Sivas Katliamı anması düzenleyen kitle

Sivas Katliamı: Geçmişten bugüne uzanan bir süreç

Bazı tarihler vardır, üzerinden yıllar geçse de duvara asılmış birer kara çerçeve gibi kalakalır. 2 Temmuz 1993, bu ülkenin vicdanında işte böyle çivili durur. Ne zaman yaz sıcağı yakıcı olmaya başlasa ve ne zaman temmuz ayı takvime yaklaşsa, içimize bir ağırlık çöküverir. Çünkü bu topraklarda insanlar sadece düşündükleri, yazdıkları, şiir okudukları, türkü söyledikleri için göz göre göre, diri diri yakıldılar. Biliyoruz ki katliamın asıl hedefi sadece oradaki insanlar değil, bu ülkenin aydınlarını susturarak, susturamadığı yerde öldürerek bugünün karanlığına giden yolların döşenmesiydi. Yıllarca biriktirilmiş bir kinle tutuşturulmuştu Madımak Oteli.

Sivas Katliamı’nı doğru şekilde anlayabilmek için, Madımak Oteli önünde toplanan faşist ve gerici kalabalığın oraya nasıl ve hangi koşullar altında geldiğini; bu kalabalığı yönlendiren ve besleyen zihniyetin arka planını iyi kavramak gerekir. 1980 darbesiyle birlikte Türkiye’de sol hareketler, devrimci örgütlenmeler, emek mücadelesi ve laiklik savunusu sistematik biçimde bastırıldı. Devletin koruması altında gerici bir dalganın filizlenmesi için zemin hazırlandı.

Cezaevlerine doldurulan devrimcilerin sokaklardaki yerini, imam hatip koridorlarında yetişen muhafazakâr bir kuşağın alması hedeflendi. Bir yanda işkencehanelerde devrimcileri tutsak eden, diğer yanda cami kürsülerinde şeriat propagandası yapan gerici vaizlere alan açan bir düzen kuruldu. Bu bir çelişki değil, bilinçli bir tercihti; emekçilerin ve ezilenlerin insanca yaşam ve eşitlik içinde bir arada var olma mücadelesinin bastırılması, ülkenin hiçbir engelle karşılaşmadan patronların istekleri doğrultusunda yönetilebilmesi için halkın sol ile buluşmasındansa, cemaatlere ve tarikatlara yönelmesi tercih ediliyordu.

İşte böyle bir zeminde döşendi Sivas Katliamı’na giden yolun taşları. 1990’ların başında, laiklik karşıtı saldırılar artık fısıltıdan slogana dönüşmüştü. Aziz Nesin’in sözleri ve yazıları bahane edildi. Asıl mesele; solun, aydınlanmanın ve laikliğin hâlâ nefes alabiliyor oluşuydu. Yerel gazeteler, cami çıkışları ve siyasi oluşumlar hep birlikte hedef göstererek “Sivaslılar görev başına” gibi çağrılar yapıyordu. Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin yapılacağı günlerde şehrin atmosferi, açıkça yaklaşmakta olan bir katliamın ayak seslerini yansıtıyordu. Cuma hutbesinde verilen mesajlardan emniyetin ve valiliğin olaylara seyirci kalışına kadar her şey, şeriatçı ve faşist güruhu adım adım cesaretlendirdi. 1 Temmuz gecesi kentte dolaşan söylentiler ertesi sabah örgütlü bir kalabalığa dönüştü.

Katiller kollandı, yakanlar aklandı

Öğle namazının ardından şehir merkezinde toplanan kalabalık, saat 15:30’a doğru Madımak Oteli’ni kuşattı. Polis herhangi bir müdahalede bulunmadı. Aksine, bazı çevik kuvvet ekipleri geri çekilerek saldırganlara alan açtı. Akşama doğru kalabalığın sayısı bini aştı, benzin bidonları ve molotoflar taşındı, otelin giriş kapısı kırıldı. Saat 19:00 civarında ise merdiven boşluğuna dökülen yakıt alev aldı, içerideki 33 aydın, iki otel çalışanı ve saldırganlar arasından iki kişi dahil 37 insan yaşamını yitirdi. Madımak’ın önünde bekleyen yangın söndürme araçları hareketsiz kaldı, kamu görevlileri katliama sessizce ortak oldu.

