Keyfî bir şekilde işten çıkarılan Beşiktaş Belediyesi işçilerinin mücadelesi, yaklaşık iki buçuk aydır sürüyor. İşçiler, bir yandan belediye yönetimine karşı direnirken, işverenin işbirlikçisi olarak hareket eden Genel-İş sendikasına karşı da mücadele veriyor.
Direnişteki işçilerden Süleyman, Mehmet ve hâlihazırda çalışmaya devam eden Bayram* ile işçileri direnişe götüren süreci, sendika içinde verdikleri mücadeleyi ve işten çıkarılmalarına karşı yürüttükleri mücadele içindeki deneyimlerini konuştuk.
“Mazbatayı bir hafta sonra almam gerekirken, 277 gün sonra verdiler!”
Direnişe giden yol nasıl açıldı? Nasıl bir süreçten geçtiniz ve direniş kararını aldınız ve direnişi başlattınız?
Süleyman: Aslında direniş kararını bize aldıran şey toplu işten çıkartmalar oldu. Bunun yaklaşık bir yıl öncesi var, sendika temsilciliği seçimi vardı. Biz de aday olduk. Bütün birimlerde yaptığımız kolektif çalışmalarla, ziyaretlerle tek tek insanlara dokunduk. Sınıfı, dayanışmayı, işçiyi, emeği, gasp edilen haklarını anlattık. Sendikanın nasıl işverenle el ele yürüdüğünü anlattık. İşçi de bunlara hâkimdi ama baskı görüyordu. Ağzını açarsa kovulacağından korkuyordu. Biz bunları yendik ve bunun sonucunda işçi de konuşmaya başladı.
Sendika temsilcileriyle işveren arasında bir çıkar ilişkisi vardı. Temsilci, buradaki anlaşmayı yok sayarsa, kaybeden kendisi olacaktı. Hem koltuğunu hem maaşlarını hem de işe aldırdığı artık kim varsa kaybedecekti. Bunların hepsini yendik!
Biz arkadaşlarımıza seçimi kaybedeceğimizi söyledik. Kazanacağımızı düşünmüyorduk. Ancak sonuçta, seçimleri ezici çoğunlukla kazandığımızı öğrendik. Fen işlerinde, temizlik işlerinde seçimi kazandık. Beyaz yakalılardan ve kafelerden de iyi oy aldık ve baş temsilci olduk. Bu süre zarfında işverenin sendikanın bize karşı yaptığı çalışmalar durmadı, daha da sertleşti. Çok tehditler aldık. Baş temsilci olduktan bir hafta sonra mazbata almam gerekirken, mazbatayı 277 gün sonra verdiler!
“İşverenle pazarlık yapacağımıza, sendika yönetimiyle pazarlık yapar hâle geldik”
Toplu sözleşmeyi (TİS) bizimle birlikte yapmaları gerekirken, sözleşmeyi zaten hazırladıklarını ve imzaya bıraktıklarını öğrendik. Bunun üzerine, toplu sözleşme sürecine dahil olduk. Sözleşmeyi okuduk, işçinin işverene adeta pazarlandığını gördük ve duruma müdahale ettik. Prim miktarlarından sağlık sigortasına, haklara kadar iyileştirmeler koydurttuk. Ancak bu süreçte, işverenle pazarlık yapacağımıza, sendika yönetimiyle pazarlık yapar hâle geldik. Önce sendika yöneticilerine işçinin çıkarını anlatmamız gerekiyordu!
Bir gün, WhatsApp grubumuza Özgür Özel’in mitingine, sendika temsilcilerinin eksiksiz katılması talimatı geldi. Biz, bağlı bulunduğumuz sendikanın hak aramak için düzenlediği bir mitinge en önde koşarız. Ancak bizleri farklı görüşlerden olabilecek işçiler seçtiği için bir siyasi partinin mitingini daha kalabalık göstermek için nesne olmayı reddettik. Bu tutumumuzu, işverenin ortağı Ali Rıza Yılmaz’a şikâyet ettiler ve “bunların işini bitirin” dediler. Bunun sonucunda bir tutanak geldi; sözde hakaret, küfür etmişiz! Bunun üzerine, Kod 27’yi mazeret göstererek iş sözleşmemi feshettiler.
