İzmir grevi ve muhalefetin işçi düşmanlığı

Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.

Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra beş CHP’li Belediye Başkanı’nın daha görevden alınması, İzmir’de gerçekleşen grev, trans kimliği nedeniyle ailesinden gördüğü baskı sonucu intihar eden Helin ve Musk-Trump tartışması konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.

Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.

Haftanın işçi direnişleri

İstanbul/Beşiktaş – Beşiktaş Belediyesi’nde işçiler, keyfî gerekçelerle işten çıkarıldı. İşten çıkarılmalara karşı işçilerin direnişi devam ediyor.

İstanbul/Tuzla – TKIS Blinds işçileri, örgütlenme özgürlüklerinin patron tarafından engellenmesine karşı 226 gündür direniyor.

İzmir/Çiğli – İzmir’de, Çiğli Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıl Haziran ayında işten çıkarılan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası 10 No’lu Şube üyesi kadın işçilerin mücadelesi devam ediyor. Haksız şekilde işlerinden edilen kadınlar, 10 Mayıs’tan beri CHP Genel Merkezi önünde toplanıyorlar.

Kocaeli/Gebze – Portakal Plastik işçilerinin grevi kazanımla sonuçlandı! İlk yıl için yüzde 66,52 oranında ücret artışı yapıldı, ortalama net çıplak ücret ise 45 bin 934 lira oldu. Ayakkabı yardımı, çocuk ve aile yardımı, deterjan, havlu, izin parası, yılbaşı paketi, devam teşvik primi gibi sosyal haklar da anlaşmanın parçası oldu. Direnen işçiler kazanır!

Kocaeli/Dilovası & İzmir/Çiğli OSB – 2 Haziran’da patronla yapılan görüşme sonucunda DYO Boya işçilerinin talepleri yine karşılanmadı ve greve devam kararı alındı. DYO Boya işçileri 16 gündür grevde.

Adana & Mersin – Toros Tarım ile Petro-İş arasında gerçekleştirilen görüşmelerde ücret ve sosyal haklar başlıklarında anlaşma sağlanamaması üzerine Toros Tarım işçileri greve çıktı. Yüzde 52 zam dayatmasına karşı yüzde 137 zam talep eden işçiler, 18 gündür direniyor.

İzmir – Gaziemir’de,  TEKSİF sendikasına üye olan yedi Digel Tekstil işçisinin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 142 gündür sürüyor.

İzmir/Menemen – Amerikalı şirket TPI Composites ile Petrol-İş Sendikası arasında yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri, ücret ve sosyal haklar konularında uzlaşma sağlanamaması nedeniyle grev kararıyla sonuçlandı. İşçiler, 13 Mayıs’tan beri grevde.

İzmir/Dikili – Birleşik Tarım Orman İşçileri Sendikası’na (BTO-SEN) üye olan çoğunluğu kadın Queen Tarım işçilerinin sendikal hakkı patron tarafından gasp ediliyor, sendikanın yetkisi tanınmıyor. Sendikal hakları için mücadele eden Queen Tarım işçilerinin direnişi devam ediyor!

İzmir/Kemalpaşa – Sendikal örgütlenme haklarını kazanmak için direnen Temel Conta işçileri 180 gündür direniyor.

Kocaeli/Gebze – Birleşik Metal Gebze 1 No’lu şubenin yetki aldığı ERLAU fabrikasında sendikalı işçilerin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 55 gündür sürüyor.

Beş belediye başkanı daha görevden alındı

CHP’li belediyelere yönelik iktidar operasyonunda beşinci dalga da gerçekleşirken, beş belediye başkanı görevden alındı, aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu 22 kişi tutuklandı. Bir taraftan da CHP’ye dönük “kongre soruşturması” devam ediyor. Operasyonların yeni dalgasında gözaltına alınanların arka arkaya dizilerek çekilen fotoğrafının servis edilmesi, KCK ve Ergenekon operasyonlarını akla getirdi. İktidar yöntemleri, ittifaklar değişse de aynı kalıyor.

Yeni dalga tutuklamaların ardından Özgür Özel, hafta içi yaptığı mitingde savcı Akın Gürlek’i hedef aldı, iktidarın yargıdaki tetikçisi olan Gürlek’e söylediği sözler hakaret içermeyen sözler gerekçe gösterilerek soruşturma açıldı. İktidar, her yönden ana muhalefet partisinin merkezi etkisizleştirmeye ve 19 Mart sonrası toplumsal muhalefetin gösterdiği direnci kırmaya çalışıyor.