2 Temmuz’da 33 aydın yakılarak öldürüldü. Her birisi bu ülkenin canından bir parçaydı; şair, yazar, ozan, sanatçı… Düşüncelerinden başka silahları yoktu. Ateşe verilen Madımak Oteli’yle birlikte bu ülkenin onurunun, vicdanının, aklının ve kültürünün kül olması istendi. Katillerin kim olduğunu tespit etmek zor değildi. Görüntüler hâlâ arşivlerde, isimleri hâlâ tutanaklarda. “Aranan” katiller aradan geçen yıllar içinde evlendi, askerlik yaptı, kimlik çıkarttı ama yakalanmadılar! Devleti yöneten iktidarlar, katliamın hesabını sormayarak, ona ortak olduklarını gösterdiler. Yıllar süren davalar ya boşa çıktı ya da insanlığa karşı işlenen suçlarda geçerli olmamasına rağmen zaman aşımına uğratıldı. Yani Alevi toplumuna dönük açık bir katliam, insanlığa karşı işlenmiş suç sayılmadı! Yargılama süreci eksik iddianameler ve çelişkili bilirkişi raporları ile örüldü.

Kararlar bozuldu, yeni davalar açıldı, dosyalar süründürüldü. Sorumlu il yöneticileri, emniyet amirleri, dönemin bakanları hiçbir zaman mahkeme kapısına dahi çağırılmadı, cezasızlığın resmîleşmesi böyle başladı. Hüküm giyenler bile birer birer affedildi, sağlık sorunları bahane edilerek serbest bırakıldı. Adalet sadece gecikmedi, hiç gelmedi. Yargı süreci, aynı zihniyetin gelecekte yeniden harekete geçmesi için cesaret verici bir örneğe dönüştü.

Dün Sivas’tı, bugün Leman!

Sivas Katliamı’nın ardından iktidarlar değişti ama zihniyet hiç değişmedi. 2002’de iktidarı devralan AKP, Madımak’ın bir utanç müzesine dönüştürülmesi çağrılarını görmezden geldi. Aksine, sorumlular korunup kollandı, davetlerde protokole oturtuldu.

Bugün, katliamın üzerinden otuz iki yıl geçmişken hâlâ aynı karanlık zihniyet sokaklarda dolaşıyor. Geçtiğimiz günlerde Leman dergisine yönelik gerçekleştirilen saldırı, bunun ne ilk örneğiydi ne de son. Bir karikatürden yola çıkılarak “din düşmanlığı” bahanesiyle hedef gösterilen bir dergi, şeriatçı bir kalabalık tarafından ablukaya alındı. Beyoğlu’ndaki ofise taş ve sopalarla saldıran, “bu bina yanacak” diyen grup, “kahrolsun laiklik” sloganlarını otuz iki yıl önce Sivas’ta atılan sloganlardan öğrenmişti. Polisin tavrı ise tanıdıktı; araya girilmedi, müdahale edilmedi, şeriatçılar sadece izlendi. Dergi çizerleri ise gözaltına alındı, Leman’la dayanışmanın engellenmesi için yalnızca demokratlara ve devrimcilere dönük bir polis ablukası kuruldu.

