav”ın 2014’te Nepal Komünist Partisi (Maoist) kurarak Prachanda’yı açıkça ihanetle suçlamasıyla başladı. Ancak ana akım Maoist Merkez, parlamento ittifaklarına ağırlık verdi ve Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksist-Leninist, UML) içindeki rakipleriyle güçlerini birleştirdi. 2018’de, daha sonra hizipçilik nedeniyle dağılan “birleşik” Nepal Komünist Partisi’ne bile katıldılar.

Hindistan Komünist Partisi (Maoist), birçok bildiride Nepal liderliğini “Halk Kurtuluş Ordusu’nu düşmana teslim etmek” ve “barış adına parlamenter demokrasiyi savunmak”la suçladı. Gerçek devrimin, “eski devleti yönetmek için egemen sınıflarla işbirliği yaparak” yol alınamayacağını savundular.

Esas kırılma noktası: Halk savaşından parlamentoya

2008’de Maoistler, Anayasa Meclisi’nin en büyük partisi olarak ortaya çıktılar. Prachanda başbakan oldu ve “Yeni Nepal”in doğuşunu ilan etti. Ancak çelişkiler kısa sürede su yüzüne çıktı: Ordunun yeniden yapılandırılması durdu, toprak reformu ertelendi ve eski gerillalar kademeli olarak kantonlara yerleştirildi. “Silahsızlanma” süreci, savaşçıların kitle mücadelesinden koparılarak parlamentoda bürokratlaştırılmalarıyla ilerledi.

“Maoistler”in devrimden sonra oluşturdukları hükümet, toplumsal dönüşümü tamamlamak yerine “yeni demokrasi” anlayışının çok daha gerisinde kalan burjuva demokrasisi ve “çok partili sosyalizm” yaklaşımını benimsedi. Dönüşüm gerçekleşmeden, burjuva düzen yanlısı kapitalist yolcular kitleler önünde mahkûm edilmeden girilen bu yol, gerilla ordusunun dağıtılıp, gerillaların bir kısmının Nepal ordusuna katılmalarını sağlamalarıyla devam etti.

Yeni gerçekleşen devrimi koruma görevi olan kitlelerin önderliğini yapan gerillalar meclis çalışmalarına dahil edildi. Komisyonlarda görev almaya başladı ve revizyonist sistem kendisini restore etti. Komünist kadroları sistem içine çeken bu anlayışın temelinde yatan faktör, Nepal’in yanı başındaki yayılmacı Hindistan’ın Nepal’i işgal edeceği korkusuyla, şehirdeki ve kırsaldaki kadrolarına güvenmemeleriydi.

Yurt dışındaki Maoist partiler, Nepal’deki liderliğin izlediği yolu açıkça kınadılar. Hindistan Komünist Partisi (Maoist), 2006–2009 yıllarında çok partili demokrasiye geçiş vaadinin teslimiyet anlamına geldiğini belirterek, gerçek bir değişimin “eski devleti yönetmek” değil, “eski devleti yıkmak” gerektirdiğini defaatle vurguladı; daha sonraki bildirilerde Katmandu’daki koalisyon anlaşmaları ve Halk Kurtuluş Ordusu’nun silahlarının ve kışlalarının teslim edilmesi sert bir şekilde eleştirildi. Eskiden önemli bir müttefik olan ABD Devrimci Komünist Partisi bile, sonunda Prachanda’nın silahlı mücadeleyi terk edip, devrimi “kapitalist gelişime giden parlamenter bir yola” dönüştürdüğü için onun liderliğini kınadı.

Bu eleştiriler sadece doktrin tartışmaları değildi; devletin sınıf karakterini dönüştürmeden devlete girmenin Maoistleri uzlaşmaya sürükleyeceğini, tabanlarını boşaltırken yapısal reformları gerçekleştiremeyeceklerini öngörüyorlardı.

Ülkede bu değişimin bedeli açıktı. Savaş sırasında yaklaşık 13 bin kişi öldürüldü ve bin 300’den fazlası kayboldu. 2007–2008’de kurulan geçiş dönemi adalet komisyonları hareketsiz kaldı. Savaş sırasında işkence, tecavüz ve yargısız infaz mağdurları, sadece devlet tarafından değil, bir zamanlar adalet vadeden “Maoistler” tarafından da ihanete uğradıklarını hissettiler. Bu seçim başarısı, hâlen aktif olan silahlı güç, elde olan topraklar ve etkin halk hareketi bir adım öteye götürülemedi.