Mahkeme süreçlerine sendika hiç karışmadı, ben bunu bireysel olarak başlattım. Çok arkadaşımız direniş başlatmamı söylese de benim çalışmam ve para kazanmaya devam etmem gerektiği için bunu yapmadım. Ertesi günün akşamında, Mehmet’in işten çıkarıldığını duydum. Temsilci yardımcısı da bu süreçte temsilcilikten istifa etti, ardından da “küfür ettiği” gibi iddialarla Kod 49’dan onu da işten çıkardılar. Bu kod, işveren diyelim ki seninle bir şey konuştu, sen onu alta yayamazsın diyor. İşveren, işçiyle “gizli” bir bilgiyi niye paylaşıyor ki her şeyden önce?
“Eylem sürecimizde, karşımıza henüz bir muhatap çıkmadı.”
Valilikten hakkımda kırmızı kod geldiğini söylediler. Bu kodu görmek istediğimde, gösteremediler. İş haklarımın geçmiş gözaltımdan dolayı feshedildiği söylendi. Personel A.Ş.’ye çıktım. Orada hangi kodla çıkış yapıldığını görmek istedim. Kod 21 olduğunu gördüm. Bu koda göre, hüküm ve mahkûmiyet sebebiyle, işten çıkartıldık. Hükmümüz de mahkûmiyetimiz de yok halbûki! Zaten olsa bile, bizim toplu sözleşmemizde yazdığı üzere, çalışmama engel değil.
Bunların ardından da toplu işten çıkarmalar başladı. Bunu durdurmak için bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük, eylem yapmaya başladık. Bu sırada 17 kişiyi daha işten çıkardılar. Eylemlere kitle örgütlerini çağırmaya başladık. Bu eylemler yaklaşık üç ay önce başladı. Bizim mevcut eylemimiz, Meclis ziyareti sonrasında başladı. 80. gününü geride bıraktık. Bu süreçte karşımıza henüz bir muhatap çıkmadı.
Bu anlattıklarınız 2024’te yapılan yerel seçimlerin ardından yükselen bir süreç. Siz, öncelikle belediyeyle karşı karşıya gelmediniz, sendika içinde bir mücadele içindeydiniz sanırım.
Mehmet: Yerel seçimlere kadar pek bir şey olmadı açıkçası. Ancak bir toplu işten çıkarma durumunda bunun karşısında bir direniş örgütleyebilecek işçileri tırpanlamaya çalıştılar.
Grup hâlinde kazanılan bir zafer var, sendika temsilciliği açısından. Ancak şöyle bir durum da var, seçilen arkadaşların da birçoğu işveren tarafına geçti. Bizim aday gösterdiğimiz, bizim temsilcimiz dediğimiz insanlar maalesef işçiyi sattılar. Benim tamamen kişisel tahminim şu yönde; bu temsilcileri çağırdılar, “bir toplu işten çıkarma süreci olacak, eşinizin dostunuzun bu kıyımdan etkilenmesini istemiyorsanız uyumlu davranın”, dediler. Ama bu yalnızca benim tahminim.
Süleyman: İşten çıkardıkları işçilerin birçoğu yoksul mahalle çocukları. Gecekondu semtlerinden gelip o işe sahip olmuş, evlerine ekmek götürmüşler. Şimdi hastalarına bakamayacak duruma geldiler maalesef.
“Sendika onay vermediği sürece işverenin işçiyi işten çıkartma yetkisi de yok.”
İşten çıkarmalar, belediye içinde bir birimde özellikle yoğunlaştı mı?