Tutuklamaların gerekçesi olarak sunulmak üzere bir suç örgütü üretilmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz hafta “ahtapot” tartışmasında karşılık bulan bu soruşturmalarda iktidar, muhalif belediyelerin bir rüşvet ve çıkar ağı oluşturduğunu, tehdit yoluyla birtakım iş insanlarına ya da kurumlara iş yaptırdığını iddia ediyor. Bu örgütün başının ise Ekrem İmamoğlu olduğunu öne sürüyor. Ancak buna dair, etkin pişmanlıktan yararlanan zanlıların ifadeleri dışında herhangi bir kanıt bulunmuyor. Etkin pişmanlıktan yararlananların ise ifadeleri de kendileri de tartışma konusu.

Örneğin; dördüncü dalgada gözaltına alınıp “samimi itirafları nedeniyle” hafta içinde serbest bırakılanların arasında Avrasya Tüneli, Çanakkale Köprüsü gibi projeleri yürüten Yapı Merkezi’nin yöneticileri yer alıyor. Soruşturmada etkin pişmanlıktan yararlanan, aylar önce Beşiktaş Belediyesi’ne dönük operasyon gerçekleşirken adını duyduğumuz Aziz İhsan Aktaş, iktidar belediyeleriyle de sıkça iş yapan bir isim. Sayıştay raporları usulsüzlükleri göstermesine rağmen, aynı isimlerin iktidarın elindeki belediyelerle yürüttüğü işler bir soruşturmanın dahi konusu edilmezken, muhalefet belediyelerinde aynı durumdan ötürü suç örgütü üretilmeye çabalanıyor.

Ana muhalefet partisi CHP, iktidar tarafındna ablukaya alınıyor. Burada boğulmaya çalışılan, düzenin işler parçalarından biri olan CHP değil, onun nezdinde toplumsal muhalefetin direncidir. Saraçhane eylemleri ve sonrasında, gençlerin öncülüğünde tüm toplumun kararlı direnişi, CHP’nin mevcut yönetimini de bu kararlı tutumu taşımaya ve temsil etmeye itti. İktidar, kaybettiği toplumsal desteği ikame etmek için üç noktaya vurarak politika yürütüyor. Birincisi, CHP’de somutlanan cumhuriyetçi muhalefet ile Kürt muhalefetinin arasını, “çözüm süreci” içinde açmak; ikincisi, kongre sürecine dönük soruşturmalarla birlikte CHP’nin parti içi konsolidasyonunu dağıtmak; üçüncüsü, CHP’nin mevcut direngenliğini kırarak toplumsal muhalefetin yarattığı direnişi ortada bıraktırmak.

Şimdiye dek iktidarın hamlelerine karşı kararlılığını korumuş olsa da CHP’nin mevcut direnişi kararlı ve tutarlı bir şekilde taşımaya devam edip edemeyeceği, onun düzen içi pozisyonundan dolayı şüphelidir. Ayrıca İzmir Belediyesi’nde görüldüğü gibi, işçi düşmanı bir pozisyona kolayca sürüklenebilen sosyal demokrasinin sınıfsal açıdan tutarsız tutumu, beklenmedik bir anda onun toplumda bulduğu karşılığı da erozyona uğratabilir. Bu yüzden, direnişin, bir partinin değil toplumu oluşturan ve çoğunluğunu emekçilerin oluşturduğu insanların eyleminin ürünü olduğunun bilinci korunmalı ve ilerletilmelidir.

İzmir grevi ve muhalif belediyelerde grev hakkı

Toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecinde yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin (İzBB) çeşitli iştiraklerinde çalışan ve sayıları 23 bini bulan işçiler, 28 Mayıs’ta greve çıkmıştı. Grevin temel talebi, eşit işe eşit ücret verilmesiydi. Bunun sebebi, İzBB’nin başka iştiraklerinin, o iştiraklerde yetkili olan Belediye-İş sendikasıyla yaptığı TİS koşullarının, geçtiğimiz hafta greve çıkan işçilerin sahip olduğu koşullardan çok daha iyi olmasıydı. Grev, bir haftanın ardından imzalanan TİS ile sonuçlandı. İmzalanan anlaşma, mevcut koşulları kısmen iyileştirmiş olsa da işçilerin taleplerinin çok altında kaldı. Bu anlaşmanın imzalanma sebebi ise büyük ölçüde CHP ve DİSK Genel Merkezi’nin baskısı oldu.

