Sen dünümüz, bugünümüz, yarınımızsın,
en büyük ustalığımız,
en ince hünerimizsin.
Sen aklımız, yüreğimiz ve yumruğumuzsun.
TKP’nin kuruluş yıl dönümü olan 10 Eylül vesilesiyle yazılan bu yazının girişini Türkiye topraklarında komünizm mücadelesinin tohumlarını atan ve bu mücadele için genç yaşta hayatını kaybeden Mustafa Suphi’yi ve Onbeşleri selam ve saygıyla anarak yapıyorum.
Bu yazıda, TKP’nin kuruluşunu ve gelişimini tarihsel bağlamına oturtarak okumaya çalışacağım. Bir devam yazısında ise ülkemizde sosyalist hareketin gerçekten toplumsallaştığı dönemi, TKP’nin 73 atılımı ve bunun sonuçlarını tartışacağım.
Kuruluş dönemi
İttihat ve Terakki hükümetine muhalefet ettiği için 1913’te Sinop’a sürgüne gönderilen Mustafa Suphi, buradan Rusya’ya kaçıyor ve Çarlık Rusya’sının esiri oluyor.
Türk savaş esirlerini örgütleyerek bir Kızıl Ordu birliği kuran, Kafkaslardaki Türkleri örgütleme çalışması yürüten ve Yeni Dünya isimli komünist propaganda dergisini çıkartıp yine aynı bölgelerde (Kırım-Bakü) derginin dağıtılmasına öncülük eden Suphi, en sonunda 1920’de Bakü’de TKP’nin (ya da Türkiye Komünist Fırkası) kuruluş kongresini tertip ediyor.
Bakü’de Türkiyeli komünistler partiyi kurarken Türkiye tabiri caizse yangın yeriydi. Anadolu halkları, emperyalist işgale karşı topyekûn bir ulusal kurtuluş savaşı veriyordu. Kendi ülkesi bir kurtuluş savaşı verirken, pek tabii komünistler de bu savaştan uzak duramazdı. Mustafa Suphi, TKP’yi Kurtuluş Savaşı’nın baş aktörlerinden biri yapmak ve bu savaşta işçilerin ve köylülerin siyasi temsilcisi olma sorumluluğunu yerine getirmek için 14 yoldaşıyla beraber Bakü’den yola çıktı. Ülkeye Kars’tan giren ve oradan Trabzon’a geçen Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, Ankara hükümetindeki hâkim burjuva politik önderliği ve onun aparatları tarafından katledildi. Bu cinayeti işleyen, Yahya Kâhya isimli çete lideri de sonrasında Kemalist iktidar tarafından gerçeğin gizlenmesi amacıyla ortadan kaldırıldı.
Sovyet etkisi
TKP, kuruluş dönemi itibariyle Sovyetler Birliği’nin yoğun etkisi altında, hatta ona göbekten bağlı bir örgüt diyebiliriz. 1920 Polonya yenilgisi ile birlikte devrimi yayma stratejisinden vazgeçen Sovyet Rusya, direksiyonu ülkedeki sosyalist devrimi korumaya doğru kırdı. Bu süreçte başat emperyalist aktörlerden İngiltere ile bile masaya oturan Sovyetler, aynı dönemde NEP ile aslında bir nevi geri çekilme yaşadı. Bu dönemde yanı başındaki Mustafa Kemal Türkiye’si ile aralarında karşılıklı bir ilişki vardı. Bir yanda emperyalist işgale karşı ulusal bir kurtuluş savaşı veren Türkiye, diğer yanda ülkesindeki sosyalizmi ayakta tutmaya çalışan Sovyet Rusya varken ülkeler arasında doğal olarak iyi ilişkiler kuruldu, anlaşmalar yapıldı. Hâl böyleyken Komintern’e bağlı TKP’de de farklı bir yönelim söz konusu olamazdı.
TKP, Sovyet dış politkasının öncelikleri ile Türkiye’deki sınıf mücadelesinin önüne koyduğu görevleri ayırma ve bu ikisi arasında sınıf pusulasını yitirmeyen bir denge kurma ustalığını gösteremedi (Yurtsever, s. 35-36). Mustafa Kemal hükümeti ise dışarıda Sovyetler ile dostane ve iyi ilişkiler kurarken içeride komünistleri ezmek ve bastırmak için tüm zor aygıtlarını kullanarak komünist partiye olan gerçek yaklaşımını gösterdi.
Bu döneme baktığımızda, hem temel Marksist metinlerin birçoğunun daha Türkçeye çevrilmemiş olmasından hem de dönemin özgül baskı koşullarından dolayı parti içerisinde politik ve ideolojik bir netliğin olmadığını, aynı şekilde teorik üretimin de hayli zayıf olduğunu görüyoruz.
