ODTÜ öğrencileri yürüyor

ODTÜ direnişine içeriden bir bakış: Bireysel özgürlük yalan(mış)

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte İstanbul Üniversitesi’nin başlattığı direniş hareketi, aynı günün akşamında ODTÜ’lü öğrencilerin de katılmasıyla ülke geneline yayıldı. Peki bu olayların tüm ülke çapına yayılmasını sağlayan şey neydi?

İktidarın bazı kronikleşmiş alerjileri bulunmaktadır. Bu alerjilerden birisi de ODTÜ öğrencileri ve kültürüdür. Bu nedenle, ODTÜ öğrencilerinin yaptığı eylemelere müdahaleler daha uzun süreli ve onlarca kat daha sert olur. Bu sertlik, orantısız şiddete maruz kalan öğrenciler bakımından berbat bir durum olsa da, bu şiddete direnilebildiği anda eylemlerin ciddiyeti tüm öğrencilere yayılır.

İlk günden itibaren istisnasız her gün toplanan ODTÜ’lü öğrenciler, eylemlerin ülke çapında yankı bulmasına önemli bir katkı sağladılar. Bu sonuç, eylemlerin belki de en büyük kazanımı oldu. Eylemlerin, öğrenci kitlelerini ve toplumu etkilemek dışında, bir diğer kazanımı da öğrencilerin “dayak arsızı” olmadığını, haksızlık karşısında ses çıkarma reflekslerinin hâlâ var olduğunu tüm halka göstermek oldu. Bu eylemlerin daha da derinine inildiğinde ve öğrencilerin davranışı daha detaylı incelendiğinde, ortaya çıkan bir başka olgu da şu: Evet, öğrenciler ses çıkarmak konusunda tedirgin değil, ancak hayatları boyunca yalnızca AKP iktidarına maruz kalmak, onların politik görüşlerini aşındırıcı bir etkiye sahip.

En radikal fikirler ya da en ilerici düşünceler de dahil olmak üzere hiçbir fikir toplumundan, hâkim rejimden ve ekonomiden bağımsız ele alınamaz. Bu etki, bireyler söz konusu olduğunda net olarak görülemese de kitleler incelendiğinde, atılan sloganların, yazılan dövizlerin ya da eylemin seyrinin izdüşümünde belirgin bir şekilde gözlemleniyor. Söz konusu çeyrek asırlık bir iktidar olduğunda, bu sürecin içinde doğmuş, büyümüş ve “birey” olmuş insanların da hükümetin yapmış olduğu kara-propagandaların birçoğundan etkilendiğini tüm kitlesel hareketlerde görmek mümkün. ODTÜ öğrencileri de bu durumdan muaf değil. Onlar da yıllarca özenle “zararsız” hâle getirilen sol ve ilerici fikirler altında eylemlerini bireyler hâlinde yapıyorlar ve seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Yurt genelinde süren eylemler içinde öne çıkan ODTÜ öğrencileri de kendilerini diğerlerinden farklı bir konuma koyamıyor ve tüm eylemlerde örgütsüzlüğün en net görüntüsünü çiziyor.

Bireycilik kurtuluş mu yoksa çaresizliğe giden yol mu?

Örgütsüzlük ya da “birey olma” durumu tüm hâkim iktidarlar ya da “devletleşmiş şirketler” tarafından özellikle gençlere dur durak bilmeden enjekte ediliyor. Bu işlem, birçok burjuva medya ortamı kullanılarak gerçekleştiriliyor ve özellikle de akıllı ya da becerikli insanların, ilerici örgütlerin içerisinde tamamen sönüp gidecekleri, bunun yerine birer birey olarak daha etkili olabilecekleri fikri zihinlere yerleştiriliyor. Bu olayı daha da özelleştirip kümeyi ODTÜ’ye kadar daraltırsak eğer, karşılaştığımız manzara, “yüksek sıralamalı” öğrencilerin neredeyse hiçbirinin örgütlenemediği, eylemlere katılsa ya da sosyalist fikirlere sahip olsa da her zaman bireysel hareket ettiği yönünde oluyor. Yani yıllarca propagandası yapılan, bireyciliğin ilerici insanların kendilerini en iyi ifade edecekleri ortamı sağlayacağı fikri, gençlerin tüm davranışlarına işlemiş durumda.

Kampüs hayatı içerisinde kazanılmış neredeyse her hakkı sosyalist hareketlerle ilişkili öğrenci toplulukların öncülük ettiği mücadelelere borçlu olması gereken öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, bu topluluklardan uzak durmaya çalışıyor ya da onlara karşı negatif fikirler besliyor. Hatta, topluluklara ya da örgütlere katılmıyor olmalarının ötesinde, o gruplara negatif bir bakış hâkim. Bu tip sonuçlar doğuran egemen ideolojik propaganda, diğer emperyalist dünya ülkelerinde de geçerli olan “liberal” tutum ile kitleleri sosyalist hareketlerden uzak tutmakla yetinmiyor, aynı zamanda bu hareketlerin tamamını radikal, “ülke tanımaz” ya da “bölücü” olarak kodluyor ve kamuoyuna da böyle yansıtıyor. Bu nedenle öğrenciler, örneğin bir yemekhane eylemini bile sosyalist fikirlere sahip topluluklar düzenlese dahi onlarla “barışamıyor” ya da onları benimseyemiyor.

