14 – 20 Temmuz
Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.
Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra LGS’de soruların sızdırıldığına yönelik iddialar, kadın cinayetine kurban giden Ayşe Tokyaz, Suriye’de Dürzilere katliam girişimi ve mecliste görüşülen maden yasası konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.
Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Haftanın işçi direnişleri

Turizm işçileri – Meclis’te kabul edilen ve hafta başında Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni yasaya göre, turizm sektöründe çalışan işçiler, 10 gün arka arkaya izinsiz çalıştırılabilecek. Patronların isteği doğrultusunda hazırlanan bu yasa, inşaat başta olmak üzere diğer sektörlerde faaliyet yürüten patronlar tarafından da isteniyor. İşçilerin dinlenme hakkı gasp edilemez!
İstanbul/Beşiktaş – Beşiktaş Belediyesi işçileri, keyfî şekilde işten çıkarılmalarına karşı iki ayı aşkın süredir direnmeye devam ediyor.
Kocaeli – Petrol-İş’te örgütlü 240 Gübretaş işçisi, ocak ayından bu yana devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerinden sonuç alınamaması üzerine greve çıkmıştı. Grevin 16. gününde işçileri Petrol-İş İzmir Şubesi’nden bir heyet ziyaret etti.
Bursa/Mustafakemalpaşa – Eker Süt Ürünleri’ne ait fabrikada çalışan ve Tekgıda-İş üyesi oldukları için işten atılan işçiler, 300 gündür direniyor.
Adana & Mersin – Toros Tarım’da patronun dayattığı sefalet ücretine karşı 213 Petrol-İş üyesi işçinin başlattığı grev, ikinci ayını doldurdu.
İzmir – İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde “Yüksek ücret aldıkları” gerekçesiyle işten çıkarılan Belediye-İş üyesi 368 işçi, 10 günlük direnişin ardından işe iade ediliyor. Direnen işçiler kazanır!
İzmir/Çiğli – Çiğli Belediyesi’nde işten çıkarılan kadın işçiler, CHP Genel Merkezi önüne taşıdıkları direnişlerine mayıstan bu yana devam ediyorlar.
İzmir/Gaziemir – Sendikalı oldukları için işten çıkarılan 15 DIGEL Tekstil işçisinin direnişi, 179. gününde!
İzmir/Menemen – TPI Composites’te çalışan Petrol-İş üyesi 2300 işçi, patronun yüzde 30 zam dayatmasına karşı greve çıkmıştı.
İzmir/Dikili – BTO Sen’e üye olarak TİS hakkı kazanan Queen Tarım işçileri, 17 gündür işletmenin kapısında direnişlerini sürdürüyor.
İzmir/Kemalpaşa – Sendikal hakları gasp edilmek istendiği için greve başlayan Temel Conta işçilerinin direnişi 222. gününde.
Amasya/Merzifon – GM Teknik Cam Endüstri ve Ticaret A.Ş.’ye ait fabrikada çalışan Kristal-İş üyesi işçiler TİS sürecinde patronun dayattığı ücrete karşı grev kararı aldı.
Çeşitli iller – 600 bin kamu işçisini doğrudan ilgilendiren Kamu Çerçeve Protokolü’nün belirlenmesi ve toplu iş sözleşmesinin imzalanması için iktidarın üçüncü teklifi, yüzde 24 oldu. Sendikalar tarafından sunulan yüzde 83’lük talebin üçte birine bile denk gelmeyen bu teklif, işçiler tarafından tepkiyle karşılandı. Teklifin iletilmesinden önce, sağlık işçileri başta olmak üzere kamu işçilerinin bir kısmı iş bırakmıştı. Eylemlere devam eden işçiler grevin de masada olduğunu belirtiyor. İşçiler sefalete mahkûm olmayacak!
LGS soruları çalındı mı?

Bu yıl gerçekleştirilen Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamındaki sınavda sınav güvenliğinin ihlal edildiği, soruların sınavdan önce belirli öğrencilerle paylaşılmış olabileceği iddiaları gündeme geldi. Bu iddiaların sebebi, sınav günü saat 11:57’de, henüz sınav bitmemişken bir görevli öğretmenin sınav sorularını WhatsApp üzerinden PDF formatında paylaşmasıydı. Soruların henüz sınav bitmemişken dijital olarak dolaşıma girmesi, sınavdan önce de başkalarıyla paylaşılmış olabileceğine dair şüphe uyandırdı. Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bu iddiaları yalanlasa da sorumlularla ilgili soruşturma sürüyor. 29 kişi hakkında soruşturma sürerken, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Bilgi İşlem Genel Müdürü Özgür Türk ise görevden alındı.
