İmamoğlu görsellerinin asılması her yerde yasaklandı!

Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.

Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra İmamoğlu’nun posterlerinin asılmasını yasaklayan savcılık kararı, çözüm süreci için mecliste komisyon kurulmasına yönelik açıklamalar, Suriye’deki normalleşme ve iç savaş tartışmaları, Gazze’de soykırım ve Washington’da öldürülen İsrailli konsolosluk çalışanları, Çankaya Belediyesi’nde gerçekleşen köpek ölümü konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.

Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.

Haftanın işçi direnişleri

İstanbul/Beşiktaş – Beşiktaş Belediyesi’nde işçiler, keyfî gerekçelerle işten çıkartıldı. Buna karşı işçilerin direnişi devam ediyor.

İzmir/Çiğli – İzmir’de, Çiğli Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıl haziran ayında işten çıkarılan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası 10 No’lu Şube üyesi kadın işçilerin mücadelesi devam ediyor. Haksız şekilde işlerinden edilen kadınlar, 10 Mayıs’tan beri CHP Genel Merkezi önünde toplanıyorlar.

Kocaeli/Gebze – Petrol-İş’te örgütlü Portakal Plastik ve Porvil Çatı işçileri, insani koşullarda çalışma talebiyle başlattıkları direnişte 18. günü geride bıraktı. Portakal Plastik patronu, üretimi başka bir şirkete fason vererek grev kırıcılığı yapmaya çalıştı. İşçiler bir suç olan grev kırıcılığı girişimine tepki gösterdi.

Kocaeli/Dilovası & İzmir/Çiğli OSB – Patronun yüzde 60’lık zam teklifini kabul etmeyen DYO boya fabrikası işçileri, yüzde 117 zam talebiyle iki fabrikada greve çıktı.

İzmir – Gaziemir’de,  TEKSİF sendikasına üye olan yedi Digel Tekstil işçisinin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 128 günü geride bıraktı.

İzmir/Dikili – Birleşik Tarım Orman İşçileri Sendikası’na (BTO-SEN) üye olan çoğunluğu kadın Queen Tarım işçilerinin sendikal hakkı patron tarafından gasp ediliyor, sendikanın yetkisi tanınmıyor. Sendikalı olmaya karşı uğradıkları mobbing, taciz ve baskıya karşı, Danimarka merkezli Queen Tarım işçilerinin direnişi ikinci haftasında!

İzmir/Menemen – İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret istedikleri için greve çıkan TPI Composites işçileri, 11 gündür direniyor.

İzmir/Kemalpaşa – 166 gündür direnen Temel Conta işçileri, patron kışkırtmasıyla yaşadıkları fiziksel saldırıya karşı emek dostlarının ve devrimci kurumların katılımıyla bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Kocaeli/Gebze – Birleşik Metal Gebze 1 No’lu şubenin yetki aldığı ERLAU fabrikasında sendikalı işçilerin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 41 gündür sürüyor.

İmamoğlu posterleri toplatılacak

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ilgili yeni kısıtlama kararları almaya devam ediyor. Mart ayında İl Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen talimatla, İmamoğlu’nun da aralarında bulunduğu altı belediye başkanına ait afiş ve pankartların şehir genelinde kaldırılması istenmişti. Bu doğrultuda, kamuya açık alanlardaki görseller toplatılmıştı.

Son olarak savcılık, İBB’ye gönderdiği yeni bir yazıyla, Ekrem İmamoğlu’nun görüntü, ses ve fotoğraf içeren materyallerinin kamuya ait ulaşım araçları ve duraklarında kullanılmasını da yasakladı. Bu yasak; metro, metrobüs, otobüs ve vapurlarla birlikte, bu araçlara ait istasyon ve terminalleri de kapsıyor.