Bu noktada, sosyalist grupların da kendilerini gözden geçirerek belki de tutumlarını değiştirmeleri beklenebilir. Ancak bu beklenti, hayatları boyunca iktidarın bahsi geçen propagandasına maruz kalmış gençlerin varlığını görmemize engel olmamalı. Sosyalist çevrelerden uzak durmak ya da onlardan rahatsız olmak, sayısı on binleri bulan öğrencinin -eyleme geçmiş olmalarına rağmen- hiçbir barikatı aşamaması; on ya da yirmi kişilik küçük ekipler hâlinde kendi sloganlarını atan sağcı-faşist çetelerin hiçbir yaptırımla karşılaşmaması; daha da önemlisi, polislerin gece kampüse girerek örgütlenebilmiş öğrencileri yaka paça gözaltına alması ile sonuçlanıyor.

Eylemlerin başladığı ilk gün incelendiğinde, örgütsüz binlerce insanla yürüyüş yapılsa dahi anlamlı bir kazanım elde edilemeyeceğini görebiliriz. İlk gün, içlerinde benim de olduğum ciddi bir kalabalıkla kampüsten çıkılarak Kızılay’da yapılan CHP mitingine katılma kararı verildi. Eylemlerin politik olarak nasıl bozulduğuna dair şunu da açıklayabilirim; o gün hiç kimsede ne Türk bayrağı vardı ne de komik ve amacını unutmuş dövizler. Yürüyüş, yalnızca örgütlü öğrencilerin belirlediği net sloganlar ve dövizlerle gerçekleşti. Yolun yarısında, Kızılay’da yapılan mitingin dağıldığı haberini aldıktan sonra örgütlülerin zihninde ne vardı bilinmez, ancak eyleme “birey” olarak katılmış “özgürlükçü parlak zihinler”, ne yapacağını bilemeden tedirgin bir şekilde yürümeye ve kitleyi takip etmeye devam ettiler. Ta ki polis, barikatları kurana ve kitleyi plastik mermi ve biber gazıyla durdurana kadar!

Polis saldırısıyla sonuçlanan bir eylem deneyimi, eyleme bireysel olarak katılmış öğrencilerin, örgütlenmenin değerini anlamasına yol açtı. Tek başına ya da arkadaşlarıyla anlaşıp oraya gelen öğrencilerin gözü, ODTÜ’de eylemleri ve direnişi planlayan eylem komitesine ve sosyalist öğrenci topluluklarına döndü. Sosyalistlerin sürece dair planlarından habersiz oldukları için polis şiddetiyle karşı karşıya kalan öğrenciler, komite üyesi öğrencilerin etrafında toplanıp bir sonraki hamleyi artık başlarına buyruk hareket etmeden beklemeye başladılar.

Bu eylemlerin tamamında kendi de bireysel olarak hareket etmiş birisi olarak, eylemlerde hissettiğim duyguyu tek bir kelimeyle şu şekilde ifade edebilirim: Çaresizlik! Eylemlere örgütsüz olarak katıldığınızda, yüzünüze plastik mermi atılırken, her yerden gaz kapsülü yağarken ya da gözünüzün önünde arkadaşlarınız dövülerek gözaltına alınırken hissettiğiniz, tam olarak bu. Çaresizlik hissini dağıtan şey ise sosyalist toplulukların, “gözaltı var, yardım edin” çağrısını duymak oluyor.

O durumda, ne kadar akıllı ne kadar becerikli olursanız olun, başka insanların fikirlerine ihtiyaç duyuyorsunuz ve o fikir ortaya atıldığında, hemen bunun bir parçası olmak istiyorsunuz. Diğer fikirleri dinleme ihtiyacı, aslında partiler ve örgütler için de geçerli. Örgütler ya da sosyalist partiler de dışarıdan bakışlara ya da mücadeleye yeni katılmış insanların görüşlerine ihtiyaç duyuyor. Fikirleriniz dinlendiğinde ise fark ediyorsunuz ki size sürekli dayatılmış olan, “birey olmak özgürlüktür” fikri tamamen bir yalandan ibaretmiş.

Total
0
Shares
Önceki makale
Gençlik direnişini gösteren bir kare

Direniş dersleri ve 12 yıldır “alttan alanlar”

Sonraki makale
Gençliğin üniversite boykotundan bir kare

Gençliğin devrimci dinamizmi üzerine

İlgili Gönderiler