Gordion’un düğümü nerede? Asgari ücret, sermaye fraksiyonları ve bürokrasi

2024 Temmuz’unda asgari ücret tartışmaları sönük geçmişti. Bunun bir sonucu olarak, asgari ücret ara zammı yapılmadı ve Şimşek programının emekçilerin üzerine kâbus gibi çöktüğü bir yıl oldu. 2024’ün sonunda yapılan yüzde 30 oranındaki zam ile birlikte, yıllardır devlet tarafından ölçülen güncel enflasyon oranına göre zamlanan asgari ücret, hiçbir tahmini tutmayan Merkez Bankası’nın dayatmasıyla, beklenen enflasyon oranında zamlandı ve gerçek enflasyon karşısında eridi. 2025 Nisan’ına gelindiğinde asgari ücret, enflasyon karşısında yaklaşık yedide birini kaybetmişti.

Sorun, sadece asgari ücretin reel olarak düşmesi olmadı. Aynı zamanda, seneler boyunca asgari ücretli çalışan işçi sayısı da arttı. Bu durum, sermayenin el koyduğu artığın kütlesinin nasıl arttığının bariz göstergesidir. Öncesinde marjinal bir maaş olarak, geçici işler gibi emek piyasasının marjlarında kalan durumlarda devreye giren asgari ücret, bugün Türkiye’de norm hâline gelmiştir. Örneğini İzmir’de gördüğümüz üzere, greve çıktıkları için nankörlükle suçlanan işçilerin talepleri, maaşlarının asgari ücrete oranı öne sürülerek bastırılmaya çalışıldı. Ayrıca, iş yerlerinde işçilerle pazarlığa oturan patronlar, asgari ücretin bir gıdım üzerinde önerdikleri ücretleri asgari ücretin düşüklüğüyle meşrulaştırmaya çalıştılar. Asgari ücretin üzerinde verilen her ücret, patronun lütfu olarak sunulacak bir zemin oluşturulması için kullanıldı.

Sermaye yıl yıl toplumsal üretimden aldığı payı işçiler aleyhine bu yollarla artırdı. Vergi yükünü işçilere yıkarken, bir yandan da işçilerin yaşamlarının yeniden üretimi için kullandıkları ücretlerin değerlerini düşürdü. Sermaye fraksiyonlarının işçilerin karşısına tek bir güç olarak çıkabildiği günlerde, işçilerin ücretleri sadece barınma ve kötü koşullarda beslenmeye yetebilir hâle gelmişti. Günümüzde artık ona da yetmez duruma geliyor!

Marx, ücretlerin belirlenmesi sınıflar arası mücadelenin bir konusu olduğu için toplumlarda sömürü oranının belirlenmesinde sınıflar arasındaki güç ilişkileri gibi birçok farklı faktörün yanında tarihsel toplumsal koşulların da etkili olduğunun altını çizmişti. Zorun gündelik hayatı domine ettiği günler, tam da bu tarihsel toplumsal koşulların yeniden kurulduğu günlerdir. İzmir grevinin de gösterdiği gibi muhalefet ve iktidarın ortaklaştığı tek nokta, işçilerin yoksulluk sınırını dahi hak etmedikleri bir Türkiye’nin adil olabileceği fikridir. Cengiz Holding’e parsel parsel arsa satarken utanmayan Cemil Tugay’ın işçileri İzmirlilere linç ettirirken ağzından köpükler saçması bu yüzdendir.

Örgütsüz insan yığınları, egemenlerin çıkarlarını kendi çıkarı sanarak, işçilerin taleplerini küstahça buldu, kendi örgütsüzlüğünün yarattığı sonuçların farkına varmak yerine, “keşke çöpçü olsaydım!” diyen akademisyenlerin sayısı herkesi şaşırttı. İzmir grevi, işçi sınıfına Nazım’ın da dediği gibi “dostu düşmandan ayırmakta” ustalaşması için bir imkân sundu. İşçilerin karşısında kurulan konsensüs, emek gücüne biçilen değerin tarihsel toplumsal koşullarını belirledi ve bugün Türkiye işçi sınıfının tabutuna iktidar ve muhalefet tarafından el birliğiyle çivi çakıldı. Bu çivinin sökülmesi, işçi sınıfının ve devrimcilerin mücadelesiyle mümkün olabilecektir. Asgari ücret mücadelesinin CHP’nin iktidar savaşında meze olmaması için işçilerin ve sosyalist devrimcilerin bu mücadelede başat rol oynamaları gerekir. Mevcut güç ilişkileri içinde bu talep imkânsız gibi görünse de gündelik yaşam içindeki siyasal ve toplumsal pratik, her an bize başka bir ihtimal olmadığını gösteriyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan işçilerin zam taleplerini küstahlıkla suçlayanlar, asgari ücretin düşüklüğü karşısında suskunluklarını korumaya devam edecekler. Bu suskunluğu yırtıp atabilecek olan, ancak işçilerin ve sosyalistlerin tavizsiz mücadelesi olacaktır. CHP’nin, İzmir grevindeki pozisyonunun da gösterdiği sınıfsal karakterinden dolayı yarım ağız dillendireceği “insanca yaşamaya yetecek bir asgari ücret” talebi, ancak sınıfın öz gücünü göstermesiyle birlikte politik bir mücadele zemini olabilir. Ancak şunu da belirtmeden geçmemek gerekir, CHP’nin esnetmeye hiç de hevesinin olmadığı sermaye yanlısı karakteri, onun iktidar mücadelesinde sahip olduğu en büyük zayıflığıdır.