Belediyelerde aynı işi yapan işçilerin neden farklı birimlerde ve şirketlerde çalışıyor olduğu sorusu bir yana, İzBB Başkanı Cemil Tugay’ın bir patron rolünü üstlenerek grev kırıcılığına soyunması ve halkı da buna ortak etmesi grevin gündemi oldu. Çöpleri toplamak için sokağa çıkan Cemil Tugay, grev kırarak suç işliyor olmasına rağmen, işçileri belediyeye ihanet etmekle suçladı. Böylelikle grevin toplumda destek bulmasını engellemeye dönük hareket etti. CHP’ye yakın medya kuruluşlarından çıkan haberlerde İzBB’nin teklifinin piyasanın çok üzerinde olduğu ancak bunun sendika tarafından kabul edilmediği propagandası yapıldı. Ayrıca, MHP’li Kırklareli Belediyesi gibi iktidar elindeki belediyelerde yüzde sıfır zamma onay verildiği, DİSK temsilcilerinin “Zam vermezseniz AKP’ye oy toplarız” ifadelerini kullandığı gibi yalan haberler dolaşıma sokuldu.

Sosyal medya başta olmak üzere işçilere dönük halk tepkileri de görünür oldu. İşçilerin talep ettikleri ücretleri mühendis ve doktor maaşlarıyla kıyaslayan bir mantık, alıcı buldu. Ücretlerin belirlenmesinin nesnel koşullarının “kaç yıl okunduğu” gibi unsurlar değil, sınıf mücadelesinin kendisi olduğu görünmez kılındı. Emeği için mücadele eden bir temizlik işçisi, bunu yapmayan bir mühendisten elbette daha fazla kazanabilir. Çünkü ücret, çalışma koşulları ve çalışma dışı kalan ancak emek sürecinin bir parçası olan boş zamanın niteliği, patronla işçi arasında, örgütlü gücün belirleyici olduğu bir mücadele süreciyle belirlenir. Örgütlüyseniz ve mücadele ediyorsanız güçlüsünüzdür! Görüldü ki patronlar yalnızca iktidar aracılığıyla devleti kendi örgütlü güçleri olarak kullanmalarıyla değil, aynı zamanda muhalefet içerisindeki politik ve ideolojik örgütlülükleriyle de güçlüler. Bunun karşısında emek cephesinin biribiriyle rekabete girmek yerine, bağımsız sınıf çıkarlarını savunacakları birleşik bir mücadeleyi hedeflemesi ve grevi tüm emekçilerin desteklemesi gerekirdi. Ancak bu olmadı.

Bunun gerçekleşememesinin bir diğer sebebi, DİSK’in düzen siyasetinden ve siyasetçilerinden bağımsız bir konum alamayışıdır. Bir DİSK sendikası olan Genel-İş’in yürüttüğü grev, toplumun farklı kesimlerine daha etkili anlatılabilir, bir karşı anlatı oluşturulabilirdi. Ancak bunun yapılabilmesi için, işçi düşmanı söylemlerin karşısına en az onlar kadar güçlü ve kararlı çıkmak gerekiyor. Bu da DİSK’in, CHP’li bir belediyeyle düşmanlaşması anlamına gelebilirdi. Açık ki DİSK, bu durumdan çekindi ve direnişi ilerletmektense uzlaşıyı seçti. Parantez içinde belirtilmelidir ki Türkiye’de karşısında siyasi mücadelenin ortaklaşacağı odak, iktidardır. İktidar karşıtı cephenin parçası olmak, Türkiye’de emek yanlısı herkesin de görevidir. Ancak bunun anlamı, sosyal demokrasinin ürettiği işçi düşmanlığının dahi sineye çekildiği, her konuda onun ideolojik belirleyiciliğinin hâkim kılındığı ve bunun sorgulanmadığı bir pozisyon almamız olmamalı. İktidara karşı emek eksenli bir mücadeleyi örmeye çalışırken, muhalefet içindeki düzen unsurlarına karşı da emek siyasetinin sınırları net şekilde çizilmelidir.