İYİ Parti Milletvekili Turhan Çömez, önceki yıllara göre daha zor olduğu söylenen sınavda 719 öğrencinin tam puan almış olmasını da şüpheli bir durum olarak görürken, Bursa’da bir imam hatip okulunun paylaşımını örnek göstererek, bu okulda 36 öğrencinin tam puan yaptığını iddia etmişti. Okulun yaptığı paylaşımın ise Türkiye genelinde tam puan yapan imam hatip okulu öğrencilerini gösterdiği ortaya çıkmıştı. Bakanlık, bu iddiaların sonucunda tüm kamuoyunda şaibe şüphesi oluştuktan sonra bazı gazetecilere servis ettiği kısıtlı verileri paylaştı ve tam puan alan öğrencilerin hangi illerden olduğunu gösterdi. Ancak bu paylaşım, tepkileri dindirmeye yetmedi. Bakanlık, 2023 yılından beri sınav sonuçlarına ilişkin detaylı istatistikleri yayınlamıyor. Bu da sınav güvenliğine dair şüpheleri besliyor.
Bakan Tekin, Turhan Çömez’in iddialarına cevap verirken, sınav sorularının çalındığı iddialarını reddederek, sınav güvenliğiyle ilgili her türlü tedbirin alınmış olduğunu ve soruların çalınmadığını yinelese de 29 kişi hakkında neden soruşturma açılmış olduğu şüpheli. Ayrıca, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, görevden alınan Bilgi İşlem Genel Müdürü Özgür Türk’ün çocuğunun, 2022 yılında tam puan yaptığını iddia etti, bu iddia sınav güvenliğine daha fazla gölge düşürdü. Ali Mahir Başarır, ayrıca dörderli beşerli öğrenci gruplarının sınavdan bir hafta önce özel kamplara alındığını iddia etti. Muhalefet tarafından dillendirilen iddiaların çoğu yalanlanmadı. Bakan Tekin, tüm iddialara, yalnızca bir görevli öğretmenin münferit usulsüz davranışı diyerek cevap verse de iddiaları ortaya atan muhalefete saldırmanın ötesinde bir şey söylemiyor; asıl “pis kokuların” CHP’den geldiği, bu iddiaların beka sorunu olduğu gibi söylemlerle olası suçunu gizlemeye çalışıyor.
Sınavların adil şartlar altında gerçekleştirildiğine yönelik kamu güveni, özellikle Gülen Cemaati’nin iktidar ortağı olduğu yıllarda zedelenmiş, soruların çalındığının ya da sızdırıldığının ortaya çıktığı skandallar, üniversitelere giriş sınavından Polis Akademisi sınavlarına, KPSS’ye kadar geniş bir yelpazede ortaya çıkmıştı. Cemaat üyelerine soruların sızdırılması, bu kişilerin sınavda başarılı olarak istedikleri okullara ya da pozisyonlara yerleşmeleri için bir araç olarak kullanıldı, sonuçta bugün AKP’nin yönettiği bürokratlar ağı içinde hâlâ görev alan Cemaat kadroları, devlet içinde kritik birçok pozisyonu işgal eder hâle geldi. Bugün LGS etrafında gelişen tartışma, Cemaat bugün “FETÖ” denilerek düşmanlaştırılsa dahi onun yöntemlerinin iktidar tarafından kullanılmaya devam edildiğini gösteriyor.
Bakan Tekin, sınav güvenliğini şüpheli görenleri adeta vatan hainliğiyle suçluyor. Ancak güvenliğin sağlanmış olduğuna dair ikna edici bir kanıt ortaya koyamıyor. İktidarın, öğrencilerin emeklerini hiçe sayan uygulamaları, geçmişten bugüne yoksul ailelerin çocuklarının bir kurtuluş ümidiyle sarıldığı sınavların güvenliğini dahi sağlayamıyor, toplumu sınavların adil koşullarda gerçekleştiğine ikna edemiyor. LGS sorularının daha önce sızdırılmış olduğuna dair iddia, ciddi bir şekilde araştırılmalı, muhalefet soruşturmaları takip etmeli, öğrenciler ve velilerle birlikte konunun gündemden düşmesine engel olmalıdır.
