Ailenin Kutsallığı, Baskının Yeni Kılıfı: Nefret Yasallaşıyor

Ailenin kutsallığı, baskının yeni kılıfı: Nefret yasallaşıyor

Küçük de olsa AKP’nin iktidar ortağı sayılabilecek olan HÜDA PAR, daha önce, “İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinde etkimizin olduğunu ifade etmeniz bizim için büyük bir iltifattır. Darısı 6284’e. İnşallah…” açıklamasını yapmıştı. AKP ile kurduğu ittifak üzerinden güç devşiren HÜDA PAR, 17 Nisan 2025 tarihinde meclise LGBTİ+’ları hedef alan bir yasa tasarısı sundu.

Bu yasa tasarısı, yalnızca toplumu patriarkal ahlaki normlara göre biçimlendirme girişimi değil, aynı zamanda Türkiye’de rantçı kapitalist sistemin ve onun iktidar koltuğunda oturan Erdoğan’ın iktidarının sürekliliği için inşa etmeye çalıştığı ideolojik tahakkümün açık bir tezahürüdür. LGBTİ+’ların hedefte olmasının ardında yatan toplumsal, sınıfsal ve politik nedenleri açığa çıkarmak bugün acil bir görevdir.

HÜDA PAR’ın meclise sunduğu yasa teklifiyle, “kutsal aile için kutsal ahlak” şiarıyla TCK 225’te yapılacak değişikliklerle, alenen LGBTİ+’ları hedefe alan, kişisel alandan medyaya kadar uzanan bir kontrol ve ceza sistemi amaçlandığı açıkça görülmektedir.

Kutsal aile perdesinin ardındaki el: Pekişmiş baskı rejimi

Aile, bireylerin seçimleriyle oluşan toplumsal birim midir, yoksa sistemin kutsallaştırdığı, disiplin ve itaatin yeniden üretildiği bir zincirin halkası mı? AKP’nin yirmi yılı aşkın süredir devam eden iktidarı boyunca sıkça kullandığı “kutsal aile” söylemi, siyasal İslam’ın klasik ideolojisiyle neoliberal kapitalizmin muhafazakâr restorasyonunun buluştuğu bir yönelimi işaret eder. Bu söylem, kadını “fıtrat” olarak dayatılan rollere çiviler, LGBTİ+ kimlikleri yok sayar, yok sayamadığı yerde onları ezmek için çabalar, çocukları güvencesiz bir otoriteye teslim eder. Kapitalist sistemde aile kutsanmaktadır çünkü güzellemesi yapılan, topluma dayatılan tek tip aile modelinin sürdürülmesi itaatin, egemenler çıkarına sürdürülecek üretimin ve özel mülkiyetin devamlılığının koşuludur.

Engels’in “ailenin, özel mülkiyetin bir yapı taşı olduğu” çözümlemesi, bugün de güncelliğini korur. Aile, üretim ilişkileri içinde biçimlenmiş bir yapıdır. Kendisinden önceki üretim biçimleri gibi sınıflı bir toplum yapısına dayanan kapitalizm de bu yapıyı sürdürmek için normatif cinsiyet rollerini, heteroseksüelliği ve aile içi emek sömürüsünü kutsar. LGBTİ+ kimlikler bu dar kalıba sığmaz, bu sebeple de sömürü sisteminin devamlılığı için tehlike oluştururlar.

İktidar; bedenleri, kimlikleri, duygu ve düşünceleri, bütünüyle yaşamın ritmini kontrol altına almak istemektedir. LGBTİ+ varoluş, bu noktada tahakküme karşı bir direnç alanı olarak belirir. Çünkü LGBTİ+ kimlikler, norm dışıdır; sindirilemez, yok edilemez, varlığını sürdürür. AKP-HÜDA PAR ittifakının sunduğu yasa tasarısı da bu bağlamda yalnızca bir “kimliği” değil, o kimliğin taşıdığı çoğulculuk ve direniş potansiyelini hedef almaktadır.

Sunulan tasarıdaki “küresel güçler”, “marjinal ideolojiler” ve “toplumsal yapının çökertilmesi” gibi söylemler, LGBTİ+ haklarının dışarıdan yöneltilen bir tehdit, bir komplo olarak sunulmasının bilinçli bir strateji olduğunu gösteriyor. Bu söylem biçimiyle işaret edilen, iktidarın halkı hizaya sokmak için kullanacağı bir günah keçisidir.

