1 Mayıs Taksim tartışmalarıyla hatırlanacak

Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.

Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra Taksim tartışmalarıyla gerçekleşen 1 Mayıs, İBB’de ikinci dalga tutuklamalar ve iktidarın Kanal İstanbul ısrarı, Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı’nın sonuçları ve Suriye’de Dürzilere yönelik katliam girişimi konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.

Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.

Sırrı Süreyya Önder’i kaybetmenin acısını yaşıyoruz

DEM Parti Milletvekili, Meclis Başkanvekili ve İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’i kaybettik. Ailesine ve sevenleri başta olmak üzere tüm Türkiye halklarının başı sağ olsun.

Bir sanatçı, yazar ve siyasetçi olarak Türkiye halklarının eşitlik ve barış mücadelesini yaşamı boyunca sürdürmüş ve bedeller ödemiş Sırrı Süreyya Önder’in anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Kürt sorununun çözümü için sorumluluk almış, her zaman ezilenlerin yanında olmuş, kendisini anan toplumsal kesimlerin çeşitliliğinden de görülebileceği gibi toplumun her kesimine dokunabilmişti.

Bitmeyen direncini, emekçilerle ve ezilenlerle kurduğu güçlü duygusal bağı ve özgürlük yolunda yaşamının her anında yeniden ortaya koyduğu büyük coşkuyu ve arzuyu unutmayacağız. Milyonların Sırrı Abi’si, yine milyonların eşitlik, özgürlük ve barış mücadelesinde yaşayacak.

Barışın hüküm sürdüğü bir ülke için verilen mücadelede anısını yaşatacağız ve bu anıyı zaferle taçlandıracağız.

Haftanın işçi direnişleri

İzmir – Konak Belediyesi’nde SODEMSEN ile devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmeleri tıkandı. Yüzde 24 zam dayatmasına karşı işçiler bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdi ve grevin kapıda olduğunu belirtti.

İzmir – Gaziemir’de bulunan Digel Tekstil’de, TEKSİF sendikasına üye olan yedi işçinin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 104. gününde.

Kocaeli, Batman, Kırıkkale – Tüpraş ile Petrol-İş arasında üç aydır görüşmeleri devam eden ve 3 bin 500 işçiyi ilgilendiren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde devam eden anlaşmazlık üzerine işçiler direnişe geçti. Tüpraş’ın yüzde 28 zam teklifine karşı işçilerin başlattığı iş bırakma eylemleri kararlılıkla sürüyor.

İstanbul/Kartal – Sakarya Şehir Hastanesi şantiyesinde çalıştıkları dönemde ücret ve hak gasbına uğrayan, ve 15 Nisan’dan bu yana şirketin Kartal’daki genel merkezi önünde direnişe geçen işçilerin tüm talepleri karşılandı ve direnişleri zaferle sonuçlandı. Direnen işçiler yenilmezler!

İzmir/Kemalpaşa – Temel Conta işçilerinin onurlu direnişi 140 günü geride bıraktı. İşçiler bir adım geri atmayı düşünmüyor.

Kocaeli/Gebze – Birleşik Metal Gebze 1 No’lu şubenin yetki aldığı ERLAU fabrikasında sendikalı işçilerin işten çıkarılması sonucunda başlayan direniş devam ediyor.

İzmir/Çiğli – İzmir’de Çiğli Belediyesi’nden geçtiğimiz sene haziran ayında haksız biçimde işten çıkarılan Genel-İş 10 No’lu Şube üyesi kadınlar aylardır yaptıkları görüşmeler ve verilen sözlerin tutulmaması sonucunda 7 Nisan’da yaptıkları açıklamada 1 Mayıs günü Ankara’ya CHP Genel Merkezi önüne yürüyeceklerini açıklamışlardı. 1 Mayıs itibarıyla emekçi kadınların yürüyüşü başladı.

1 Mayıs Taksim tartışmalarıyla hatırlanacak

2025 1 Mayıs’ının, 1 Mayıs’ın kendisinden çok Taksim Meydanı’yla ilgili tartışmalarla hatırlanacağı söylenebilir. 19 Mart’ta Saraçhane’de başlayan ve tüm yurda yayılan AKP karşıtı direniş, özellikle direnişin daha kararlı hâle gelmesinde öncülük etmiş gençliğin etkisiyle Taksim talebini öne çıkardı. Toplumsal direnişin bu şekilde yükseldiği koşullarda, iktidar bir taviz olarak, 19 yıl sonra Kadıköy’ün 1 Mayıs’ta miting için kullanılmasına razı olsa da bu hamle, Taksim talebini bastıramadı. Özellikle üniversite gençliği, Taksim talebinde ısrarcı görüntüsüyle 1 Mayıs’ta Taksim’e yapılan çağrının meşruiyetini artırdı, toplumda daha geniş bir kabul görmesini sağladı.