Bir kadın cinayeti daha: Ayşe Tokyaz eski polis memuru Cemil Koç tarafından katledildi

22 yaşındaki üniversite öğrencisi Ayşe Tokyaz, eski polis memuru Cemil Koç tarafından katledildi. Katil Cemil Koç, Ayşe’nin cansız bedenini bir valize koyarak İstanbul Eyüpsultan’da yol kenarına bıraktı. Soruşturma sürecinde Cemil Koç’a yedi arkadaşının yardım ettiği ortaya çıktı. Olayla ilgili görüntüler ortaya çıkarken, Cemil Koç’un yanı sıra Cemal A., Erhan G., Barış Can A., Necmettin E., Yusuf Ziya S. ve Mustafa Enes A. hakkında kaçma ve delil karartma şüphesiyle tutuklama kararı verildi. Olaydan sonra firar eden, 20 ayrı suç kaydı bulunan 55 yaşındaki O.K. ise Maltepe’de yakalanarak tutuklandı. Cemil Koç’un daha önce de bir kadın cinayetinden soruşturma geçirdiği ortaya çıktı.
Ayşe’nin kardeşi Esra Tokyaz, yaptığı açıklamada, kardeşinin uzun süredir şiddet gördüğünü ve tehdit edildiğini fark ettiğini söyledi. Bir süre Ayşe’ye ulaşamadığını, defalarca karakola giderek yardım istediğini aktardı. Ancak verdiği ifadelerin Cemil Koç’a bildirildiğini ifade etti. Ayşe’nin cansız bedeni bulunana kadar polislerin olaya ciddiyetsiz yaklaştığını ve kendisinin de tehdit edildiğini belirtti.
Bir kadın daha erkek şiddetiyle hayattan koparıldı. Devlet yetkililerine defalarca ulaşmaya çalışmasına rağmen duyulmadı, görmezden gelindi. Bir erkek daha, tıpkı önceki örneklerde olduğu gibi, ceza almayacağını ve korunacağını bilerek bir kadını vahşice öldürdü. Kadın cinayetleri Türkiye’de uzun zamandır münferit olaylar değil. Her yıl yüzlerce kadın; eşi, eski eşi, sevgilisi, babası, yani en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Bu cinayetlerin ardından açılan davalarda yetkililerin ihmalleri, yargı sürecindeki cezasızlık kararları kamuoyuna yansıyor.
Kadın cinayetlerindeki artışı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararından, kız çocuklarının okullaşma oranlarındaki düşüşten ve “aile on yılı” adı altında yürütülen propagandadan bağımsız düşünemeyiz. Kadını eve kapatmaya, ev içi rollere sıkıştırmaya, yalnızca çocuk doğuran bir nesneye indirgemeye çalışan her politika; kadınları cezalandıran, susturan, görünmez kılan şiddetin zeminini hazırlıyor. Bugün kadınların eğitimden uzaklaştırılmasının, çalışma hayatında yer bulamamasının, şiddete uğradığı hâlde sesini çıkaramamasının arkasında da bu zihniyet yatıyor.
Bu eşitsizliğe, baskıya ve yok sayılmaya karşı durabilecek tek güç ise kadınların örgütlü mücadelesidir. Her evde, her sokakta bu mücadeleyi büyütmek, katledilen kadınlara olan borcumuzdur. Bir kişi daha eksilmemeliyiz!
Suriye’de Dürziler katliam tehdidi altında

Geçtiğimiz hafta, Bedevi toplulukların bir Dürzi tüccarı kaçırmasının ardından Dürzi milislerle Bedeviler arasında çatışmalar başlamış ve kısa süre içinde büyümüştü. Süveyda’daki çatışmayı fırsat bilerek bölgeye girmeye çalışan Şam hükümet güçleri ya da HTŞ milisleri ise durumu daha da kötüleştirmiş ve çatışmaların şiddetlenmesine yol açmıştı. Bedevilerin tarafında bulunan cihatçı güçler, girdikleri bölgelerde Dürzilere yönelik katliama girişirken, Şam’ın güneyinde Suriye’nin askerî varlığını kabul etmeyen İsrail, hava saldırıları düzenledi. Saldırılarda Savunma Bakanlığı binası yerle bir oldu.