“Aile Yılı” kampanyası altında heteronormatif politikalar

2025 Türkiye’sinde “Aile Yılı” başlığı altında paylaşılan kamu spotları ve destek paketleri, yalnızca “yeni evlenecek genç çiftler” için faizsiz kredi vermiyor; bunun da aracılığıyla, toplumsal dayanışma söylemini tek tip aile modeline sıkıştırıyor. 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesiyle birlikte, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, “LGBT gibi aileyi kökten dinamitleyen akımlara karşı” korunma vurgusu yapmış, aileyi “dayatılmış tek tip bir model” olarak kutsayan bir söylem devreye sokulmuştur. Bu retorik, LGBTİ+’ları “aile bütünlüğüne tehdit” olarak göstererek, “ahlak” ve “gelenek” kisvesiyle artırılmış baskı tedbirlerine dayanak oluşturmak içindir. Böylece resmî ideoloji, LGBTİ+ kimlikleri toplumun dışına itmeye ve doğal bir varoluş hâlini kriminalize etmeye hazırlanıyor.

HÜDA PAR’ın sunduğu kanun teklifi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na eklenen “aynı biyolojik cinsiyette olanlar arasında cinsel davranış ve ilişkinin teşvik edilmesi, özendirilmesi veya propagandasının yapılmasını” yasaklayan maddelerle, LGBTİ+ bireylerin varlığını suç hâline getirmeyi amaçlamaktadır. Bu öneri, salt cinsel yönelim ve kimliklere yönelik bir yasaklama değildir; eklektik bir şekilde devletin baskı aygıtını güçlendiren, kitleleri bölmeyi hedefleyen gerici bir ideolojik saldırıdır.

Mevcut hâl (TCK 225/1–3), “Alenen cinsel ilişkide bulunan” ve “hayasızca hareket eden” kişilere ceza verilmesini öngörürken, HÜDA PAR’ın kanun teklifinde bu fiiller aynı biyolojik cinsiyetten kişiler arasında gerçekleştiği takdirde, ceza bir kat artırılmak isteniyor.

Yeni Teklifin Getirdikleri (TCK 225/4–5):

  1. “Aynı biyolojik cinsiyetten kişiler arasındaki cinsel ilişki veya cinsel davranışı teşvik eden, yaygınlaştıran, propagandasını yapan” herkese üç ila beş yıl hapis cezası.
  2. Yazılı, görsel, işitsel, dijital herhangi bir iletişim aracıyla işlenirse cezanın yarı oranında artırılması.
  3. Suç olarak tanımladığı eylemin tüzel kişiler tarafından yapılması hâlinde, tüzel kişi hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanması.

Bu değişiklikler, bireyin özel hayatına müdahaleyi, cinsel yönelim ve kimliğe dayalı genel bir sansür mekanizmasına dönüştürüyor.

Türkiye’deki teklif, sadece LGBTİ+ varoluşunu değil; ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğünü ve sağlığa ulaşım hakkını da fiilen askıya alacak bir model sunuyor. Dünyadan örnekler de benzer yasakların toplumsal sağlığı baltaladığını, nefret suçları ve intihar oranlarını tırmandırdığını ve demokratik dayanışmayı erozyona uğrattığını gözler önüne seriyor.

Bu noktada, mevcut TCK 225’in hâlihazırdaki problemli hükümleriyle kıyaslandığında, önerilen ek maddeler; hür düşünceyi, bilimsel bilgiye ulaşım hakkını ve mahremiyeti ayaklar altına alan bir sansür aygıtını yasalaştırmaya yöneliktir.

Bu despotik yasaklarınızı yutmuyoruz: Özbekistan’dan Gana’ya LGBTİ+’ları susturma çabaları

Bu baskı rejimi Türkiye’ye özgü değil. Dünya genelinde sistematik bir şekilde LGBTİ+’lar baskı altına alınmaya çalışılıyor. Geleneksel aile politikaları, dünyanın dört bir yanında sermayenin yararına, LGBTİ+’ların hayatı pahasına egemenler tarafından şekillendirilmeye devam ediyor:

Örneğin, Ekim 2024’te Özbekistan Yasama Meclisi üyesi Alisher Qodirov öncülüğünde, LGBTİ+ “propaganda” yasa tasarısı sunulmuş. Yasa tasarısı, LGBTİ+’ların görünürlüğünün medyada ve sokakta tartışılmaya kapanmasını, buna binaen LGBTİ+’ların haklarını aramalarının ve görünürlüklerinin engellenmesini amaçlıyor. Tasarı hâlâ taslak aşamasında.