Bayram: Sendika ilk başta dedi ki, “Biz işverenle görüştük, sadece bankamatik çalışanları işten çıkarılacak. İşçilerin çıkarılmasına müsaade etmeyiz.” Bu, işçiyi kandırmak için söylendi çünkü süreç böyle ilerlemedi. Direkt sahada çalışanlar işten çıkarıldı, bütün birimlerden! Fen işleri, park ve bahçeler, kafeler… Bu sefer bütçe bahane edildi. Sendikanın dediğine göre işveren, Çalışma Bakanlığı’ndan işten çıkarma onayı almış. Oysaki sendika ile işverenin yaptığı sözleşmeye Çalışma Bakanlığı’nın müdahil olma yetkisi yok. Sendika onay vermediği sürece işverenin işçiyi işten çıkartma yetkisi de yok.
Sendika, Çalışma Bakanlığı yalanını, işçilerin tepkisinden kaçınmak için yaydı. Sendikanın onayı olmadan, buna göz yummadan bu işten çıkarmalar gerçekleşemezdi.
Mehmet: İşten çıkarma için işveren, devlet -temsilcisi- ve sendika olması gerekiyor. Sendika burada direnişe geçseydi, bu anlaşılır olurdu. Direnmediği durumda zaten onay vermiş oluyor. Bu sessizliği garanti altına almak için sendikacıların yakınları işe alınabiliyor, avans sistemiyle para aldıkları dahi söyleniyor.
Peki sizin işten çıkarılma süreciniz nasıl gelişti? Sendika seçimleri sonrasında olanlar dışında yaşananlar var mı?
Mehmet: 1999 yılında, kız çocuklarının okuması için mücadele eden iki tane kadın arkadaşımız Üsküdar Kız Lisesi’nde devrimci demokrat, aydın diye okuldan atıldılar. Bunun üzerine biz bir eylem yaptık. Polise mukavemet gerekçesiyle bir buçuk yıllık bir ceza aldım. Ancak bu ceza için cezaevine girmeme gerek bile yoktu, ceza da ertelendi zaten.
Ben belediyede işbaşı yaptığımda, güvenlik soruşturmamın temiz geldiğini söylediler. Böylelikle çalışmaya başladım. Ancak altı, yedi ay sonra, geçmişte aldığım cezadan dolayı güvenlik soruşturmasına takıldığımı söylediler. Türkan Saylan’ın adını yaşatmaya çalışan bir siyaset, kız çocuklarını okutmak için mücadele edenler hakkında verilen bir hükmü bahane etti.
Zaten güvenlik soruşturmasında devlet, “bu kişiyi işe alamazsın” demiyor. “Bunlarla çalışmamanı öneriyorum” diyor. “Silahlı terör örgütü üyeliği” gibi suçlamalar bu kapsamda değil ama bizim gibi cezalar alanlar için inisiyatif belediyede. İşten çıkarmaları işlerine geldiği gibi bir silah olarak kullanıyorlar.
Saraçhane’de gençleri sokağa çağırdılar örneğin. Ben de oradaydım zaten, haklarımıza sahip çıkmak için orada olmamız gerektiğini düşünüyordum çünkü. Bir sürü genç tutuklandı orada. Bu çocuklar yarın belki de yerel yönetimde çalışan böyle insanlar yüzünden işe alınmayacaklar. Maalesef, bugün iktidar karşısında nasıl konum alıyorsak, yarın bu ülkeyi CHP’ye karşı da savunmak zorunda kalacağız.
“Remzi Çalışkan ise benim işten çıkarılma sürecimin haksız olduğunu kendisi söyledi.”
Belediye Başkanı Rıza Akpolat veya Genel-İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan tutuklandığında işçilerden hiçbir tepki gelmedi. Eylem, iş bırakma vs. yapılmadı ve başka bir tepki de olmadı. Bu durum, sizce biri kamu temsilcisi işveren, diğeri sendika başkanı olan bu kişilerin işçide karşılığı olmadığını mı gösteriyor?
Süleyman: Ahbap-çavuş ilişkisi hâkim olduğunda, işçinin kurduğu ilişki de böyle oluyor. İzmir’de Cemil Tugay’da da görüldüğü gibi, bunlar kendi aralarında, sendikanın da dahil olduğu işlerin faturasını işçiye kesiyorlar, işçiye hesap ödetiyorlar.
