Apolitik gençlik mitinin yıkılışı

Apolitik gençlik mitinin yıkılışı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan eylem dalgasının başlangıcının üzerinden bir ayı aşkın süre geçti. Bu süreçte CHP’nin izlediği siyasetten polis şiddetine, hukuksuz tutuklamalardan iktidar bloğunun iç çelişkilerine kadar birçok farklı konuda yorumlar yapıldı, hâlâ da yapılıyor. Hiç şüphesiz, bu eylemlere damga vuran ve hareketin sürekliliğini sağlayan en güçlü dinamik ise üniversite gençliği ve onun eylem biçimleri oldu. Son haftalarda proje okullardaki öğretmen sürgünleriyle beraber lise öğrencileri de iktidar karşıtı protestoların aktif bir öznesi hâline geldi. Bu durum, gençliğin politik taleplerinin kamuoyunda geniş bir tartışma konusu hâline gelmesini sağladı.

Bu çerçevede, son yılların moda tabirlerinden olan “apolitik gençlik”, “bireyci ve bencil Z kuşağı” gibi ifadeler güncel hayatın pratiği içerisinde hızlıca yanlışlandı ve tartışma düzlemi değişti. Daha güncel ve sosyalistlerin üzerine kafa yorduğu temel soru ise şu oldu:

Eylemler süresince müthiş bir dinamizm sergileyen bu gençlerin siyasal talepleri nedir ve bu gençler hangi ideolojik eğilimlere sahip?

Eylemlerin birinci ayını geride bırakırken hem hareketin öznesi olan gençlerin hem de dışarıdan bakanların, gençlikle ilgili ortak vurgusu geleceksizlik oldu. Bu radikalizmin çıkış noktası olarak ekonomik güvencesizlik ve geleceksizlik, anlamlı bir başlangıç noktası olsa da gençliğin ideolojik yönelimlerini anlamlandırmak ve buna yönelik siyaset yapabilmek için tek başına yetersiz kalıyor.

Özellikle üniversiteli gençliğin derinden hissettiği geleceksizlik hâli, kaçınılmaz olarak düzen karşıtı (ve dolayısıyla düzen partilerine yönelik) bir öfkeye dönüşüyor. Bununla beraber, bu öfke ideolojik bir düzlemden azade şekillenmiyor. Tam da bu nedenle, eylemler boyunca özellikle sosyalist hareket tarafından en çok tartışılan iki soru, “faşist bir gençlik mi geliyor?” ve “milliyetçi/ırkçı eğilimleri olan bu gençleri nasıl dönüştürebiliriz?” olarak karşımıza çıkıyor.

Bu sorular iyi niyetli ve devrimci kaygılarla sorulmuş olsa da meselenin özünü kaçırdığı iddia edilebilir. İlk günden beri Saraçhane meydanında, bir gün bile olsa bulunmuş herkesin basitçe gözlemlediği bir gerçek; 18-25 yaş arası birçok üniversite öğrencisi polis barikatının en önünde direnirken ya bozkurt işareti yaptı ya da elinde bir Atatürk bayrağı vardı. Atılan sloganlar arasında da sık sık Kürt halkına yönelik ırkçı ifadeler ve cinsiyetçi hakaretler olduğunu da gözlemlemek mümkündü. Bu tabloya bir de CHP’nin çağrısıyla Filistin için Taksim’de buluşan ve barikatın karşısında bozkurt işareti yaparak “Çav Bella” söyleyen gençlerin görüntüsü eklenince, gençliğin ideolojik yönelimlerine dair tartışma sosyal medyada yeniden alevlendi.

Bütün bu tablo karşısında “bu ne yaman çelişki” demekten öteye geçerek neler söyleyebiliriz? Daha da önemlisi, sosyalist hareket için nasıl bir mücadele çizgisi belirleyebiliriz?