Kısa süre içinde İsrail ile Şam yönetimi arasında bir askerî gerginliğe evrilen çatışmalarda, bine yakın kişi hayatını kaybetti. Dürzi milisler, çatışmanın ilk aşamasında, Suriye İçişleri Bakanlığı’na bağlı güçler de dahil olmak üzere cihatçıları Süveyda’dan çıkardı, hükümet güçleri Şam’a geri döndü. Ancak sosyal medyada da yaygınlaşan ve teyit edilmeye muhtaç iddialara göre, Dürzi milisler Bedevilere yönelik saldırılarına devam etti, ele geçirdiği bazı Bedevi savaşçıları infaz etti. Suriye genelinde 40 civarında aşiret, bu görüntülerin ardından, “Bedevileri savunmak için” silahlı milis güçlerini Süveyda’ya gönderdi. Gönderilen aşiret güçlerinin sayısının 50 binden fazla olduğu iddia edilse de kimi kaynaklara göre sayı bu kadar yüksek değil. Aşiretlerin milis güçlerinin Süveyda merkezine girme girişimleri, Dürzi milisleri tarafından engellendi. Milisler henüz yalnızca Şam’ın güneyinde yer alan Süveyda’nın çevresindeki köyleri ele geçirmiş durumdalar.
Çatışmalar başladığı andan itibaren, Kuzey ve Doğu Suriye’nin (Rojava) silahlı gücü olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG), tansiyonun düşürülmesi ve Dürzilere yönelik saldırganlığın son bulmasına yönelik açıklamalarda bulundu. Saldırıların Rojava’ya yönelmesi ihtimaline karşın, özel birlikler seferber edildi, çok sayıda birliğin seferber edildiği görüntüler ise yaygınlaştırıldı. SDG’nin Dürziler lehine çatışmalara gireceği, bir görüş olarak dillendirilse de SDG, böyle bir hamle yapmadı. Ancak Süveyda’ya insani koridor açılması ve Rojava’dan bölgeye insani yardım gönderilmesi için hükümete çağrı yapıldı. Aynı zamanda, Şam hükümetinin Suriye’ye dayattığı tek kimlikli ulus devlete karşı söylenen sözler de tekrarlandı, Suriye’de Dürzilerin, Kürtlerin, Arapların, Alevilerin ve diğer azınlıkların bir arada yaşamasının koşulunun, özerk yönetimlere dayalı bir federasyon olduğu yeniden dillendirildi.
8 Aralık’ta HTŞ, Şam’da iktidarı ele geçirdiğinden beri, Suriye’de istikrarlı ve ikna edici bir yönetim kuramıyor. Cihatçılardan oluşan bir yönetim ve aynı cihatçılar tarafından devlet başkanı ilan edilen Colani ya da temize çekilen adıyla Ahmed eş-Şara, kendisini seçen cihatçılar dışında hiçbir kesim tarafından güvenilir bir figür olarak görülmüyor. Bunun sebebi, kişisel yetersizliği değil, HTŞ öncülüğünde kurulan Şam hükümetinin, Suriye’ye Arap kimliğiyle yoğrulmuş bir şeriat yönetiminden öte bir seçenek sunamamasıdır. Buna karşın, ülkedeki diğer iktidar odağı olan Rojava tarafında ise istenen, Suriye’deki tüm ulusal ve kültürel kimliklerin temsil edildiği bir hükümetin kurulması, idari yapının ise ademimerkeziyetçi temelde kurulmasıdır.
Dürzilerle HTŞ’nin yaşadığı gerilim, SDG ile Şam yönetiminin yaşadığı çatışmadan bağımsız değil. Şam yönetimi, Türkiye’nin de desteklediği üzere, Rojava’nın ve SDG’nin feshedilmesini, ardından da Suriye Ordusu’na tabi olacak şekilde ona katılmalarını istiyor. SDG’nin ise entegrasyon için öne sürdüğü koşul, özerk yapının korunması. Dürziler de SDG’nin savunduğu özerkliğe dayanan modelin Suriye’nin geleceği için tek gerçek seçenek olduğunu savunuyor. Aynı zamanda Esad yönetiminin devrilmesinin ardından, Dürzilerin bölgelerine Şam yönetimi askerî varlığını sokamıyor. Dolayısıyla, Dürzilere yönelik saldırı, aynı zamanda Rojava’ya dönük bir tatbikat olarak da anlamlandırılabilir. Colani, cihatçı milis güçleri aracılığıyla Dürzileri kontrol altına alırsa -ki bu aynı zamanda bir soykırım anlamına geliyor- bir sonraki hedefi, Rojava’daki Arap aşiretlerini yanına çekerek Kürtlere saldırı planlamak olacaktır.