Leman’a yapılan saldırı, tıpkı Sivas’ta olduğu gibi, açıkça bir iktidar tertibiydi. Yayınlanmasının üzerinden neredeyse bir hafta geçmiş bir karikatür, içeriğinden bağımsız ve tamamen yanıltıcı biçimde kim olduğu belirsiz internet trolleri tarafından dolaşıma sokuldu. 19 Mart sonrasında gerçekleşen Saraçhane mitinglerinde sözde camiyi korumak için alana sokulan İBDA-C, Leman’a saldırının da koçbaşıydı. Leman çizerleri ölümle, yakılmakla tehdit edilirken şeriatçı saldırıyı kınamaya bile tenezzül etmeyen bakanlar ve AKP’li cumhurbaşkanı Erdoğan, Leman çizerlerini hedef alarak şeriatçıların sırtını sıvazlamış oldu.

Tüm bu gündemin Sivas Katliamı’nın yıl dönümüne, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının 100. gününe gelmesi ise elbette tesadüf değildir. En temel demokratik hakları dahi gasp edilen emekçilere karşı kullanılacak aparatlar sahneye sürülerek emekçiler tehdit edildi. Ancak yine görüldü ki toplum, bu tehditlerden dolayı sinmiyor, şeriatçılar ise ancak devletin koruması altında gövde gösterisi yapan küçük bir azınlık olmanın ötesine geçemiyor.

Bir arada yaşam ve devrimci iktidar mücadelesi yükseltilmeli

Katliamdan otuz iki yıl sonra Sivas’ta yakanlar hâlâ korunuyor, aklayanlar ve yeni katliamların yolunu açanlar ise iktidarda! Hedefleri ise yine aynı: Alevilerin, devrimcilerin, demokratların olmadığı, kadınların ve LGBTİ+’ların, Kürtlerin sessizce var olup yalnızca biat ettiği bir ülkeyi yaratmak!

Ancak bu gerici ve faşist zihniyet ne kadar çabalasa da bu topraklarda filizlenen aydınlanmacı, eşitlikçi, özgürlükçü ve devrimci fikirleri yok edemez. Çünkü bu fikirlerin kökü dışarıda değildir, bizzat bu toprakların tarihinden beslenmiştir. Pir Sultan’dan Deniz Gezmiş’e, darağacında baş eğmeyen nice insan bu mirasın simgesidir. Nazım Hikmet’in sürgündeki dizeleriyle, Sabahattin Ali’nin aydınlanma sevdasıyla insana dair ne varsa onu taşımış ve korumuştur. Yüzyıllar boyunca gericiliğe karşı mücadele eden, teslim olmayan sayısız canımız vardır. Madımak’ın küllerine sahip çıkanlar da Beyoğlu’nda hedef alınanların yanında duranlar da bu onurlu mirasın bugünkü taşıyıcılarıdır.

Sivas’ta Alevi toplumunun hedef alınmasıyla eşit yurttaşlığa ve emekçilerin iktidarına dayanan demokratik bir toplum için verilen mücadele hedef alınmıştı. Çorum ve Maraş katliamlarının devamı niteliğindeki bu katliam, Türkiye’nin devrimci birikimini ve mücadeleci aydın kuşağını yok etme girişimiydi. Bugün bize düşen görev, tüm bu baskıya rağmen yenilmeyen, faşist ve gerici iktidarların karşısında diz çökmeyen bu birikimi yeniden ayağa kaldırmak ve bu karanlığı bir daha geri gelmeyecek şekilde yenilgiye uğratacak bir mücadeleyi örmektir.

Dönem dönem etrafımızı saran karanlık hiç dağılmayacakmış gibi gelebilir ama tarih her zaman mücadele edenleri, iyi olanı, doğruda duranı haklı çıkarır. Ve biz son sözümüzü henüz söylemedik.

Madımak’ta hayatını kaybeden canlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Görülmemiş hiçbir hesap kalmayana dek mücadele edeceğimizin sözüyle…

Total
0
Shares
Önceki makale

NATO savaşa ve ölüme daha çok kaynak istiyor!

Sonraki makale
Salih yoldaşın anısına... yazısının kapak fotoğrafı

Salih yoldaşın anısına…

İlgili Gönderiler