1 Mayıs günü Kadıköy’de izinli 1 Mayıs Mitingi yapılırken, Taksim Tertip Komitesi adıyla Taksim 1 Mayıs’ını koordine edenler, Şişli Camii önünde toplanma çağrısı yaptı. Taksim ve çevresinde, neredeyse tüm tarihi yarımadayı içine alan fiili bir olağanüstü hâl ilan edildi, neredeyse her sokak kapatıldı, toplu taşıma araçları iptal edildi, keyfî gözaltılar yapıldı, o gün işe gitmek zorunda olan işçiler dahi yasaklardan dolayı mağdur oldu. Aralarında altı Kızıl Parti üyesi de bulunan 419 kişi, işkenceyle gözaltına alındı. Gözaltına alınanların çoğu adli kontrol şartıyla serbest bırakılsa da bir kısmı tutuklandı.

Erdoğan ve AKP için Taksim Meydanı, yalnızca 1 Mayıs’a değil toplumsal muhalefetin her türlü eylemine kapalı. Bu tutum, elbette iktidarın muhalefetin kendisini ifade edeceği ve bir araya geleceği kanalları tıkama politikası olarak okunabilir. Ancak AKP, aynı zamanda patronların isteğiyle, emekçilerin kendi güçlerinin farkına varacakları bir kazanımı, sembolik önemi olan Taksim Meydanı’na çıkmalarını engellemeye çalışıyor. Erdoğan iktidarının tüm toplum üzerinde kurduğu baskı rejiminin bir sembolü hâline gelen Taksim yasağını delerek Taksim Meydanı’na çıkmanın yolu, bu yüzden yalnızca bir irade beyanı değildir. Taksim’e giden yol, iktidar karşısında işçilerin, gençlerin, kadınların, LGBTİ+’ların, Kürtlerin, devrimcilerin ve demokratların ortak mücadelesinin büyütülmesinden geçiyor.

Yüzlerce gözaltı ve tutuklamaya karşın Taksim iradesinin, geçtiğimiz yıllardan daha büyük bir ortaklaşmayla öne sürüldüğü bu 1 Mayıs, mücadelenin ortaklaşmasına, iktidar ve düzen karşıtı bir odağın oluşturulmasına hizmet etmelidir. Taksim’de ısrar, yalnızca bir meydanda değil, AKP karşısında emekçilerin öncülük ettiği düzen karşıtı bir odağın inşa edilmesinde ısrar olmalıdır. Ancak böyle bir devrimci ısrar, AKP’yi devirerek Taksim’i kazanacak olan mücadeleyi büyütebilir.

İBB’den Kanal İstanbul’a uzanan yeni operasyon dalgası

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yürütülen yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının ikinci dalgasında 52 kişi gözaltına alındı, bunlardan 18’i tutuklandı, 34’ü ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. İlk dalgada ise 94 kişi gözaltına alınmış ve 54’ü tutuklanmıştı. Soruşturmada birçok üst düzey İBB yöneticisi, çalışanı ve onlarla bağlantılı isimler yer alıyor.

Tutuklanan İsimler arasında Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek Kaya İmamoğlu’nun ağabeyi Cevat Kaya, İBB Boğaziçi İmar Müdürü Elçin Karaoğlu, Kültür A.Ş. Genel Müdür Yardımcıları Onur Aldı ve Erdinç Çolak, Reklam Müdür Yardımcısı Hakan Karaköse ve Mete Mağden, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun koruması Çağlar Türkmen ve Bakırköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Ali Rıza Akyüz bulunuyor.

Ev hapsi verilen isimler arasında ise İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa, Murat Ongun’un eşi Zeynep Ayten Gözdem Ongun, İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Begüm Çelikdelen’in yanı sıra bazı daire başkanları ve müdürleri de bulunuyor.

En dikkat çeken isim olan İSKİ Genel Müdürü Başa, hakkındaki rüşvet ve iş takibi iddialarını reddetti. Kendisine yöneltilen suçlamaların asılsız olduğunu belirterek, ilgili birimlerin olumsuz görüş vermesi üzerine başvuruların reddedildiğini, kendisinin sadece mevzuatı uyguladığını ifade etti. “Ruhsat veren değil, görüş veren idareyiz. Tehdit aldığım için Valiliğe başvurdum,” dedi. Ayrıca sağlık sorunlarını gerekçe göstererek serbest bırakılmasını talep etti.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, operasyonları “İstanbul’un rantına karşı duranlara karşı siyasi intikam” olarak nitelendirdi. Gözaltına alınanların Kanal İstanbul projesine karşı çıkan isimler olduğunu belirtti.

Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, gözaltına alınanların İstanbul’u ranttan korumaya çalışan kişiler olduğunu ifade etti. Kanal İstanbul projesi kapsamında 24 bin konutluk inşaat başlatıldığını ve bunun Sazlıdere Barajı’nın çevresinde yapıldığını belirtti.

İSKİ, Sazlıdere Barajı havzasındaki TOKİ inşaatının Su Havzalarını Koruma Yönetmeliği’ne aykırı olduğunu belirterek, 23 Mayıs 2025’e kadar kaldırılmaması durumunda yapının yıkılacağını bildirmişti. Bu gelişme, Kanal İstanbul projesiyle ilgili çevresel ve siyasal gerilimi yeniden gündeme taşıdı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ise, konut projesinin Kanal İstanbul’la ilgisi olmadığını, TOKİ’nin sosyal konut projesi olduğunu açıkladı. Aynı şekilde Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum Kanal İstanbul’un şu anda hükümetin gündeminde olmadığını söyledi.

19 Mart’tan bu yana en güçlü rakibini hukuksuz şekilde cezaevinde tutan Erdoğan için uzun zamandır rafa kaldırmak zorunda kaldığı Kanal İstanbul Projesi’nin fırsatı gelmişken yeniden gündeme gelmesi ve projeye onay vermeyen İBB yetkililerinin de mevcut soruşturmalara dahil edilerek tutuklatılmasıyla hükümet, deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. Yıllardır hukuksuzca içeride tutulan çok sayıda siyasetçi ve gazetecinin soruşturmalarında olduğu gibi burada da somut hiçbir delile dayanmayan gizli tanık ifadeleriyle soruşturma devam ediyor. Erdoğan, karşısındaki toplumsal muhalefet zayıflamadıkça ve çözülmedikçe saldırılarını artırarak sürdürüyor. Ancak bu saldırılar kendi tabanını dahi tümüyle ikna edemiyor. İkinci dalga İBB tutuklamaları ve Kanal İstanbul söz konusu olduğunda da bu durum sürecek, toplumsal muhalefet direngen duruşunu devam ettirecektir.

Rojava’da Kürt Birliği Suriye’ye bir seçenek sunuyor

“Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı”, 26 Nisan’da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi kontrolündeki Qamişlo (Kamışlı) kentinde düzenlendi. Ana bileşenini PYD’nin başını çektiği PYNK (Ulusal Birlik Partileri) ile Barzani çizgisindeki ENKS’nin (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) oluşturduğu; DEM Parti ve Demokratik Birlik Partisi temsilcileri de dahil olmak üzere Türkiye, Suriye, Rojava ve Irak’tan Kürt temsilcilerin de katıldığı konferansın sonucunda Kürtlerin Orta Doğu’daki yeni gelişmelere karşı ortak tutumunu ifade eden bir belge oluşturuldu.

Ortak Tutum Belgesi, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde Kürt halkının ortaklaştığı bakışı yansıtıyor. Bu ortaklaşan bakışın ifade edildiği belgede arzulanan Suriye, yalnızca Arapları ve Kürtleri değil, Suriye’nin tüm etnik, ulusal ve kültürel bileşenlerini içeren çoğulcu bir devlet olarak tanımlanıyor. Çoğulculuğun yanı sıra, güçler ayrılığına ve ademi merkeziyetçiliğe dayanan bir yönetim anlayışının tercih edildiği belirtiliyor. Suriye’nin, bayrağından ulusal marşına kadar ülkenin ulusal ve kültürel çoğulculuğunu yansıtacak şekilde kurulmasının talep edildiği metinde önerilen model ise federal bir yapıda Kürt bölgelerinin siyasi ve idari birim olarak tanınmasını içeriyor.