Bu aidat yağmacılarını biz hep gece yarısı işçiyi satıp toplu sözleşmeyi imzalarken görüyoruz. İşverenin söylemesini bekleyeceğiniz şeyleri sendika söylüyor. Daha işveren konuşmadan, sendika temsilcileri konuşuyor, “Paraları yok, ne yapalım” diyorlar.
Remzi Çalışkan ise benim işten çıkarılma sürecimin haksız olduğunu kendisi söyledi. Sonrasında da benim telefonlarımı engelledi!
Direnişe geçtiğiniz belediye, bir CHP belediyesi. CHP belediyelerine dönük operasyonlar da ortada. Siz, direnişiniz süresince, kamuoyundan, halktan hiç tepki gördünüz mü?
Süleyman: Tam tersi oldu. Biz eyleme geçtiğimiz sırada, emlak vergilerine fahiş bir zam yapmışlar. Buna tepki gösteren insanlar da bizim eylemimize dahil olmak istedi. Bir başkası, sahip olduğu ruhsatla ilgili kendi uğradığı bir mağduriyet yaşamış, nasıl mücadele edebileceğini sordu. Halk bize tepki göstermiyor, yardımcı bile oluyor, grevdeki ihtiyaçlarımızı dahi karşıladıkları oldu.
Şu anda hukuki mücadeleniz ne aşamada?
Süleyman: Uydurma ve yüz kızartıcı suçlara dayanan kodları tanımadığımızı zaten belirtmiştik. Kodlarımız değiştirilsin diye avukatlarımız aracılığıyla dilekçe de verdik. Altı ay oldu, geri dönüş yapmadılar. Kodlarımız değiştirilmiyor. Mahkemeye gidilecek. Mehmet’in davasını kazandık, karar istinafta. 15 Ekim’de benim ikinci duruşmam olacak. Diğer bir arkadaşımızın davası da yakın bir süreçte.
“Sendikanın görevi işçiye değil, işverene yaptırım uygulamak.”
Beşiktaş Belediyesi’nde iki ayı aşkın süredir maaşlar ödenmediği için geçtiğimiz haftalarda bir iş bırakma kararı alındı ancak eylem gerçekleşemedi. Sendika eylemi geri çekti. Bu süreçte neler yaşandı?
Bayram: Zaten bu iş bırakma, geç kalınmış bir karar. TİS taslağına göre bizim maaşlarımızın ayın 10’u ila 15’i arasında ödenmesi gerekiyor. Bundan sonra ödenmeyen maaşlardan belediye sorumludur ve sendikanın iş bırakma hakkı doğar. Ancak sendikanın işverenle o kadar sıkı ilişkileri var ki işçiler iki, iki buçuk ay maaş alamamış olmasına rağmen hiçbir tepki göstermediler. İşçilerin tepkileri sonucunda iş bırakma kararı almaya mecbur kaldılar.
Alınan karara göre, maaşların tamamı yatırılmadan grev bitirilmeyecekti. Biliyorsunuz, o süreçte kaymakamlığın bir yazısı vardı, belediyeden çöplerin toplanmasını talep ediyor, bu sorunun çözülmesini istiyordu. Bunu sendikadan değil, belediyeden talep ediyor. Sorun ne? İşçiye ödenmeyen maaş. Sendikayı bağlayan bir şey değil ki!
İlk gün geçti, ikinci gün Genel-İş Genel Sekreteri Çetin Çalışkan, gece yarısı temizlik işleri şantiyesine gitmiş. Eğer grevi bitirmezsek, çok büyük yaptırımlara maruz kalacağımızı söylemiş. Yasalar belli, olağanüstü bir hâl olmadığı sürece kimse sendikanın eylemine müdahale edemez. Çetin Çalışkan, bizzat kendisi eylemi bitirdi. Genel-İş’in genel merkezi, şubeye müdahale etti yani. Yoksa bu eylem devam edecekti. Öyle bir kafa kol ilişkileri var ki özel talimatla gelip bu işi bitiriyorlar.
