Bir devlet aparatı olarak Hizbul-Kontra ve Kürt sorunu

Türkiye tarihi, bir bakıma kontrgerilla tipi örgütlenmelerin de tarihidir. Neredeyse her döneme damgasını vuran bu yapılar, devletin veya devlet içerisinde çeşitli güç odaklarının desteğiyle faaliyetlerini sürdürmüş, kollanmış ve silahlandırılmıştır. Bu yazı, 90’larla birlikte devletin Kürdistan’da yükselen yurtsever direnişe karşı özel bir savaş aygıtı olarak Hizbullah (Hizbul-Kontra) ile kurduğu ilişkiye odaklanmaktadır. Bu dönemde köy boşaltmalarından faili meçhullere, beyaz toroslardan ev baskınlarına kadar bir dizi faaliyet, paramiliter örgütler eliyle gerçekleştirilmiştir.

Sovyetler Birliği’ne karşı NATO üyesi birçok ülkede soğuk savaş döneminde oluşturulan Gladyo tipi yapılanmaların bir ayağı da Türkiye’de Kontrgerilla şeklinde örgütlenmiştir.  Genellikle “Derin Devlet” olarak anılan bu örgütlenmeler, Susurluk Kazası sonrası somut olarak tanımlanabilecek düzeyde ayyuka çıkmıştır.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, 1991’den itibaren düzensiz savaş kapasitesini artırmak amacıyla ordunun yapısını değiştirmeye başlamış ve ordu içinde paramiliter örgütlenmeler oluşturmuştur. Kürdistan’da savaşın doruğa tırmandırıldığı, faili meçhul cinayetlerin ve işkencelerin sıradanlaştığı, zorla kaybettirilmenin meşrulaştığı 1994-95 yıllarında köy yakma ve koruculaştırma politikaları sonucu Kürtler, metropollere zorla göç ettirilmiştir. Düşük yoğunluklu savaş stratejisi gereği, neredeyse her Kürt’ün potansiyel şüpheli ilan edildiği bir dönemde, ölüm timlerine dönüştürülmüş paramiliter bir güç olarak kullanılan Hizbul-Kontra örgütü de devletle işbirliği hâlinde seri cinayetler işlemekteydi.

Kürdistan’da zorla kaybettirilme ve faili meçhul cinayetlerin egemen olmaya başladığı bu dönemde devlet, kendi öznesini yaratmak için köylüleri korucu olmakla köylerini boşaltmak arasında tercihe zorluyordu.

90’larda Kürdistan’da yürütülen kirli savaşta, gayrinizami harbin üç temel ayağı vardır. Bunlardan birincisi Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde kurulan özel kuvvetler. Bunun gelişimine baktığımızda; Özel Harp Dairesi 1952’de kurulmuş, ancak 91-92’de Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak yeniden yapılandırılmış ve özel bir ordu birliğine dönüştürülmüştür. 90’lara dair yayınlanan insan hakları raporları, sivil ölümleri ve köy yakmalarında adres olarak hep Bolu ve Kayseri’deki komando tugaylarını işaret etmektedir. Gayrinizami harbin ikincisi ayağı, “Ya sev ya terk et” mottosuyla özdeşleştirebileceğimiz koruculuk sistemi ve üçüncüsü Hizbul-Kontra’dır.

Kürdistan’da devletin derin yüzü: Hizbul-Kontra’nın ortaya çıkışı

Türkiye’de Hizbullah’ın kuruluş süreci 1979 yılına kadar uzanır. Millî Türk Talebe Birliği’nin siyasal İslamcı kimliğiyle şekillenen Hüseyin Velioğlu, Hizbullah’ın kurucu lideridir. Örgütün siyasi davranış biçimi, Diyarbakır ve Batman’daki İkra ve Vahdet kitabevlerinde yapılan “ilim tartışmaları” sırasında belirginleşmiştir.

Nevzat Çiçek, İslam ve Kürt sorunu ilişkisine değindiği ve bölgedeki İslami örgütlenmeleri anlattığı Puşi ve Sarık isimli kitabında bu toplantı kararını şöyle özetliyor: “‘Silah zoru ile mevcut rejime direnmek veya iktidarı devirip yerine İslami bir devlet düzeni kurmak’ fikrinin teoriden pratiğe geçirilmesi kararı alındı.”