İzmir’de belediyenin ve “muhalif” halk kesiminin ürettiği işçi ve emek düşmanlığı, ülke çapında grev hakkının ve hak mücadelelerinin meşruiyet zeminini aşındıracak bir etkiye sahip olabilir. İktidar medyasını aratmayan muhalif yayınlar, AKP trollerini aratmayan muhalefet trolleri, yarattığı tahribatın farkında olmayabilir ancak gerçekleşen, koca bir grevin iktidar yöntemleriyle bastırılmasıydı. İzmir Belediyesi’nde İzmirlilerden çok Kürtlerin çalıştığı yalanı da, ırkçı provokasyonlara oldukça açık olan bir toplumsal tabanda zararlı düşünceleri besledi.

İzmir grevi; emekçiler, emekten yana siyaset üretenler ve emekten yana konum alan tüm toplum kesimleri için öğretici bir süreçti. Buradan alınacak ders, işçi sınıfı adına siyaset üretme iddiasında olanların düzen cephesi dışında bir alternatifi örmek için çabalarını yoğunlaştırmaları gerektiğidir.

Onur ayında bir trans kadın intihar etti

Edirne’de yaşayan Helin isimli trans bir kadın, dün sosyal medya üzerinden gerçekleştirdiği canlı yayında yaşamına son verdi. Yayın sırasında annesine ulaşmaya çalışan Helin, intihardan önce “Ekran kaydı al, paylaş, bütün trans sitelerine at. Bize yaşama hakkı vermiyorlar. Ailem başta kabul etmiyor. Hadi bay” sözleriyle seslendi.

Helin’in ölümü, Türkiye’de transların maruz kaldığı sistematik dışlanmayı, aile içi şiddeti ve toplumsal baskının yarattığı yıkıcı sonuçları bir kez daha görünür kıldı. Kendisini yalnızlığa ve çaresizliğe sürükleyen koşulları açıkça dile getiren Helin’in son sözleri, yaşadığı toplumun ona sunduğu daraltılmış ve şiddetle örülmüş yaşam alanının bir ifadesi olarak kayda geçti.

İstanbul Onur Haftası ve Trans Onur Haftası komiteleri, sosyal medya hesapları üzerinden “Helin’i unutmayacağız” açıklaması yaptı. Açıklamada “Devlet politikalarıyla sağlığa, eğitime, istihdama, barınmaya erişimi engellenen; aynı politikalarla toplumda körüklenen nefretin hedefi olan transların yaşam hakkı ellerinden alınıyor. Devlet, derin yoksulluğu ve çürümüş düzenini LGBTİ+’lara saldırarak saklamaya çalışıyor. Sistematik olarak görmezden gelinen, yok sayılan, çaresiz bırakılan arkadaşlarımız hayattan koparılıyor, intihara sürükleniyor. Helin’in ölümü, devletin kurduğu nefret düzeninin doğrudan sonucudur; politik bir cinayettir. Sevenlerine ve yakınlarına, LGBTİ+ topluluğuna başsağlığı diliyoruz. Nefret politikalarıyla cehenneme çevirdiğiniz hayatların hesabını soracağız. Helin’i unutmayacağız.” diyerek tepkilerini dile getirdiler.

Helin’in ardından yükselen sesler, sadece bir bireyin hayatını kaybetmesine değil, aynı zamanda bu ülkenin trans yurttaşlara sunduğu yaşam koşullarının acımasızlığına da işaret ediyor. Bir kez daha, bir trans kadın yalnız bırakıldı. Bir kez daha, bir genç insan, “yaşama hakkı tanınmadığını” söyleyerek aramızdan ayrıldı. Helin’in ardından kalan ise yalnızca bir acı olay değil; aynı zamanda yaşananların tekrar etmeyeceği bir dünya kurma sorumluluğu oldu.

Elon Musk ve Donald Trump arasında The One Big Beautiful Bill tartışması

Beyaz Saray’daki görevinden ayrılmasının ardından milyarder Elon Musk, sosyal medyada ABD Başkanı Donald Trump hakkında yaptığı paylaşımlarla gündeme geldi. Sosyal medya hesabından yaptığı bir dizi paylaşımda, ABD Başkanı Donald Trump’ın imzaladığı bütçe tasarısına yönelik eleştirilerini yeniledi ve tasarıyı “mide bulandırıcı bir iğrençlik” olarak nitelendirdi. “Üzgünüm ama artık dayanamıyorum. Bu devasa, çirkin, domuz eti dolu Kongre harcama tasarısı bir iğrençlik. Ona oy verenler utansın. Yanlış yaptığınızı biliyorsunuz. Biliyorsunuz” diyerek tepkisini dile getirdi.