Aynı zamanda toprak reformu öncelik olmaktan çıktı, kimlik temelli federal yeniden yapılanma durdu ve gençlere istihdam sağlanacağına dair vaatler büyük ölçüde yerine getirilmedi. Akademisyenler, “Maoistlerin” bir zamanlar karşı çıktıkları aynı kayırmacılık sistemine kapıldıklarını belirttiler.

Bu anlamda CPI (Maoist), CPI (ML) Naxalbari ve diğer komünist öznelerin eleştirileri kehanet niteliğindeydi. Devletin karakteri değişmeden parlamento entegrasyonunun gerçekleşmesinin meşruiyet kaybına yol açacağı öngörüsü gerçek oldu.

2015 yılında Nepal’de yeni anayasa yürürlüğe girdi. 2017 yılında ise çeşitli komünist partiler, oyların yüzde 75’ini alarak parlamentoda ezici bir çoğunluk oldular. Aynı dönemde kurulan birleşik komünist parti, Nepal Komünist Partisi ise ortak bir program etrafında hareket etmekten çok yalnızca bir seçim bloğu gibi hareket etti. Sonuçta, bu parti 2021’de bölündü ve çeşitli sol partilerin sırayla iktidara gelmeleri, toplum tarafından bireycilik ve oportünizm olarak görüldü. Nepal Komünist Partisi (Maoist Merkez) üyesi içişleri bakanı Narayan Kaji Shrestha, yolsuzlukları soruşturmaya çalıştığında, kendi partisinde dahi görevden uzaklaştırıldı.

2024 sonrasında ise “solun” en sağında yer alan K. P. Oli liderliğinde bir fraksiyon, daha da sağda yer alan Kongre Partisi’yle merkez sağ bir hükümet kurdu. 1951 Devrimi ile başlayan, 1990 Jana Andolan ve 2006 Lktantra Andolan ile ilerleyen uzun devrim ve demokrasi mücadelesi, halkın komünist siyasete olan güvenini zedeleyecek noktaya geldi.2

Kalıcı bir barış, güvenilir bir hesap verebilirlik gerektirir. Çatışma döneminin kurbanları için yıllarca süren gecikmeler, kitlelerin savaş suçlularını koruyan statükonun koruyucuları olarak gördükleri partilere, “Maoistler” de dahil, şüpheciliğini derinleştirdi.

Komünistlerin örgütlenme omurgasını oluşturması gereken nesil, artık yolsuzluk ve ayrıcalıklara karşı kendiliğinden, dijital ağlar üzerinden eylemler düzenliyor ve genellikle eski partilere karşı kayıtsız ya da düşmanca bir tutum sergiliyor. Eylül 2025 ayaklanması bu kopukluğu dramatik bir şekilde ortaya koymaktadır.

Komünistlerin devrimci bir seçenek yaratamamasının Nepal’deki etkileri

Devrimci bir öznenin temel görevi; eski alışkanlıkları, eski devlet mekanizmalarını paramparça etmektir. Bunun için üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkilerini yıkmak, adalet sistemini tesis etmek ve bunun yanında da esas olarak halk için gerçek bir seçenek olduğunu hatırlatabilmek adına ideolojik mücadelenin sürekliliğini sağlayabilmek hayati önemdedir. Sosyalist geçiş toplumlarında dahi eski yönetimlere özenen, burjuva yola giren yöneticiler baş göstermektedir. İdeolojik mücadelenin sürekliliği kesildiğinde ve kitlelerin isyancı kimliklerinin önüne set konulduğunda sosyalizm, kendi içinden kapitalizmi yeniden doğurur. Bürokrasi oluşur, parti kadroları ayrıcalıklı hâle gelir ve devrim kendi eliyle kendi sonunu getirir.

Nepal için de yukarıda belirtilen süreç on beş–yirmi yıl içinde gerçekleşmiştir. Halka umut olması gereken “komünistler” kitlelerin gözünde, karşısında mücadele ettikleri statükoyu savunan reformistlere dönüşmüşlerdir.