Belge, temelde merkezî yönetimin yetkisinin dağıtılmasını, çok uluslu ve çoğulcu bir devletin kurulmasını ve anayasada Suriye’nin bileşenlerinin varlığının ve dilinin tanınmasını, aynı zamanda federal bir devlet modelini öne sürüyor. Bu bakış, Türkiye destekli HTŞ’nin oluşturmaya çalıştığı yeni Suriye’ye zıt bir yönelime işaret ediyor. Kürtleri, Dürzileri, Alevileri, Hristiyanları dışlayarak oluşturulan geçiş hükümeti, HTŞ’ye ve onun lideri Colani’ye beş yıl boyunca olağanüstü yetkiler sunuyor ve bu yetkilerin Colani’nin diktasının yerleşik hâle gelmesi için kullanılmasının önünü açıyor. Nitekim HTŞ, konferansın ardından, federalizm ve özerk yönetim adı altında “bölücü bir gerçeklik” dayatıldığını, Suriye’nin “toprak ve halk olarak birliğinin” tehdit edildiğini, Ortak Tutum Belgesi’nin HTŞ ile Demokratik Suriye Güçleri arasında imzalanan anlaşmanın ruhuna aykırı olduğunu iddia ettiği bir yazılı açıklama yayınladı.

HTŞ’nin açıklamasında Türkiye’nin etkisi de görülebilir. Kürt Birliği Konferansı, Türkiye’nin Kürt siyasetine müdahalede bir araç olarak kullandığı Barzanici çizgiyi de ulusal bir ortaklaşma içine dahil ediyor. Konferans sonucunda Kürt halkını temsil eden tek bir heyet, Ortak Tutum Belgesi’ndeki talepleri müzakere etmek için HTŞ’yle görüşmek için görevlendirilmiş olacak. PYD’nin başını çektiği ulusal birlik partileri ile Barzaniciliğin baskın olduğu Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin uzlaşılmış taleplerle ve ortak bir heyetle hareket edecek olması, Rojava’nın Kürt halkının ortak iradesini temsil etmesi anlamına geliyor. Bu değişimin ne anlama geldiğini daha iyi değerlendirmek için, Suriye Kürt UIusal Konseyi’nin, iç savaş süresince Türkiye’nin desteklediği gruplarla ve Rojava’ya da karşı hareket ettiğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla ortak tutumun geliştirilmesi, Türkiye’nin desteğiyle Rojava dışında Kürt halkını temsil eden bir siyasi odağın oluşturulamadığını gösteriyor.

HTŞ’nin ulus-devletçi tepkisi de yine Türkiye’nin tavrından bağımsız düşünülemez. İktidar tarafından “terörsüz Türkiye” diye adlandırılan süreçte istenen, Rojava’daki mevcut Kürt önderliğinin tasfiye edilmesini de içeriyor. Rojava’nın tanınması, ancak Kürtlerin, Türkiye’nin bölgede yayılmacı emellerine hizmet edecek şekilde kullanılması durumunda mümkün görünüyor. Konferans sonucunda ise Rojava, tasfiyesi şöyle dursun, Suriye’nin yeniden inşasında daha da belirleyici bir rol oynayabileceği bir konuma gelebilir. Ortak Tutum Belgesi, yalnızca Kürtlerin taleplerini yansıtmıyor, Aleviler ve Dürziler başta olmak üzere azınlıkların güven duymadığı HTŞ yönetimine alternatif bir politik birlikteliği sağlama yolunda yapıcı bir model sunuyor.

Sonuç olarak, HTŞ’nin sünni Arap kimliğine dayanan bakışı ile AKP Türkiye’sinin bölgede yayılmacı amaçları bir çıkar ortaklığının zeminini oluşturuyor. Bu zemine karşı en güçlü politik odak ise Rojava’daki özerk yönetim. Rojava etrafında Kürt birliğinin sağlanması, Şam ile diyalog yürütecek Kürt heyetinin başarıyla oluşturulması hâlinde, demokratik bir Suriye’nin inşası için bir politik alternatif geliştirilmesi adına önemli bir adım olacaktır. Suriye’nin çok uluslu ve çok kültürlü yapısına dayanan bir alternatif, Türkiye dahil olmak üzere dış müdahalelerin önünü tıkayarak Suriye’nin Suriye halkları tarafından yeniden kurulmasının da motor gücü olabilir.

Cihatçı şiddet şimdi de Dürzilere yöneldi

Suriye’de bir Dürzi lidere ait olduğu ve Muhammed’e hakaret içerdiği iddia edilen bir ses kaydının sosyal medyada yaygınlaşmasının ardından HTŞ’ye bağlı cihatçı güçler tarafından Dürzilerin katledilmesi için çağrılar yapıldı. Humus Üniversitesi’nde Dürzi öğrencilere saldırılar düzenlendi. Şam’da ise Dürzi öğrenciler kampüslerini boşalttı ve Süveyda’ya ulaşmak için yola koyuldu. Dürzilerin katledilmesi için çağrıların yükseldiği Hama ve Humus, cihatçıların da yoğun olduğu şehirler.