Musk, son yaptığı paylaşımlarda, Trump’ın 2024 seçimlerini kendi desteği sayesinde kazandığını ileri sürdü ve ABD Başkanı’nın isminin Epstein dosyalarında yer aldığını, dosyanın bu nedenle açıklanmadığını iddia etti. Bu açıklamanın ardından Temsilciler Meclisi’nden iki Demokrat üye, Epstein dosyalarının gizliliğinin kaldırılması ve yayımlanması talebiyle Adalet Bakanı Pam Bondi ve Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Direktörü Kash Patel’e mektup yazdı.

Trump ise Musk hakkında sorulan sorulara, “Aklını kaçırmış adamdan mı bahsediyorsun?” ve “Elon’u aklıma bile getirmiyorum. Onun bir sorunu var. Zavallı adamın bir sorunu var,” şeklinde yanıt verdi ve suçlamalara dair herhangi bir açıklama yapmadı.

Tartışma, Trump’ın The One Big Beautiful Bill adıyla duyurduğu vergi indirimlerine dair senatoya gönderilen yasanın konuşulmaya başlanmasıyla gündeme geldi. Yasa tasarısına Cumhuriyetçilerden iki senatörle birlikte en büyük tepki Elon Musk’tan geldi. Tasarı hakkında, “Bu yanlış. Söz konusu tasarı bana bir kez bile gösterilmedi ve gece yarısı o kadar hızlı bir şekilde kabul edildi ki, Kongre’deki neredeyse hiç kimse onu okuyamadı bile,” dedi ve Amerika halkının büyük borçlar altına gireceğini savundu.

Musk, yeni oluşturulan ve çok tartışmalı olan Hükümet Verimliliği Departmanı’na (DOGE) bir süredir liderlik ediyordu. Bu danışmanlık rolünde Musk, federal bürokrasideki “israfı” tespit edip ortadan kaldırmakla görevlendirilmişti. Ancak onun ve DOGE’nin federal hükümeti küçültmeye yönelik adımları —işgücünü azaltmak, sözleşmeleri iptal etmek ve bazı hükümet kurumlarını kapatmak— hem Musk’ı hem de Trump’ı eleştirilerin ve davaların hedefi hâline getirdi.

Söz konusu tasarı, 2017’de Trump’ın ilk döneminde oluşturulan vergi kesintilerini uzatacak; yönetimin önceliklerine, ABD’nin Meksika sınırına bariyer inşa etmek için 46,5 milyar dolar dahil olmak üzere daha fazla fon aktaracak; milyonlarca yoksul için yaşamsal öneme sahip Medicaid ve Ek Beslenme Yardım Programı (SNAP) gibi sosyal güvenlik ağı programlarına erişimi sınırlayacak; belgesiz göçmenleri ise eyaletlerce finanse edilen birçok programın dışında bırakacak.

ABD Kongre Bütçe Ofisi (CBO), tasarıya dair yaptığı açıklamada, yasanın önümüzdeki on yıl içinde mevcut 36,2 trilyon dolarlık federal borca yaklaşık 2,4 trilyon dolar daha ekleyeceğini öngördüğünü belirtti. Bu, Musk’ın eleştirilerinde olduğu gibi, hükümetin daha fazla borçlanacağı anlamına geliyor.

Her ne kadar federal hükümetin daha fazla borçlanmasının önüne geçmek istiyor gibi görünse de Musk için hükümette aldığı göreve de ters düşecek şekilde, hükümetin ekonomik daralmasının önüne geçeceği için bu kadar sesini yükselttiği yorumunu yapmak zor değil. ABD burjuvazisi için, devleti her anlamda kuşatmak ve ABD Başkanı’nın seçiminden çıkacak yasalara kadar her konuda karar verici olmak yeni bir şey değil. Ancak, tüm dünyada bölüşüm şokunun yaşandığı ve dev tekellerin arttığı son dönemde bu kuşatma da tekellerin elinde oyuncağa dönüşmüş örneklerden biri oldu.

Tekeller ise yekpare bir çıkar ortaklığına sahip olmayabilir. Musk’ın temsil ettiği ve bilgi, bilişim teknolojilerinin mülkiyetine dayanan tekelleşme süreçleri, göçmen emeğinden ticaret kısıtlamalarının kaldırılmasına kadar pek çok serbest piyasa önlemine hâlâ ihtiyaç duyuyor. Buna karşın Trump’ın da temsilciliğini yaptığı ve iktidara gelmesinde önemli pay sahibi olan geleneksel sermaye grupları, petrol ve fosil yakıtların yoğun olarak harcandığı metal sanayi gibi sektörlerde iş yapıyor. Gümrük vergilerinin, ABD merkezli bir demir-çelik üreticisini memnun edebiliyor olsa da nadir element ticaretine ve gelişmemiş ülkelerin ucuz ve nitelikli eğitimli iş gücüne ihtiyaç duyan bilişim teknolojisi merkezli yeni tekelleşme süreci, mevcut politikalardan zararlı çıkabilir. Musk-Trump gerilimini bir de bu boyuttan okumak gerekiyor.