Haritanın biraz daha aşağısına indiğimizde, Afrika’dan örnekler de karşımıza çıkıyor. Bunlardan birisi Gana. Şubat 2024’te kabul edilen Human Sexual Rights and Ghanian Family Values Act (Cinsel İnsan Hakları ve Ghana Aile Değerleri Yasası); LGBTİ+ olduğunu beyan etmek, bu kimliklerin savunuculuğunu yapmak, LGBTİ+ savunuculuğu yapan kurumlara finansal yardım sağlamak, LGBTİ+ kimlikleri çocuklara anlatmak gibi eylemlerin hapis cezasıyla yargılanmasını içeriyor. Yasa ayrıca, LGBTİ+ bireylerin ve aktivistlerin yanı sıra, vatandaşlardan bunu bildirmesini, bildirmediği takdirde cezalandırılmasını da kapsıyor. Gana’da tasarlanan bu LGBTİ+ karşıtı yasa, görev süresi biten devlet başkanı Nana Akufo-Addo tarafından imzalanmamış, dolayısıyla da yürürlüğe girememişti. Ancak yürürlüğe girmesi için yasa, Mart 2025’te yeniden sunuldu. Bu gibi örnekler toplumsal kutuplaşmayı da her geçen gün beslemekte ve kapitalist düzenin ne kadar ileri gidebileceğini gözler önüne sermektedir.

20 Ocak 2025’te ikinci dönemine başlayan Amerikan Başkanı Donald Trump’ın imzaladığı ilk kararnamelerden bir tanesi de kadınları “aşırılıkçı cinsiyet ideolojisinden” korumayı amaçlayan bir kararname oldu. Bu kararname, resmî belgelerde ikiden fazla cinsiyetin tanınmasını, kurumların “cinsiyet ideolojisini” teşvik etmesini, transların cinsiyet uyumlama süreçleri için kullanılan kamu fonlarını sınırlandırmayı kapsıyor. Bunların dışında; CDC, HUD, NASA ve eğitim bakanlığı, LGBTİ+ destekleyici politikalarını geri çekti. Alabama, Teksas ve Iowa gibi eyaletlerde, yüzlerce trans karşıtı yasa tasarıları sunuldu ve okullarda LGBTİ+ karşıtı kurallar getirildi.

Birçok ülke, bu tür ayrıştırıcı yasaları, çocukları ve onların psikolojisini korumayı öne sürerek meşrulaştırmaya çalışıyor. Oysaki bu yasalar, LGBTİ+ çocukların psikolojisini ve gelecek kaygısını pekiştirmekten başka bir işe yaramıyor. Benzer düzenlemeleri yasalaştıran ülkelerden biri de Gürcistan. Eylül 2024’te kabul edilen ve 3 Ekim 2024’te yürürlüğe giren Aile Değerleri ve Çocukların Korunması Üzerine Yasa ile eşcinsel evlilik, LGBTİ+ bireylerin evlat edinme hakkı, cinsiyet uyumlama ameliyatları ve kamuya açık LGBTİ+ etkinlikleri engellendi. LGBTİ+ kimlikleri içeren kitaplar ve filmlerin gösterimi yasaklandı. Nisan 2025 itibarıyla sunulan yeni yasa tasarısı ise onur yürüyüşlerinin ve mitinglerin, gökkuşağı vb. LGBTİ+ sembollerinin kamusal alanda yasaklanmasını kapsamaktadır.

Homofobik düzenlemelerin önemli bir amacı, LGBTİ+ görünürlüğünü kısıtlamaktır. Macaristan’da, Nisan 2025’te LGBTİ+ topluluklarının kamuya açık etkinliklerini yasaklayan bir anayasa değişikliği kabul edildi. Hükümet, LGBTİ+’ların düzenlediği her etkinlikte söz sahibi oldu. Mart 2025’te kabul edilen bir yasa, “Doğuştan gelen cinsiyetle uyumsuzluk, cinsiyet geçişi veya eşcinselliği teşvik eden” etkinliklerin düzenlenmesini yasakladı. Etkinlikleri düzenleyenlere ve katılanlara hapis veya para cezası uygulanması, yüz tanıma teknolojisiyle onların tespit edilip fişlenmeleri mümkün hâle geldi. Ayrıca, 2025 yılında önerilen 15. Anayasa değişikliği, resmî olarak yalnızca biyolojik cinsiyetin tanınmasını ve cinsiyet uyumlanma süreçlerinin yasaklanmasını içermektedir.