Bu netliğin olmayışı, Komintern politikalarının partinin üzerinde oluşturduğu baskı ve devletin uyguladığı şiddet, 1927 tevkifatında kendisini gösterdi. 1925’te kuruluşunu yeniden gerçekleştiren TKP’de iç tartışmaların olduğu bir dönemde “Kemalizmle Uzlaşı” teorisinin mimarı Vedat Nedim Tör, TKP’nin gizli belgelerini ve üye listelerini polise teslim etti. Bunun sonucunda, 1927 sonbaharında içlerinde Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı ve TKP Merkez Komitesi’nin de bulunduğu büyük bir tutuklama dalgası yaşandı. İşbirlikçi Nedim Tör, sonrasında partinin demirbaşlarından Şevket Süreyya Aydemir ile birlikte istifa edip Kemalizmin bir ideoloji olarak inşa edilmesinde önemli bir rol oynayacak olan Kadro dergisini çıkardı.
Bir parantez: 1927 Adana Demiryolu Grevi
1927 Adana Demiryolu Grevi, Mersin-Nusaybin arasında çalışan demiryolu işçilerinin başlattığı, cumhuriyet tarihinin ilk büyük işçi direnişlerinden biridir. Toplam 13 gün süren bu grevde, yürütülen görüşmelerin sonucunda hükümet işçilerin yüzde 7’lik maaş zammını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu tek başına Türkiye işçi sınıfı için paha biçilemez bir miras fakat olayın bu yazıya dahil olmasının nedeni, grevi örgütleyenlerin bir kısmının TKP kadrosu olmasıdır. Hatta daha sonra TKP’nin önemli isimlerinden birisi olan İsmail Bilen de bu grevi örgütleyenler arasında bulunuyor.
TKP kadroları hükümetle görüşmelerde yer alıyor ve grev kırıcılara karşı direnişin örgütlenmesine büyük katkılar sağlıyorlar. Önderlerini ve öncü kadrolarını kısa süre önce kaybetmiş ve sürekli olarak polis baskısı altında kalan kadroların bu iradesi bugünümüze ışık tutuyor ve aslında “bir avuç” bile olsa komünist öznenin neleri değiştirebileceğini gösteriyor.
Oluşum süreci (1930-1973)
Metin Çulhaoğlu’na göre Türkiye aydınının kendi Marksist literatürünü oluşturamamasının en büyük nedenlerinden birisi, ideolojik ve politik olarak Kemalizmin biçimlenişinin tamamlanamaması (Çulhaoğlu, s.34). Hâkim ideolojinin sosyalist aydın tarafından içerilip aşılamaması ve/veya mahkûm edilememesi; buna ek olarak TKP’nin neredeyse 50 yıl süren teorik belirsizliği, partinin ideolojik alanda şabloncu bir Sovyetler Birliği uzantısı olmaktan öteye gidememesine sebep olmuştur.
Aynı sebeplerden ötürü, TKP kadrolarının bir kısmı Kemalizme karşı her zaman uzlaşmacı yaklaşmış ve karşılıklı bir yumuşama siyaseti oluşturmaya çalışmıştır. Haluk Yurtsever de TKP’nin 81. kuruluş yıldönümünde Gelenek dergisine verdiği röportajda buna değiniyor:
“TKP’nin sık sık örgütsel varlık ve eylemini sürdüremez durumlara likidasyon burgacına düşmesinde kemalizm karşısındaki ideolojik yumuşama kemalist siyasetleri destekleme siyasetlerinin bir karşı yumuşama yaratacağı beklentisinin önemli payı var. O kadar ki bu yaklaşım zaman zaman örgüt kurmama yayın çıkarmama türünden partinin bağımsız örgütlenme ve propagandasından vazgeçme tutumlarına kadar varabiliyordu.” (Yurtsever, s. 35-36)
Bu anlayış, TKP tarihinin aynı zamanda bir likidasyonlar tarihi olmasına da sebep olmuştur. Örneğin; 1934’te içlerinde Nazım Hikmet’in de bulunduğu toplam 109 kişi “polis, devlet ajanı ya da Troçkist ajan” olmak suçlamalarıyla partiden ihraç edilmiştir (Akbulut, s. 208).
Desantralizasyon (Separat kararları)
1936 yılında İtalya ve Almanya’da yükselen faşizm tehlikesi nedeniyle Komintern, Türkiye ve Polonya’daki komünist partilerin tüm etkinliklerinin durdurulmasına ve merkezlerinin dağıtılmasına karar verdi.