Öncelikle, çoğunluğu 20’li yaşların başındaki üniversite öğrencilerinden oluşan bu mücadeleci kitle, ideolojik olarak AKP-MHP faşist iktidar bloğunun, 2016 yılında ilan edilen OHAL’in etkisiyle siyasal arenayı biçimlendirdiği bir dönemde şekillendi. Buna ek olarak, iktidar bloğuna karşı muhalefette İYİP’ten Zafer Partisi’ne kadar uzanan, nicelik olarak küçük ama ideolojik etkisi güçlü sayılabilecek milliyetçi bir damarın etkili olduğunu da söyleyebiliriz. Bu süreçte muhalefetin ideolojik alanı Muharrem İnce, Sinan Oğan, Ümit Özdağ gibi isimlerin farklı tonlarda milliyetçilikler “satmasıyla” belirlendi. CHP’nin kitleleri pasifize eden muhalefet anlayışının sonucunda güçlenen “bir lider gelecek ve sandıkla bizi kurtaracak” anlayışı, bunun son temsilcisi olan Ekrem İmamoğlu’nun kişiliğinde vücut bulmuş görünüyor.

Hem iktidar hem de muhalefet alanındaki bu milliyetçi ideolojik atmosfere rağmen, gençliğin dört başı mamur, tutarlı ve örgütlü bir faşist ideolojinin etkisi altında hareket etmediğini açıkça söyleyebiliriz. Daha önce vurgulandığı üzere, gençlerin “çelişkili” eylem biçimleri, faşist ideolojinin kutsal saydığı “devletin polisi”yle karşı karşıya gelmekten çekinmemeleri, yine aynı mantıkla başta yargı olmak üzere devlet kurumlarına duydukları güvensizlik bu iddiayı kanıtlar niteliktedir. Yine de milliyetçi motif ve sembollerin sık sık karşımıza çıktığını, hatta gençlik kitlesi içerisinde en çok sahiplenilen sembol olarak Mustafa Kemal bayraklarının ön plana çıktığını görüyoruz.

Bu noktada, biraz spekülatif bulunabilecek şu iddia, saha bilgisine dayanarak gündeme getirilebilir: Başta Atatürk ve bozkurt işareti olmak üzere, milliyetçi sembol ve söylemlere sarılan gençliğin ideolojik altyapısı oldukça zayıf ve salt bir AKP karşıtlığına dayanmaktadır. AKP’nin yanında gördüğü her kurum, kuruluş, partiye karşı bir öfke ve tepki gelişmektedir. Bu tepkiyi, DEM Parti’nin AKP ile ittifak yaptığı gibi iddialarda da görüldüğü üzere, çoğu zaman irrasyonel ve tutarsız olsa da gençliğin ekonomik güvencesizlik ve geleceksizlik algısının bir dışavurumu olarak görmek gerekir. Ek olarak, bu tepkinin Zafer Partisi gibi faşist yapılar tarafından doğrudan örgütlen(e)mediğini, özellikle sosyal medya üzerinden yürütülen provokatif kampanyalarla yön verilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Kısacası, gençliğin öfkesinde gördüğümüz şey kesinlikle örgütlü faşist bir siyasal yönelim değil.

Peki bu tepkiyi sol değerlerle buluşturmak mümkün mü? Bunu nasıl başarabiliriz ya da geçmişte bunun örnekleri var mı? Bu sorular sorulduğunda herkesin aklına gelen ilk pratik, doğal olarak Gezi Direnişi olacaktır. Ülkedeki siyasal atmosfer, dünya gündemi ve çeşitli parametreler, 2013 yılıyla kıyaslandığında farklılık gösterse de “Atatürk ve Türk bayrağı sembolleriyle sokağa çıkan gençlik”, bir benzerlik olarak görülebilir. Nitekim o dönemi hatırlayanlar, bu gençliğin sol değerlerle hızlıca buluşabildiğini, Kürt halkına karşı izlenen baskı ve şiddet politikalarına karşı eylem pratiğinin sonucunda empati geliştirdiğini, hatta Lice’de kalekol yapımına karşı mücadele ederken öldürülen Medeni Yıldırım’ın da aynı Berkin, Ali İsmail ve Ethem gibi “Gezi Şehitleri” arasında anıldığını hatırlayacaklardır.

Bütün bu olumlu örneklere rağmen, Gezi Direnişi sırasında ve sonrasında sol değerlerle buluşan, sosyalist partilerde örgütlenen, hatta 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’de birleşerek AKP’yi kısa bir süreliğine de olsa iktidar koltuğundan indirme imkânını yaratan bu sol dalganın bugün kopyalanarak tekrarlanma ihtimali yoktur. Bunun sebebi, sadece yukarıda değinilen makro siyasetteki değişen nesnel koşullar değil, en az onun kadar etkili bir gerçeklik olarak, gençliğin politikleşme düzlemiyle alakalıdır.