Ancak bu söylenen, Musk ve türevlerinin devlet tarafından desteklenmediği anlamına gelmiyor. Zaten servetlerini mevcut devlet mekanizmasına ve iktidar ilişkilerine borçlu olan bu isimlerin devletle kurdukları ilişki, Trump’ın “SpaceX desteğini keserim” tehdidiyle gün yüzüne çıktı. Musk, Jeff Bezos gibi isimler, dahi oldukları için değil, NASA gibi kuruluşlardan aktarılan milyarlarca dolar değerinde kaynakla bugün bulundukları konuma geldiler. Bu kaynak ise hem Amerikan halkının hem de Amerikan emperyalizminin ezilen halklardan sömürdükleriyle üretildi.

Kapitalistlerin zaman zaman çıkarlarının çatıştığını çok sayıda örnekte gördük. Ancak son tahlilde ülkelerindeki kapitalizmin önünü açmak ve işçi sınıfının daha fazla sömürülmesini sağlamak söz konusu olduğunda çok kolay ortaklaştıklarına da defalarca şahit olduk.

Kılavuz‘da bu hafta

Bir grevin anatomisi – Sinan Köksal

AKP’li bürokratların uykularını kaçıran; CHP’den milletvekili, belediye başkanı yahut meclis üyesi olmak için pozisyon işgal eden sendikacıların yolu değil, işçilerin sokakta hakkını araması; öğrencilerin, kadınların bu zorbalığa direnmesidir.

Ülkemizdeki siyasetin ana ekseni doğru bir şekilde kavranabilir ve doğru noktalara temas edilebilirse, sağlıklı ve birleşik bir mücadeleci odak inşa edilebilir. Temel hedef sosyalist siyasetin büyümesi, kızıl siyasetin toplumsallaşmasıdır. Sosyalist hareketin büyüyeceği kulvar ise CHP mitinglerinde, CHP seçim otobüslerinin yanına koca koca yelken bayraklarla park etmekten değil, barikatları aşan gençliğin yanında, Taksim iradesini ortaya koyan birleşik hattın güçlendirilmesinden geçmektedir.

İzmir grevi: Sosyal demokrat belediyelerde grev hakkı

İzmir grevi, sınıf mücadelesinin günümüzde nasıl bir çok cephede sürdüğünü de göstermiştir. Çöplerin toplanmaması, ulaşımın aksaması gibi sorunlar yalnızca hizmet eksikliği değil; emek gücünün kentsel yaşamın kurucu unsuru olduğunu gösteren birer ifşadır. Grev, işçinin görünmeyen emeğini görünür kılar. Kentin temizliği, ulaşımı, parklarının bakımı, sokak lambalarının yanması, kütüphanelerin açık kalması… Tüm bunlar, her gün fark edilmeyen ama hayatı mümkün kılan emek süreçlerinin ürünüdür. Grev, işçinin kent yaşamındaki görünmezliğini kısa süreliğine de olsa ortadan kaldıran bir mücadele biçimidir.

Neoliberal belediyecilik, bu emeği görünmezleştirme üzerine kurulur. Performans sistemleri, taşeronlaştırma, hizmet alımı gibi uygulamalarla işçinin emeği parçalanır, ucuzlatılır ve değersizleştirilir. Belediyeler, hizmet sunan kurumlar olmaktan çok, kentsel sermaye birikiminin yeniden üretim merkezleri hâline gelir. İzmir grevi, bu dönüşümün somut bir tezahürüdür. Grev, yalnızca ücret mücadelesi değil; aynı zamanda kentsel yaşamın sermayeye mi yoksa halka mı ait olduğuna dair bir politik karşı koyuştur.

Total
0
Shares
Önceki makale

Gordion'un düğümü nerede? Asgari ücret, sermaye fraksiyonları ve bürokrasi

Sonraki makale

Yarım kalan Gezi, süregelen direniş

İlgili Gönderiler