Katliam çağrılarının ardından harekete geçen cihatçı çeteler, Şam kırsalında Ceramana ve Sahnayah’ta Dürzilere saldırılardılar. Aralarında sivillerin de olduğu 100’ün üzerinde Dürzi’nin katledildiği saldırılar, Dürzi liderliği ile Şam’daki HTŞ yönetimi arasındaki anlaşmayla şimdilik durulmuş gibi görünüyor.

Dürzi lider Şeyh Hikmet el-Hicri, Dürzilerin korunması için uluslararası güçlerden duruma müdahale etmelerini istedi. Buna karşın Suriye Dışişleri Bakanı Hasan Şeybani, uluslararası müdahale çağrılarının durumu yalnızca kötüleştireceğini belirtti. Şeybani, Esad’ın devrilmesinin ardından kendisini Dürzilerin koruyucusu ilan eden İsrail’in Suriye’yi bombalamasına ise tepki gösteremedi. Belirtildiği gibi İsrail, Şam’daki başkanlık sarayının yakınları da dahil olmak üzere Hama ve Şam kırsalındaki hedefleri vurdu. İsrail Başbakanı Netanyahu, Şam’ın güneyine Suriyeli silahlı güçlerin yerleşmesine ve Dürzilere tehdit oluşturmasına izin vermeyeceklerini açıkladı. İsrail, mevcut çatışmalardan ve Dürzilerin güvenliksiz durumundan yararlanarak kendi etki alanını genişletmeye ve sınırını Şam’a iyice yakınlaştırmaya çalışıyor.

Dürziler, HTŞ liderliğinde cihatçılar Şam’a yürürken silahlı milisleriyle Süveyda ve çevresinde ayaklanmış, kendi bölgelerini Esad devrildikten sonra da korumuşlardı. Silahlı gücünü hâlâ koruyan Dürzi komünitesi, bu sayede belki de mart ayında Alevilerin yaşadığı katliama uğramaktan kurtuldu. Mart ayında 1700’ün üzerinde Alevi Lazkiye ve Tartus’ta cihatçı çeteler tarafından katledilmişti.

Alevi katliamı ve şimdi Dürzilere yönelen mezhepçi şiddet, HTŞ’nin de tamamen kontrolünde olmayan cihatçı çeteler tarafından gerçekleştiriliyor, HTŞ de onlara sessizce onay veriyor. Esad’ın devrilmesinin ardından HTŞ, silahlı gruplara silah bırakma çağrısı yapmıştı, Türkiye de özellikle Hakan Fidan’ın sözcülüğünde bu çağrının destekçisiydi. Ancak katliamlar ya da katliam girişimleri, Suriye’de herhangi bir azınlığın, silahını bıraktığı anda soykırım tehdidiyle karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Aralık ayında Şam’da iktidarı devralan HTŞ yönetimi, tüm Suriye’ye yayılan bir iktidarı kurmayı başaramadığı gibi Suriye halklarının güvenini daha fazla kaybetti, meşruluğu daha da zayıfladı.

Mevcut durumda, Kürtlerin öncülüğünde Rojava’nın, halkın özgücüne dayanan ayrı bir politik ve askerî güç olmasının önemi daha da iyi anlaşılıyor. Suriye’de HTŞ’nin cihatçı çetelere dayanan ve bunu Suriye’ye dayatmaya çalışan anlayışına karşı Alevilerin, Dürzilerin, Kürtlerin ve Suriye’nin diğer bileşenlerinin ortak mücadelesi, yeni ve demokratik bir Suriye’nin kurulması için bir yol sunabilir. İsrail ve Türkiye gibi yayılmacı politikalar güden güçlerin Suriye’ye müdahale etmesi de ancak bu şekilde engellenebilir.

Kılavuz’da Bu Hafta

Apolitik gençlik mitinin yıkılışı

Apolitik Gençlik Mitinin Yıkılışı – Burak Çetiner

Gençlik, omuz omuza mücadele ederken gördüğü, gerek eylem bilgisi gerek uzlaşmaz düzen karşıtı duruşuyla güven veren sosyalistlerle bir arada yürürse, faşist ideolojinin etki alanından çıkarak sosyalist siyasetle buluşabilir.

Total
0
Shares
Önceki makale
Apolitik gençlik mitinin yıkılışı

Apolitik gençlik mitinin yıkılışı

Sonraki makale
Ailenin Kutsallığı, Baskının Yeni Kılıfı: Nefret Yasallaşıyor

Ailenin kutsallığı, baskının yeni kılıfı: Nefret yasallaşıyor

İlgili Gönderiler