Separat kararlarıyla birlikte TKP kendi adıyla bir komünizm mücadelesi yürütmeyecek, yayın çıkarmayacak ve daha ılımlı/legal sol yapılarda örgütlenecekti. Bu yapılar halkevleri, sendikalar gibi araçları kapsıyordu ve komünist partilerin görevi buralarda faşizm tehdidine karşı birleşik bir mücadele örmek olacaktı. Buradaki temel amaç, yükselen faşizme karşı birleşik bir cephe oluşturmaktı.
II. Dünya Savaşı yılları
İkinci Dünya Savaşı dönemi için dünyada faşizm yükselirken, Türkiye’de de sefalet ve yoksulluğun yükseldiğini söyleyebiliriz. Bu dönemde ülkede üretimin ve ticaretin neredeyse bitme noktasına gelmesi istifçilik, karaborsacılık ve tefecilik yoluyla zengin olan bir “savaş burjuvazisinin” oluşmasına neden oldu. Bunlar sadece ekonomik değil, politik bir güce de sahipti.
İkinci Dünya Savaşı başında komünist kadroların birçoğu Örfi İdare Komutanlığı tarafından Anadolu’ya sürgüne gönderilmişlerdi. İkinci Dünya Savaşı başında komünist kadrolar ancak sınırlı sayıda kişi ile parti siyasetini devam ettirebilmişlerdir (Sipahi, s. 122).
Savaşın başında Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nin lehine hamleler yapması ve SSCB ile Almanya arasındaki saldırmazlık antlaşması sebebiyle ortamın nispeten durgun olması, Türkiye’nin tarafsız bir konumda durması gibi sebeblerle TKP, Refik Saydam hükümetini desteklemiştir. Refik Saydam’ın ölümüyle birlikte, savaş döneminde vurguncu ticaret burjuvazisinin de desteğiyle iktidara gelen Şükrü Saraçoğlu’nun Nazi yanlısı politikaları ve savaşın Almanya’nın lehine gidiyor olması, Türkiye’de de faşist hareketlerin yükselmesiyle sonuçlanmış ve Türkçü/Turancı gruplar TKP’ye karşı bir tehdit oluşturmuştur.
Haziran 1943’te, Şefik Hüsnü’nü kaleme aldığı “TKP Platformu Taslağı” ya da “1943 Platformu Taslağı” olarak bilinen bildirgeyle TKP Merkezi Kemalistleri destekleme siyasetinde değişikliğe gitti, “partilileri ve toplumdaki bütün ilerici yurtsever güçleri görev başına çağırarak faşizme ve vurgunculuğa karşı mücadeleyi yükseltmek için safları sıklaştırmaya çağırdı.” (Kemalizm, TKP ve Komintern)
Takip eden günlerde Reşat Fuat Baraner’in En Büyük Tehlike isimli broşürü yayınlanıyor ve ardından 1944’te Suat Derviş’in Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum incelemesi çıkıyor. 1944 yılının başlarında Ankara Yedek Subay Okulu’ndaki bir öğrencinin partinin gizli yayını ile yakalanmasının sonucunda ise yeni bir tevkifat dalgası başlamış (Sipahi, s. 126) ve mart ayında Reşat Fuat Baraner tutuklanmıştır.
Savaşın ardından, 1946 yılında Türkiye’de çok partili seçim sistemine geçilmesiyle TKP de legal parti denemelerine başvurdu. Aynı dönemde iki parti kuruldu: Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi. Fakat bunların ikisi de çok uzun ömürlü olmadı, sıkıyönetim komutanlığı tarafından iki parti de açıldıktan altı ay sonra kapatıldı. Şefik Hüsnü’nün de aralarında olduğu toplam 45 kişi ise hapis cezasına çarptırıldı.
1951 Tevkifatı
Türkiye’de 27 yıllık “kuruluş” iktidarı, ilk mağlubiyetini 1950 yılında Demokrat Parti tarafından aldı. Demokrat Parti’nin en büyük hedeflerinden biri, Türkiye’yi NATO üyesi yapmaktı. Bu hedefin karşısındaki en büyük tehlike ve düşman tabii ki komünistlerdi. 1951 yılında yapılan tevkifatta tam 167 partili tutuklandı. Bundan sonraki 10 yıllık süreci Türkiye sosyalist hareketi açısından ülke çapında faaliyetin yok denecek kadar zayıfladığı bir 10 yıl olarak değerlendirebiliriz.
TKP, bu 10 yıllık dönemde faaliyetlerini yurtdışında sürdürdü, Zeki Baştımar’ın yurtdışına çıktığı döneme kadar partinin faaliyetlerini İsmail Bilen yürüttü. Bu 10 yıllık dönemde en önemli faaliyetler, Nazım’ın da yurt dışına çıkmasıyla beraber büyük katkılar sunduğu Budapeşte Radyosu, Moskova Radyosu ve Bizim Radyo gibi yayınlar oldu.