Geleceksizlik endişesi ve ekonomik yıkım, Nepal gençliğinin en büyük sıkıntılarının temelini oluşturmaktadır. Somut bir örnek olması açısından: 2015 yılında Nepal halkının en az dörtte biri hâlâ yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Bürokratların ayrıcalıklı durumu, güvensizlik yaratıyordu. Toprak reformu yapılmadı. 2015’te yapılan anayasayla etnik ve kast temelli ayrımların tam eşitlik ilkesiyle sona ermesi gerekirken, bu sorun daha da büyüdü. Kamusal sağlık ve eğitim sistemi, yetersizdi. Aşağı Hindu kastlarından gelen Nepal küçük burjuvazisi, üst kastların hâkimiyetine karşı Hindistan’da etkin olan sağcı Hindutva siyasetine ve onu temsil eden Bharatiya Janata Partisi’ne (BJP) öykünmektedir. Bu siyasi eğilim ise monarşi yanlısı siyasi odaklar tarafından desteklenmektedir.3

Nepal’in 31 milyon nüfusu içinden 534 bin 500 Nepalli, yurt dışında kayıtlı çalışmaktadır. Her bin Nepallinin 17.2’si göçmen işçi durumundadır. Bu sayı, son yıllarda artma eğilimindedir. 2000 yılında yurt dışında çalışma izni alan Nepallilerin sayısı 55 binken, şu anda bu rakam on kat daha fazladır. 2022-2023 yılında kaydedilen 771 bin 327 kişi ise yeni bir rekordur.4

Gençlerin büyük bir kısmı, Nepal’de iş bulamadıkları için özellikle Güney Kore gibi ülkelere, Arap Yarımadası’na çalışmaya gitmektedir. Örneğin Dubai, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerde kanalizasyon temizliği gibi işlerin tamamını Nepalli işçiler yapmaktadır. Geçtiğimiz süreçte Güney Kore’de 85 Nepalli işçinin ölmesi, yarısının intihar etmiş olması, geleceksizliğin doğrudan bir sonucudur.

Devrimini arayan Nepal halkı

Nepal’de gençlerin eylemlerinin şiddeti, yaşadıkları gelecek kaygısıyla sertleşmiştir. Baskı ne kadar artarsa, halk ne kadar çaresizleşirse, geleceksizlik gençlerin gündemine ne kadar girerse, şiddet o kadar artar. Nepal’de bundan sonra ne olacağına Nepal gençliği ve kitleler karar verecektir. Nepal’den dersler çıkarıp kendi coğrafyamızda devrimci mücadeleyi ileri taşıyabilmek de bizim işimizdir.

Nepal’de parlamento binasının yakılması, yozlaşmış liderlerin istifa etmesi önemli gelişmelerdir. Bölgeyi takip eden her devrimcinin sabah kalktığında “Bugün Nepal’de neler oldu?” diye haber sitelerini dolaşmasına, araştırmasına vesile olmuştur. Bu yönüyle iyidir; ancak bir komünist öznenin eksikliği, Nepal gençliğinin yönsüz bir şekilde hareket etmesine ve önünde sonunda bu isyanın sönümlenecek olmasına işaret etmektedir. Şu anda kitle mücadelesine yön verecek gerçek bir örgüt olmadığı için “dış müdahalelere” açık bir mücadele süreci önümüzde durmaktadır. Son günlerde çokça kullanılan ve durumu özetleyen cümleyi tam da burada yazmak gerekiyor: Eğer eviniz temiz değilse, eve giren karıncalar beraberinde yılanları getirir!

Nepal’deki siyasi/ekonomik kriz ve parlamentarizm/reformizm temelinde şekillenen teslimiyet çizgisi, sürdürdüğümüz devrimci mücadelenin —devrim olduktan sonra dahi— ne şekilde sürmesi gerektiğine; devrimden sonra dahi proleter, devrimci ve isyancı çizginin, kitle seferberliğinin önemine dair ibretlik bir rehberdir.

“Marksizm’in binlerce ilkesi, sayısız kuralı vardır; fakat nihayetinde hepsi tek bir cümleye indirgenebilir: İsyan etmek doğrudur.”


  1. Five theses on the situation in Nepal”, Vijay Prashad & Atul Chandra. People’s Dispatch, 11 Eylül 2025 ↩︎
  2. A.g.e. ↩︎
  3. A.g.e. ↩︎
  4. A.g.e. ↩︎
Total
0
Shares
Önceki makale
Bir Restorasyon Önerisi_ CHP-MHP Koalisyonu

Bir restorasyon önerisi: CHP-MHP koalisyonu

Sonraki makale
Filistin’in kaderi Filistinli çocukların elinde

Filistin’in kaderi Filistinli çocukların elinde

İlgili Gönderiler