Genel-İş artık bir işçi sendikası değil. İşçiyi temsil etmiyor. Tamamen işveren ağzıyla gelip işçiye gözdağı veriyor, işveren lehine türlü bahanelerle işçinin hak taleplerini bastırıyorlar. Her işçiden her ay en az bin 500 lira para kesiliyor, 3 bin liraya kadar aidat kesilen işçiler var. Bu durumda, sen bana gelip, “İşverenin parası yok” diyemezsin. Senin görevin işçiye değil, işverene yaptırım uygulamak.
Eylem böyle bitirildi, biz hâlâ maaşlarımızı alamadık. Sözde bundan sonra belediye, her hafta bu paraları ödeyecekmiş. Parça parça alacağım para benim bir derdime derman olmuyor ki! Kiramı ödesem, kredi kartım kalıyor; onu ödesem, maaş hesabım kalıyor, onu ödesem taksidim kalıyor. Geçimim, mutfağım, faturalarım var. Başımızda bizim haklarımızı savunan bir sendika olmadığı için bu durumdayız. İşçiler de işimden olmayayım diye sinmiş.
“İşverene esas kalkan olanlar, politik mahallelerden çıkmış insanlar oldu.”
Sendika dışında, işçilerin iş yeri içinde öz örgütlenmelerini sağlayan bir girişim var mı?
Mehmet: Beşiktaş Belediyesi’ndeki işçileri diğer belediyelerden ayrı tutmak lazım. Göz ardı etmememiz gereken bir gerçeklik var. İşe alımlarda büyük çoğunlukla eş, dost, akraba ilişkileri kullanılıyor. Devlet, bir kesime iş vermiyor; bu da bir gerçek. Özellikle Kürt, demokrat, Alevi, solcu, Kemalist olanların devlet kurumlarında iş bulma imkânı çok düşük.
Şimdi yerel yönetimlerde de CHP büyük bir zafer kazandığı için insanların, özellikle de gençlerin birçoğu, belediyelerde işe girmeyi bir kurtuluş kapısı olarak görüyor. Bu durumdan kaynaklı, böyle işe giren işçiler ayrı bir örgütlenmeye gitmiyor. Hatta, işten kovulsa bile, sırf CHP zarar görmesin diye sesini çıkarmayan insanlar var.
Ancak, yerel yönetimlerde tüm fedakârlığı işçiden, emekçiden beklersen, yarın bir gün ülkeyi nasıl yöneteceksin? Bunlar iktidara geldiğinde demek ki yine en başta emeğe saldıracaklar. Sosyal yaşantımız belki daha rahat bir hâle gelecek, özel hayatımıza kadar karışılmayacak ama parkta iki tane bira içmekle emekçinin ekmeğine saldırılması aynı şey değil. Bu gerçekliği görmeden de siyaset yapılamaz.
Süleyman: 2021-2022 gibi ilk önce öncü işçiler olarak kimi birimlerde çalışmalar yaptık. Sendikanın işbirlikçiliğine karşı bu çalışmaları yapıyorduk. Bizden haberdar olan gruplar; TABİB, Belediye Şirket İşçileri vs. vardı. Bu süre zarfında örgütlenmemiz zayıftı. Umut ettiğimiz seviyede ilerlemedi.
Bizim karşımıza hep içimizden düşman çıkıyor. İşçiler içinde muhafazakâr, sağ kesimin insanları bizi karşılarına almıyorlar. Biz işçi muhalefetini örgütlemeye çalıştığımız için bir şeyler yapabileceğimizi düşünüyorlar. İşverene esas kalkan olanlar, politik mahallelerden çıkmış insanlar oldu. Bizim işten çıkma süreçlerimizde sendika yönetiminde, disiplin kurulunda kendilerini devrimci diye tanımlayanların imzaları var. Bize karşı çalışma yürütenlerin çoğu politik mahallelerde yetişmiş insanlar. İnsanlar bir makam, koltuk uğruna onurunu satıyor maalesef.
“Yapıcı, sorun çözen, insanları bilinçlendirecek faaliyetlerin örülmesi gerekiyor.”