Şeriat ülkesi hayaliyle başlayan bu tartışmalar, kısa sürede Kürt halkının tüm siyasal kazanımlarını hedefe koyan bir Hizbul-Kontra yapılanmasına dönüştü. Devletin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı semirttiği bu özel harp örgütü, Diyarbakır ve Batman merkezli birçok cinayetin failidir. Hizbul-Kontra, Türkiye’de “gayr-ı İslami” olarak kabul ettiği mevcut rejimi değiştirmek için yola çıkmıştı, ancak kısa sürede sisteme entegre olarak Kürtlere karşı katliamlara girişti. Hizbullah’ın askerî kanat sorumlusu Cemal Tutar, savunmalarında Cumhuriyet’in hilafeti ve saltanatı kaldırarak İslam âlemine zulmettiğini belirtir. Oysa örgütün silahlanmaya başladığı dönemde katlettiği kesim Kürt ve Alevi toplumunun önderleridir.

2000 yılında Hüseyin Velioğlu’nun Beykoz’da bir villaya yapılan bir operasyonda ölü ele geçirilmesi, örgütün dağılma sürecini başlattı ve birçok üyesi tutuklandı. Ancak 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle örgüt için dört aşamalı bir af programı hayata geçirildi. Programın dördüncü aşamasında, AB uyum yasaları çerçevesinde tutukluluk sürelerine üst sınırı getiren bir madde Meclis’ten geçirildi ve örgütün üst düzey sorumlularının salıverilmesine olanak sağlandı.

Cezasızlık politikasıyla kontra faaliyetleri ödüllendirilen Hizbul-Kontra, yeniden palazlandı ve 2004 yılında Mustazaflarla Dayanışma Derneği’ni (Mustazaf-Der) kurdu. Hizbullah gibi silahlı bir kanat oluşturmayan Mustazaflar, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleriyle dikkat çekti. Ancak kamuoyunda Hizbullah’ın devamı olarak görülen dernek 2010 yılında kapatıldı.

AKP projesi olarak Hüda Par

Mustazaf-Der’in kapatılmasının ardından Hizbullah, siyasal arayışını bir parti etrafında şekillendirdi ve 12 Aralık 2012’de Hüda Par ile sahneye geri döndü. Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, 2014’te Ayşe Arman’la yaptığı bir röportajda şöyle diyor: “Bizim organik bağımız yoktur Hizbullah’la. Aynı geleneklerden geldiğimiz için bazı olaylara bakışımız benzer olabilir, tabanlarımız kesişiyor olabilir ama biz Hizbullah’ın siyasi kanadı değiliz. Veya Hizbullah bizim silahlı kanadımız değil.” Ancak Hüda Par, Kobani eylemlerinde devletin paramiliter gücü olarak hareket etmekten imtina etmemiştir.

Özellikle Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde Dörtyol ve Sağlık Ocağı semtlerinde güçlü olan Hüda Par, sokağa çıkma yasağının ilan edildiği saatlerde devlet tarafından temin edilen silahlarla köşe başlarında pusu kurmakla görevlendirilmişti. Batman’da Hüda Par binalarından açılan ateş sonucu yaralanan bir genç, yerde sürünerek çatışma bölgesinden uzaklaşmaya çalışırken çapraz ateşe alınarak vurulmuştu. Antep’te ise “Kobani düştü, düşüyor” sözleriyle fitili ateşleyen Tayyip Erdoğan’ın güvendiği Hüda Par, kontrgerillayı aratmamıştır. 15 Temmuz Darbe Girişimi sürecinde de tüm Kürdistan’da silahlı olarak sokağa çıkan Hüda Par, çatışma olasılığının olduğu her sokağa yığınak yapmış, provokatif görüntülerle nöbet eylemlerini sürdürmüştü.

Son genel seçimlerde AKP-MHP faşist blokuna dışarıdan dahil olan Hüda Par, AKP listelerinden seçime girip mecliste dört milletvekiliyle temsil edilmektedir. Grubun paramiliter faaliyetle en ilişkili temsilcisi olan Batmanlı Serkan Ramanlı, yerel seçimlerde Batman belediye başkan adayı oldu ve tarihi farkla DEM Parti’nin eş genel başkanı Gülistan Sönük’e “jin, jiyan, azadî” sloganları eşliğinde yenildi.