Gezi sırasında ve sonrasında gençliğin sol değerlerle buluşması ve örgütlenmesi, daha çok kültürel düzlemde olmuştur. Bunu olumlu ya da olumsuz bir durum olarak değil, somut bir tespit olarak belirtmek gerekir. Nitekim ne ekonomik kriz bu denli derinleşmişti ne de gelecek kaygısı bu kadar sert hissediliyordu. Yine bu kültürel sola kayış, o dönemde HDP’nin hem seçim hem de siyasal başarısındaki ana etkenlerden biridir. Bugün ise kültürel bir sola kayıştan ziyade sınıfsal temelli bir öfke ve bu sınıfsallığın sağcı motiflerle işlendiği bir gençlik zemininden bahsedebiliriz. Gençliğin sınıfsal öfkesini, bu öfkenin esas sorumlusu olan AKP yerine göçmenlere, Kürtlere, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelten faşist örgütlenmeler, özellikle sosyal medya yoluyla kısmi bir başarı elde etmiş olsa da durum büsbütün karamsar değildir. Yukarıda açıklanmaya çalışılan nedenlerden dolayı, bu “devlet projesi” -kitlesel sokak eylemlerinin de etkisiyle- nihai başarıya ulaşamamış, heterojen ve savruk bir ideolojik düzlem yaratmıştır.

Gençlerin ekonomik kaygılarla şekillenmiş olan ideolojik belirlenimi, sol değerlerle ancak sınıfsal talep ve politikalar aracılığıyla buluşabilir. Sosyalistlerin izlemesi gereken yol, üniversite gençliğinin içinde yer alarak ve onlarla organik bağlar kurarak bu ekonomik taleplerin siyasallaşmasıdır. Bu noktada sokak eylemlerinin dönüştürücü gücü küçümsenmemeli, polisle ve devlet şiddetiyle karşı karşıya gelme iradesini her gün gösteren gençlerin ideolojik önyargılarının kırılabileceği, mücadeleci bir çizgiye evrilebileceği görülmelidir.

Bu yazı boyunca ortaya atılan iddialar, henüz pratikte kanıtlanmamış ve fazlasıyla spekülatif bulunabilir. Bu iddiaları, sosyal medya üzerinden dahi olsa, güçlendirecek bir gözlemle yazıyı noktalayabiliriz. 19 Mart’tan bu yana yapılan hemen her eylemde örgütsüz ve dağınık üniversite gençliğinin sıklıkla sosyalist parti ve yapılara yüzünü döndüğünü, onlardan bir çağrı beklediğini görebiliriz. Bu beklentinin altında yatan nedenlerin başında, gençliğin mevcut düzen ile derdinin olması ve düzen partilerinin bu duruma alternatif üretememesi yatmaktadır. CHP her ne kadar gençliği kendi çizgisinde yönlendirmeye çalışsa da günün sonunda, gençlerin gündemini kürsüsüne taşımak zorunda kalmaktadır.

Bununla birlikte, gençlik karşı karşıya kaldığı geleceksizliğe karşı biriken öfkesini bu düzenin parçası olan her unsura yöneltmekten de geri durmamaktadır. Bu öfkenin doğru yöne kanalize edilmesi için gençlerin düzen dışı taleplerinin tutarlı bir siyasal program ve devrimci eylemle buluşması gerekmektedir. Bunu başarabilmenin tek yolu da dışarıdan seslenme yoluyla bir siyasal bilinç aktarımı değil, kitleler içerisinde mücadele ederek, siyasal ve ideolojik propagandayı ısrarlı bir şekilde sürdürerek geniş kesimlerle temas alanını artırmaktır. Gençlik, omuz omuza mücadele ederken gördüğü, gerek eylem bilgisi gerek uzlaşmaz düzen karşıtı duruşuyla güven veren sosyalistlerle bir arada yürürse, faşist ideolojinin etki alanından çıkarak sosyalist siyasetle buluşabilir.

Total
0
Shares
Önceki makale
Sarsıntıyı yaratan deprem değil rant düzeni

Sarsıntıyı yaratan deprem değil rant düzeni

Sonraki makale

1 Mayıs Taksim tartışmalarıyla hatırlanacak

İlgili Gönderiler