Saldırıların bölge çapında uluslararası ayağı da tartışılmaya değer. Trump yönetimi altında ABD, Türkiye-Katar hattının önerdiği Suriye projesine sıcak bakıyor. Bu tutum, daha önceki bültenlerde işlediğimiz gibi, Orta Doğu Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Suriye’de tek merkezli bir ulus devlet kurulması gerektiğini belirttiği konuşmalarında da görülüyor. Suudiler de İsrail’in Suriye’ye müdahalesine karşı çıkıyor, Colani’nin içinde bulunduğu bir devlet inşasına onay veriyor. Mevcut durumda, Şam yönetiminin otoritesinin tüm ülkeye yayılmasına İsrail karşı çıkıyor. Bu tutumunda, İsrail’de yaşayan Dürzi azınlığın devlet üzerinde yaratacağı baskının hesaba katılması kadar, kendi sınırında güçlenme potansiyeli olan bir askerî kuvvet istemiyor olması etkili. Dolayısıyla, bölge çapında İsrail ile Türkiye arasında görülen gerginlik, Suriye sahasında ve Suriye’nin geleceğinin belirlenmesiyle ilgili tartışmada yeniden kendisini gösteriyor.
Türkiye’nin Suriye’deki hesaplarında Colani’yi ve cihatçı güçlerin devletleşmesini destekleyen tutumu, aynı zamanda bölgede kendi kontrolünü genişletme amacını içeriyor. Bir kısmı iç savaş döneminde Özgür Suriye Ordusu adı altında bizzat Türkiye tarafından silahlandırılmış Arap aşiretlerinin Dürzilere karşı seferberliği, bu amaçtan ayrı okunmamalı. Süveyda’da İsrail’e rağmen Şam’ın otoritesinin sağlanması, Kürtlerin Şam yönetimine koşulsuz katılımını içeren ve Türkiye tarafından da açıkça desteklenen talebin güç kazanmasına sebep olacaktır. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’de Kürt hareketiyle yürütülen mevcut süreçte de Türkiye’nin elini güçlendirecektir.
Suriye’de iç savaş, politik müzakerelerin ağırlıklı olduğu, ancak Süveyda’da görüldüğü gibi askerî çatışmaların da hâlâ kolayca patlak verdiği bir şekilde devam ediyor. Esad’ın devrilmesi, Suriye’de bir defteri kapatırken yeni Suriye’nin nasıl inşa edileceği sorusu, daha büyük bir sorun olarak ve bölge çapında tüm dengelere değerek kendisini hissettiriyor. Suriye’nin değişken durumunda, yaygın kanının aksine, yekpare bir emperyalist projeden değil, bölgesel güçlerin kendi yayılma planlarına göre alınan pozisyonlardan söz edilebilir. Suriye içinde kendi güç bölgelerine sahip yerel güçlerin politik tutumları, Türkiye’yi ve İsrail’i baş aktör olarak içine alan farklı bölgesel güçler tarafından destekleniyor ya da reddediliyor. ABD ise sahadaki duruma göre pozisyon alıyor.
Sonuçta, Suriye’nin geleceğine, Suriye halkları karar verecek. Dürzilerin Şam hükümetine karşı direnişi de, İsrail bunu kendi çıkarları adına kullanmaya çalışsa bile, bu çerçevede değerlendirilmeli. Türkiye’nin ya da İsrail’in yayılmacı emellerine karşı çıkılırken, cihatçıların şeriat hayallerine karşı halkların eşit haklarla bir arada yaşayacakları bir Suriye’nin kurulması desteklenmelidir.