Sermaye partileri arasındaki kavgada işçilerin konumu

Ekrem İmamoğlu, altlarındaki hukuk zeminin kaybolmasının onlar için yaratacağı tehditler konusunda sermayedarları uyarmıştı. Ona göre, nasıl kendi diplomasına el konulduysa bir anda patronların mülkü de el değiştirebilir. Kutsal özel mülkiyet hakkının da askıya alındığı bir döneme girildiğini vurgulayan İmamoğlu, bu yolla kendi iktidar mücadelesinde sermayeyi yanına çekme niyetindedir.

CHP’nin umut bağladığı bir diğer savaş da bürokrasi içinde verilen mücadeledir. Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) İmamoğlu’nun diplomasını iptal eden rektöre açtığı soruşturmayı dahi sevinçle karşılayan CHP, devlet içindeki gerilimlerin kendi iktidar yolunu açacağına inanmaktadır. Ancak bu gerilimler, dışsal bir gücün etkili müdahalesi olmadığı takdirde, statükonun devamını sağlayacak şekilde çözülmeye meyillidir.

Sermayeye yönelik uyarı, mülkiyet hakkını koruyabilecek kadar güçlü olmayanlar için geçerlidir. Türkiye, kara para aklamada sağladığı kolaylıklar ve uyuşturucu baronlarına verilen özgürlük güvenceleriyle dünya kamuoyunda adını duyurmuş bir ülkedir. İktidarla kurulan para ilişkileri sonucunda, AKP ya da Saray bürokrasisi tarafından sağlanan ortaklıklarla birlikte, uluslararası alanda aranan baronlar için Türkiye’de özgürlük de satın alınabilmektedir.

Bunun yanında, Türkiye sermayesi, dünya ekonomisine sermaye lehine yarattığı, sermayenin tadını kaçırabilen yasal prosedürlerin jet hızıyla aşılmasını garanti altına alan hukuksuzluk rejimiyle bağlanmaktadır. Türkiye, böylece sermayeye dikensiz gül bahçesi sunar. Örneğin, İliç’te maden işçilerinin yaşadığı katliam, bunu gösteriyor. Tokat’ta 2 bin 300’den fazla maden ruhsatı başvurusu yapılması da hakeza… İş cinayetlerinde ölen işçilerin davalarındaki cezasızlık, sermayenin satın aldığı fazladan özgürlükler arasında sayılabilir. İmamoğlu’nun uyardığı, sermayenin faydalandığı ve AKP’nin 23 yıllık iktidarının bakiyesi olan daha birçok kolaylık vardır.

Şimşek programının sermaye fraksiyonları arasında bir gerilimi tetiklediği doğrudur. Ancak kamusal zorun iktidar için sonuna kadar seferber edildiği bugünlerde, mevcut gerilimlerin sermaye fraksiyonları arasında iktidar karşıtı bir pozisyonu güçlendirmesi pek olası değil. Nitekim iktidar; vergi afları, dağıtılan teşvikler ve Kredi Garanti Fonu gibi ek desteklerle zorda kalmış sermaye fraksiyonlarına göz kırpmaktan da hiç vazgeçmedi.

Bürokrasi içindeki çatlaklara gelince… AKP iktidarının kurduğu OHAL rejimi, bürokrasi içindeki çatlakları yönetmede oldukça zengin bir deneyimi iktidara sundu. Türkiye bürokrasisindeki en büyük tasfiye operasyonlarını yürütmüş olan Erdoğan iktidarı, bürokratik çatlakları da “kol kırılır yen içinde kalır” kabulünü dayatarak yönetmeyi kolaylıkla beceriyor. Tarih bize bunu gösteriyor!

Özetle, CHP’nin umut bağladığı egemenler arasındaki olası gerilimler, dışsal bir gücün zorlaması olmadan kurucu bir etki yaratamaz. 23 yıldır iktidarda olan ve kamu gücü üzerinde tam bir yetkiyle donanmış iktidarın elinde bu gerilimleri yönetmek için gereken birçok araç mevcuttur.

CHP’nin ezilen sınıfla kurduğu ilişki de onun dayandığı toplumsal zemini daraltmaktadır. CHP’nin İzmir grevi sırasında işçiler karşısında sahiplendiği, işçilerle halkı karşı karşıya getiren işçi düşmanı söylem, AKP’yi iktidara getiren toplumsallığın kurucu söylemlerindendi. İşçiler çalışmadığında pislik içinde kalmış bir şehirde “işçiler yatıyor, işçilere bu kadar maaş verirsek kurumlar verimsizleşir” ya da “işçilere yoksulluk sınırı bile çok” argümanları, AKP iktidarını hazırlayan ve işçileri yoksullaştıran politikaların içeriğini de yansıtan söylemlerdi.