Bu saldırılar bir güç gösterisi değil, yalnızlaşmış ve zayıflamış bir iktidarın emareleridir

HÜDA PAR eliyle Meclis’e sunulan LGBTİ+ karşıtı yasa tasarısı, sadece gerici bir zihniyetin dışavurumu değil, aynı zamanda AKP iktidarının içine düştüğü siyasi ve toplumsal krizin açık bir göstergesidir. Ekonomik kriz derinleşiyor, emekçi halkın yoksulluğu her geçen gün artıyor ve bu durum, Erdoğan’ın tabanını hızla eritiyor. Eskiden olduğu gibi geniş seçmen kesimlerini manipüle edemeyen bir iktidar, şimdi küçük ortaklarının, cemaatlerin, tarikatların ve marjinal gerici çevrelerin taleplerine daha fazla bağımlı hâle gelmiş durumda. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla ayyuka çıkan bu durum, iktidarın artık sadece rant dağıtarak değil, gerici destek karşılığında da siyasal itaat satın almaya çalıştığını gösteriyor. Bu saldırganlık bir güç emaresi değil; tam tersine, zayıflığın ve yalnızlaşmanın dışavurumudur.

Ayrıca, bu saldırıların hedefinde olan LGBTİ+ hareketi, toplumsal muhalefetin en direngen, en militan ve en birleştirici dinamiklerinden biri olarak görülüyor. Tıpkı kadın hareketi gibi; yıllardır baskıya, polis şiddetine, yasaklara ve linç kampanyalarına rağmen geri adım atmadan mücadele eden LGBTİ+’lar, iktidarın gözünde sadece bir “ahlak” sorunu değil, doğrudan bir politik tehdit hâline gelmiştir. Sokağı, meydanları, barikatları ve bilumum mücadele alanlarını gökkuşağının renkleriyle ışıldatan bu isyancı ruh, bugün bir kez daha hedefe konuluyor çünkü susmuyor, geri çekilmiyor, diz çökmüyor. Erdoğan rejimi, toplumsal muhalefetin sönümlenmiş gibi göründüğü anlarda bile her zaman parlamaya devam etmiş olan bu cesur ışığı tam da şimdi, kitleler yeniden hareketlenmişken karartmak istiyor.

Gökkuşağıyla kızılın buluştuğu yerde

Bugün LGBTİ+’lara yönelen saldırılar yalnızca bir kimliğe değil, aynı zamanda bu çürümüş düzenin, karşısında bir tehdit olarak gördüğü bütün direniş odaklarına yöneliktir. Çünkü LGBTİ+’lar da tıpkı kadınlar ve ezilen diğer kimlikler gibi kapitalist toplumda iki kat ezilmektedir; hem cinsel kimliklerinden ve yönelimlerinden ötürü ayrımcılığa ve şiddete uğramakta, hem de işçi sınıfının bir parçası olarak en güvencesiz, en kötü koşullarda çalışmaya zorlanmaktadırlar. Patronların kapının önüne en kolay koyduğu, sendikaların çoğu zaman görmezden geldiği, sosyal haklara erişimi sınırlı olan bu emekçiler, sınıf mücadelesinin en yok sayılan ama aynı zamanda en dirençli özneleri arasındadır. Bu yüzden, LGBTİ+ mücadelesi yalnızca demokratik bir hak mücadelesi değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin de vazgeçilmez bir parçasıdır.

Herkesin, hangi cinsel yönelim ve kimlikle yaşarsa yaşasın eşit ve onurlu varoluş hakkı; Anayasa’nın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temel taşlarından biridir. Kurtuluş, ne kimliğimizi inkâr ederek ne de sınıfsal çelişkileri yok sayarak gelecektir. Gericiliğe, yoksulluğa, sömürüye ve şiddete karşı yan yana durmanın, örgütlenmenin ve birleşik bir mücadeleyi büyütmenin zamanıdır. Bu düzeni değiştirmek istiyorsak gökkuşağını, kızıl emek bayrağıyla yan yana dalgalandırmaktan başka çaremiz yok!

Yaşasın enternasyonal LGBTİ+ hareketi!

Total
0
Shares
Önceki makale

1 Mayıs Taksim tartışmalarıyla hatırlanacak

Sonraki makale

Sosyalist solda üç eğilim ve birlik tartışması

İlgili Gönderiler