Sizin durumunuza ek olarak, son dönemde Kamu Çerçeve Protokolü oluşturulurken de sendikaların benzer davranışlarını gördük. Kamu işçilerinin ve belediye işçilerinin sendikaları, en çok üyeye sahip sendikalar da aynı zamanda. İşçilerin çıkarlarını savunan ve iradesini yansıtan bir pratiğin gelişmesi için nasıl bir mücadele hattı örülmesi gerekli sizce?
Süleyman: Bu sendikalara karşı başka bir sendika kurmak, bize pek bir şey getirmez. Bunu örgütlemek çok uzun zaman alacaktır. Aynı zamanda, işin içinde aidatlar, aidat yağmacıları olduğu sürece, sınıftan bihaber insanlarla yapılacak çalışmalar bir hiçtir.
DİSK şu an tabeladan ibarettir. Bağımsız sendikalar var, mücadele ruhları diğer sendikalara göre daha önde tabii, bu bir gerçek. Kendilerini en azından bir mücadeleye atıyorlar. DİSK’in içinde böyle bir mücadeleci odak oluşturabilirsek, DİSK içinde mücadele etmeliyiz. Ancak içi boş olduğu sürece, DİSK’li olmanın da bir anlamı yok.
DİSK tabeladan ibaret ama DİSK’in tabelasını oraya asmak için ödenen bedelleri de hiçe saymamamız lazım. Yeni bir sendikal arayış, eskisini aratır diye düşünüyorum. Benim fikrim, içerideki aidat yağmacılarıyla mücadele etmemiz gerektiği yönünde. Zeytinburnu’nda bir Kenan Budak var, değil mi? Örgütlenme çalışmaları yapıyordu, katledildi. Tartışılır yanları da olabilir ancak Kemal Türkler, katledildi. Eylemlerde vurulan işçiler var, örnekler çoğaltılabilir. Mümkün olduğunca, büyük mücadelelerle kurulmuş bir sendikanın içini bu işçi düşmanlarından temizleyip, işçilerin çıkarını savunacak bir sendikacılığı hâkim hâle getirmemiz lazım.
Bayram: Bu sistemde, bu sendikal anlayışı değiştiremeyiz. Örgütlü, sınıftan yana, gerçekten sınıfsal mücadele verecek bir yapıyı bu sendikalar içinde kurmak imkânsız. Bu yüzden alternatif, bağımsız, işçilerin kendi inisiyatiflerine dayanan ve aidat sisteminin farklı biçimde organize edildiği bir sendikal anlayış gerek. Bugün işçiden kesilen aidat az değil, tüm üye işçilerin aidatları toplamı, çok yüksek miktarlara ulaşıyor. Bu artık sendikacılıktan çıkmış! Bu durumda bu sendikaları değiştirmek çok mümkün değil. Çünkü çarka çomak sokanı orada barındırmazlar.
Mehmet: Daha denetlenebilir bir sistemin kurulması şart. En azından şube başkanının ya da merkezdeki bir insanın, altındakini görevden alamaması gerekiyor. Bu da bir nevi kayyum uygulamasıdır. Seçilmiş insanları görevden alıyorlar çünkü. İşçi temsilci seçiyor ama temsilcinin TİS görüşmelerinde yetkisi yok. O zaman onların seçilmesinin ne anlamı var?
Süleyman: Örgütlenmenin devrimcilerin öncülüğünde gerçekleşmesi lazım. Ancak devrimciler, artık bir eylemi ortaya çıkarmaktan ziyade, zaten olan eyleme gidip orada oturuyor. Bunu bir özeleştiri olarak da kabul edebiliriz. Örgütlenme faaliyetleri zayıf. Örgütlenmenin imkânlarını devrimciler yaratmalı. Devrimcilerin işçilerle böyle bir bağ kuramadığı durumda, eylemlere gelmeleri de polis tarafından kullanılıyor, işçi de bundan çekiniyor. Yapıcı, sorun çözen, insanları bilinçlendirecek faaliyetlerin örülmesi gerekiyor.
*: Kendi isteği üzerine, ismi değiştirilmiştir.