90’lar asla geri gelmeyecek!

AKP’nin kayyum sopasını sallayarak Kürdistan’ı baskı altına aldığı bir dönemde Filistin’i bahane ederek AVM, kafe ve restoranlara saldıran Hüda Par üyesi provokatörlerin son eylemlerinden çıkarılması gereken dersler de var. Bir dans topluluğuna hedef göstererek saldırdıkları görüntüler daha tazeyken Hüda Par üyeleri cuma namazı çıkışı, polisin rica ve minnetine rağmen, basın açıklaması bahanesiyle esnafın iş yerlerine tekbirlerle saldırmış, yurttaşların canına kastetmişlerdir. Yine Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesindeki bir sitede havuza girmek isteyen kadınları tehdit eden Hüda Par üyesi bir provokatörün, “Sizin ağa babalarınızı öldürmüşüz daha mezarları belli değil” şeklindeki sözleri de Hüda Par’ın geçmişteki kontrgerilla faaliyetleriyle bağını göstermektedir. Yine Hewş Kafe’ye ikinci kez saldıranlar, Kürtlerin tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı seküler yaşama ve kadın özgürlüğüne açıkça saldırdılar ve karşılığında cezasızlıkla ödüllendirildiler.

Kürtlerin kendi dillerinde söyledikleri şarkıları ve bu şarkılar eşliğinde çektikleri halayları bahane eden AKP’nin, sömürge valileri aracılığıyla hemen gözaltı furyasına girişmesi, Kürt halkının kazanımlarına Hüda Par’la el ele göz dikmek anlamına gelmektedir. Ancak Kürt halkının buna verdiği yanıt gecikmedi ve halaylar bütün Kürdistan’a yayıldı. Trafik akışını sağlamak için yaya ve okul geçitlerinde hem Türkçe hem de Kürtçe yazılan yazıların güvenlik güçleri nezaretinde silinmesine karşı bütün caddeler aynı ifadelerle donatıldı.

Kayyum döneminde; sokaklara ve caddelere verilen isimler kaldırıldı, tabelalar indirildi, belediye bünyesindeki Kadın Politikaları müdürlükleri kapatıldı. Belediyeye ait kreşlerin eğitim faaliyetleri dinî değerler adı altında dinselleştirildi; belediyeye ait birçok taşınmaz, içlerinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bulunduğu çeşitli kurumlara peşkeş çekildi. Kazanılması gereken sıradaki mevzi budur.

Sonuç yerine: Direniş kazanacak

Narin Güran’ın katledildiği Tavşantepe Köyü’nde sonradan itirafçı olan ve Narin’i bir çuval içerisinde dere yatağına gömen, üzerini taşlarla örten Nevzat Bahtiyar’ın tarzı da Hizbul-Kontra yöntemlerini aratmamaktadır. Aynı soğukkanlılıkla namaz kılan itirafçı, itiraf tutanağında Narin’i nasıl gömdüğünü anlatırken hafızalarda 90’lar şekillenmektedir.

Hüda Par yöneticilerinin, “Narin, Suriye’ye kaçırıldı!” beyanlarıyla olayın akışına müdahil olduğu, AKP tetikçisi Galip Ensarioğlu’nun cinayet ortadayken dostluğu bahane ederek cinayetin üzerini örtme girişimi devletin, Kürt kadınlarının ve özellikle kız çocuklarının paramiliter yöntemlerle ortadan kaldırılmasını örtbas etme niyetinden azade düşünülemez.

Kürt halkının hafızasında derin yaralar bırakan 90’lı yılların Hizbullah’ı bugün AKP’den aldığı cesaret ve cezasızlık teminatıyla ve kontra faaliyetleriyle tırmanışa geçmektedir. Kürtlere eşit yurttaşlık yerine köleliği, özgür yurttaşlık yerine ölümü reva gören AKP ve tetikçisi Hüda Par bu topraklardan silininceye dek yoksul Kürt’ün payına yine mücadele etmek düşmektedir.

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki makale

Bir asır sonra TKP ve Mustafa Suphi

Sonraki makale

Bir kuruluşun eşiğinde: Günümüz komünist partisi üzerine notlar

İlgili Gönderiler