Maden yasası Meclis’te kabul edildi

AKP’nin verdiği önergeyle haftalardır kamuoyunda tartışma yaratan Zeytinlik Yasası, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi. Yasayla birlikte enerji şirketlerine, enerji üretimi amacıyla daha önce yasak olan zeytinlik alanlardaki ağaçları kesme yetkisi tanındı. Doğal alanlarda enerji tesisi kurmak artık çok daha kolay hâle gelirken, yasakları ihlal eden şirketler yalnızca idari para cezası ödeyerek tüm sorumluluktan kurtulabilecek. Maden aramaları nedeniyle ormanlık alanların yıllarca tahrip edilmesinin önü açıldı. Ayrıca, şirketlere tahsis edilen doğal alanların izin süresi sona erdiğinde bu alanları rehabilite etme yükümlülüğü kaldırıldı; bunun yerine işe başlamadan önce devlete ücret ödenmesi yeterli sayılacak.
Yasa tasarısına karşı kamuoyunda ciddi tepkiler birikmiş durumda. 3 Temmuz’dan bu yana Meclis önünde nöbet tutan ve açlık grevine başlayan köylüler, geçimlerini sağladıkları zeytinliklerin korunmasını talep ediyor. Yayınladıkları açık mektupta, yasanın geri çekilmesini isteyerek “Her şeyimizi bırakarak kamuoyuna, ülkemize, insanımıza sığınmak için geldik,” sözleriyle çağrıda bulundular.
AKP hükümeti, uzun süredir enerji ve maden şirketlerinin önündeki tüm engelleri kaldırmak, üstlerindeki sorumlulukları kaldırmak ve bu şirketlerin faaliyetlerini kolaylaştırmak için adımlar atıyor. Bu torba yasa ile Limak, İçtaş gibi şirketlerin çıkarlarını gözeterek toprağı rant alanına dönüştürme politikası, doğal alanlar üzerinde geri döndürülemez tahribatlar yaratma tehlikesi taşıyor. Yirmi yılı aşkın iktidarı boyunca çeteleşmiş yapılarla, işlevsiz hâle getirilmiş adalet sistemiyle, derinleşen yoksulluk ve artan suçlarla toplumu alenen çürüten hükümet, uzun zamandır doğaya verdiği zararlarla da hafızalara kazınıyor.
Kılavuz’da Bu Hafta

“Kayyumun Şişli halkına hizmet diye bir anlayışı yok” – Kılavuz/Söyleşi
19 Mart’ta Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik başlatılan operasyonlar kapsamında Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan tutuklandı ve yerine Şişli Kaymakamı Cevdet Ertürkmen kayyum olarak atandı. Kayyumun göreve gelmesiyle birlikte belediyede işçilerin aleyhine ciddi değişiklikler yaşandı. İşçilere üçlü vardiya sistemi dayatıldı, işçilerin kazanılmış hakları gasp edilmeye başlandı. Şişli Belediyesi işçileri, bu gelişmelere tepki olarak kayyum yönetimine karşı direnişe geçti.
Direnişe giden süreci, sonrasını ve hukuki mücadeleden beklentileri konuşmak üzere Genel-İş Sendikası İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Zeynel Yiğit ve Şube Sekreteri Neşe Karaçimen’le görüştük.

İzmir yangını, sermaye ve iktidarın ortaklığı – Seyduna Şayda
İzmir yangını, doğaya, canlılara ve insanlara karşı işlenmiş bir suçtur ve bu suçun faili alevler değil, o alevlerin bir felakete dönüşmesine göz yuman, müdahaleyi geciktiren, küllerin üstüne yatırım haritası çizen iktidar aklıdır. Bu nedenle yangın, yalnızca bir çevre sorunu değil; politik bir meseledir. Yanan sadece ormanlar değil; halkın ortak yaşam hakkı, kamusal alanı, belleği, geleceğidir.
Afetleri felakete dönüştüren düzene karşı çözüm, halkın örgütlü gücünü inşa etmektir. Yanan yalnızca doğa değilse, kurtulacak olan da yalnızca doğa değildir. Yaşamı birlikte yeniden kuracak, onu yeniden yeşerteceğiz. Bu topraklarda yaşamı yeşertecek olan yolun inşası, emeği olduğu gibi doğayı da kuşatan bu sömürü düzenine karşı geliştirilecek politik ekolojik direnişle mümkün olacaktır.