CHP’nin eylemlerindeki kalabalıkların hem herkesi şaşırtması hem de toplumsal hareket içinde CHP’nin sürekli diken üstünde oluşu, herhangi bir toplumsal sınıfın çıkarının temsilcisi olmamasından geliyor. Gözünü diktiği sermaye fraksiyonlarından beklediği desteği alamıyor, toplumsal sınıflar arasındaki güç ilişkilerinin belirlediği bürokrasi ise mevcut yasasızlık rejiminden elde ettiği maddi manevi ayrıcalıklardan vazgeçmek istemiyor. CHP, sermayenin aktif desteğini alamamış bir sermaye partisi olmanın bedelini ödüyor.

Asgari ücret: CHP’ye koşulsuz destekten bağımsız sınıf siyasetine

İşçi sınıfının politik ve ekonomik çıkarlarını savunan örgütlerin güçsüzlüğü gerçek bir veri olsa da bugünkü politik kavgada kendi çıkarını muhalefetin iktidar programına karşı dayatabilecek gücü örgütlemesi zor değildir, çünkü bugün tarihin tekerinin dönme hızının arttığı bir konjonktürden geçiyoruz. AKP iktidarı, Şimşek programının borçlanma kanallarının yeniden açılmasına izin vereceği zamana kadar işçilerin alım gücünü düşürmeye devam edecek ve bugün yaşanılan kayıpların bir telafisi olmayacak. Her toplu iş sözleşmesi süreci, işçilerin mobilize olduğu bir atmosfer doğuruyor. Ancak, Saraçhane sürecinde de görüldüğü üzere, sendikaların ve sosyalist örgütlerin CHP’ye verdiği koşulsuz destek yüzünden işçiler, muhalefet için de çıkarları kriz karşısında ilk kurban edilecek kesim olarak cepte görülüyor.

Madem tarihi günlerden geçiyoruz, o zaman işçilerin, meydanları kendi çıkarlarını dayatacak şekilde doldurması gerekmekte. CHP’nin bölmeye çalıştığı sermaye fraksiyonlarının kendi aralarında ortaklaştıkları talepler, ülkeyi işçiler için cehenneme çeviriyor. CHP’nin olası iktidarı bu talepleri sahiplenecekse, işçilerin bu değişimden çıkarı ne olacak? CHP’nin toplumsal bir programla içini doldurmaktan imtina ettiği mücadele hattı, soyut bir hukuk ve demokrasi kavramına yaslandıkça, iktidarın geri adım atmayan tavrının gösterdiği gibi yenilmeye mahkûmdur.

Muhalefetin İzmir grevi tarafından faş edilen sınıfsal karakteri, tekrar tekrar işçi sınıfının kendi taleplerini örgütleyeceği bağımsız bir emek cephesi açmanın gerekliliğini gösteriyor. Özel’in çağırdığı alanlara işçiler olarak çıkmanın ve işçilerin taleplerini muhalefete dayatmanın zorunluluğu, temelini hayatın olağan akışında muhalefetin de işçilere yoksulluk sınırını reva gördüğü gerçeğinden alıyor. Bu bağlamda, şu sorunun sorulması bugün daha da elzemdir: CHP’nin savunduğu soyut hukuk ve demokrasiden işçilerin çıkarı nedir?

Asgari ücretin giderek ortalama ücret hâline gelmesi ve emek gücünün ölçümünde topluma bir kıstas olması, emekçilerin bu mücadeleyi yükseltmesinin gerekliliğini gösteriyor. İzmir grevinde kendi ifadesini bulan işçi düşmanı konsensüsün dağıtılması için de bu mücadelenin güçlendirilmesi elzemdir. İşçiler, Selçuk Kozağaçlı’nın dediği gibi onurlu bir yaşam talep ediyor. Asgari ücretin açlık sınırının altında olmasının normalleşmesi ve işçilerin onurlu yaşama imkânlarının ellerinden alınması, onların iktidara, yerel yönetimlere ve patronlara avuç açmak zorunda bırakılması demektir. Bu, insan onuruna yaraşır bir yaşam imkânının günbegün dirhem dirhem erimesine, her gün bir sonraki günün belirsizliğinin insan benliğini yıkmasına neden olur.

İşçi sınıfının mücadelesi, gerek toplu sözleşme süreci biçiminde olsun gerek genel grev gerekse iş yerindeki tuvalet molası hakkında olsun politiktir ve maddi yaşamın yeniden üretim biçimini değiştirmeye yönelmiş bir siyasi içeriğe sahiptir. Asgari ücret kavgası, bu mücadele hattında emek cephesinin örülmesi adına elverişli bir zemin sunar. Ancak işçi sınıfı lehine bir kazanım için bu mücadelede, muhalefetin işçi sınıfının kuyruğuna takılması gerekir, tersi değil.

Total
0
Shares
Önceki makale

İzmir grevi: Sosyal demokrat belediyelerde grev hakkı

Sonraki makale

İzmir grevi ve muhalefetin işçi düşmanlığı

İlgili Gönderiler