TİP’in yükselişinde TKP’nin etkisi
Bir asrı deviren Türkiye sosyalist hareketi için en önemli iki olay ne diye sorulsa, çoğumuzun vereceği cevap aynıdır. Bir TKP’nin, iki TİP’in kurulması. İkinci konu uzun uzadıya tartışıldı, tartışılıyor ve tartışılacak. Herkes gibi benim de 1. TİP’in başarılarına ve başarısızlıklarına dair söyleyecek birkaç sözüm var fakat bu tartışmayı, bu yazıyı içinden çıkılamaz bir hâle getireceği için sonraya saklayalım.
Bu yazıda TİP ile ilgili konuşacağımız şey, TKP’nin ona olan etkisi. Behice Boran, M.Ali Aybar, Sadun Aren gibi birçok TİP yöneticisinin TKP kökenli olduğunu biliyoruz. Ayrıca Aydın Meriç takma adlı H. Erdal’ın TKP’mizi Yükseltelim adlı broşürüne göre Zeki Baştımar (Yakup Demir), 1961 yılında yurtdışına çıkmadan önce; “TİP’i legal, anti–emperyalist, sosyalizan bir hareket olarak yönetmekle görevli bir komite kuruyor. Böylece TİP’in başına komünist hareketin içinde ve dışında yer almış bir aydın grubu geliyor. Yakup Demir ile TİP yönetimi arasındaki bu ilişki esas olarak 1967’ye dek sürüyor.” (Erdal, s. 4-5)
1967 yılına gelindiğinde ise, “TİP’in başına getirilmiş TKP komitesine bir yandan ‘TİP hareketi tuttu, dışardan buyruk almaya ne gerek var’ düşüncesi egemen oluyor. Öte yandan Çekoslovakya olayları bu grubu anti–Sovyet bir konuma itiyor. Yurt dışındaki TKP’nin Türkiye’deki biricik dayanağı da böylece dağılıyor.” (Erdal, s. 5-6)
TKP tarihinin anlamı
TKP, 1960’lı yılların başından 1973’teki Atılım dönemine kadar yurtdışında belli başlı faaliyetlerde bulunuyor. Örneğin; 1962’de Leipzig Konferansı toplanıyor, bu toplantıya Abidin Dino, Nazım Hikmet, Fahri Erdinç gibi isimler de katılım sağlıyor. Yine aynı yıllarda Yurdun Sesi ve Yeni Çağ dergileri çıkıyor. 1967’de TKP’nin Sesi Radyosu çıkıyor ve TKP aynı yıl Batı Avrupa ülkelerindeki Türk göçmenler ve öğrenciler arasında örgütlenme çalışmaları başlatıyor. 1970’li yılların başına kadar TKP, varlığını bu şekilde sürdürüyor.
TKP’nin 50 yılına kabaca baktığımızda birçok baskıya maruz kalmış, ideolojik olarak netleşememiş, likidasyona uğramış bir parti görüyoruz. Fakat TKP sadece bunlardan ibaret değildir. TKP tarihi, anlamlı bir mirası barındırıyor.
TKP, işçisinden aydınına toplumsal yaşamın her alanında devrimci kadrolar yetiştirmiştir. Bu kadrolar, devletin tüm zor aygıtlarını kullanmasına rağmen “partisini satmamış”, her düştüğünde bir daha ayağa kalkmayı denemiş, komünizm mücadelesinden asla vazgeçmemiştir.
Bu tarihsel birikimin de etkisiyle TKP; işçi sınıfının, gençlerin, kadınların, memurların ve daha nicelerinin örgütü olmayı başardığı, toplum içinde kitleselleştiği bir dönem yaşadı. Bu atılımın gerçekleştiği dönemi ve sonrasında yaşananları, bu dönemdeki başarıları ve başarısızlıkları bir devam yazısında tartışacağız.
- Akbulut, Erden. Komintern Belgelerinde Nâzım Hikmet. TÜSTAV, 2002.
- Çulhaoğlu, Metin. Tarih, Türkiye, Sosyalizm: Bir Mirasın Güncelliği. Yordam Yayınları, 2016.
- Erdal, H. TKP’mizi Yükseltelim. İşçinin Sesi Yayınları, 1983.
- Sipahi, Serhat. Türkiye Komünist Partisi Öncülerinden Şefik Hüsnü’nün Moskova’ya Gönderdiği Rapor Çerçevesinde, İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Komünizm. Avrasya Beşeri Bilm Araştırmaları Dergisi, Cilt-Sayı: 1-2 (2021), Karabük 2021, s. 111-133.
- Kemalizm, TKP ve Komintern. Yeni İşçi Demokrasisi, Sayı 17, Haziran 2000.
- Yurtsever, Haluk. Yükseliş ve Düşüş: Türkiye Solu 1960-1980. Yordam Yayınları, 2008.