Barış Terkoğlu’nun haberine göre, söz konusu yasak İBB’ye bağlı tüm ulaşım ağlarında geçerli olacak. Böylece İmamoğlu’nun yer aldığı tanıtım veya bilgilendirme içerikleri toplu taşıma mecralarından da tamamen kaldırılacak, asılması durumunda ise yaptırım uygulanacak.

İBB Başkanı İmamoğlu ve çok sayıda İBB yönetici ve çalışanına yönelik dalga dalga devam eden soruşturmalar ve yeni tutuklamalar, mart ayından bu yana devam eden bu “çete” soruşturmasının “siyasi bir dava” olduğunu gösteriyor. Yeni dalga operasyonlarla birlikte İBB’de ve iştiraklerinde dışarıda neredeyse hiçbir yönetici bırakılmadı. Bu sayede cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü muhalefet adayı olan Ekrem İmamoğlu etkisiz hâle getirilmeye çalışılırken, aynı zamanda da İBB’ye “kayyumsuz bir kayyum düzeni” getirilmesinin zemini, İBB’yi tamamen felç ederek oluşturuluyor. Siyasallaştırılmış yargı ise AKP’nin iktidarda bulunduğu süreç içerisinde defalarca kez olduğu gibi bugün de Türkiye burjuvazisinin bir kliğinin aparatı olmaya devam ediyor.

Anket sonuçlarının ve sokağın gösterdiğine göre, iktidar ne kadar saldırırsa saldırsın toplumsal desteği eriyor. Anketlerin gösterdiği sonuçlarda AKP ile CHP arasındaki fark CHP lehine açılmaya devam ediyor, İmamoğlu merkezli İBB soruşturmasının kılıfı yapılmaya çalışılan “Ekrem İmamoğlu yolsuzluk çetesi” anlatısı yandaş basın dışında alıcı bulamıyor, sokakta insanlar meydanları doldurmaya devam ediyor.

PKK’nin fesih kararının ardından mecliste komisyon kurulması tartışılıyor

Geçtiğimiz günlerde PKK, düzenlediği kongrede silah bırakma ve örgütü feshetme kararı aldığını açıkladı. Bu tarihi gelişmenin ardından gözler, sürecinin ilerlemesi için adım atması beklenen hükümete çevrildi. Uzun süredir sessizliğini koruyan Erdoğan hükümetinden, artık somut adımlar atması ve süreci ilerletmesi yönünde geniş bir beklenti bulunuyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli, 19 Mayıs vesilesiyle yaptığı açıklamada atılması gereken adımlara atıfta bulunarak, “Barış tek kanatlı kuş değildir. Kaldı ki tek kanatla havalanmak mümkün değildir” dedi. İktidarın adım atması gerektiğini ima eden Bahçeli, aynı zamanda mecliste tüm siyasi partilerin temsilcilerinin katılımıyla, “Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” kurulmasını önerdi. Bahçeli’nin süreci meclise taşıyarak ilerletme, aynı zamanda AKP’nin inisiyatifinden çıkarma yönünde yaptığı komisyon önerisi, DEM Parti yekilileri, CHP ve Ekrem İmamoğlu tarafından da desteklendi.

Sürecin başından bu yana, DEM Parti başta olmak üzere birçok siyasi parti, çözüm için barış sürecinin toplumsallaşması gerektiğini savunuyor. Şeffaf ve demokratik katılıma dayalı bir şekilde yürütülecek görüşmelerin, barışın da teminatı olacağı açık. Bu sürecin yürütülmesinin yolu ise, sürecin iktidarın inisiyatifinde ve onun çıkarları doğrultusunda sınırlı açılımlarla ilerlemesini engellemek için görüşmelerin Meclis çatısı altında kurulacak bir komisyonla yürütülmesi. İmralı heyetinde yer alan Ahmet Türk de yaptığı son açıklamada, sürecin artık hukuki boyutunun ele alınması gerektiğini belirterek, bu noktada meclisin devreye girmesinin zorunlu olduğunu ifade etti.

Siyasi tutukluların serbest bırakılması, kayyum uygulamalarına son verilmesi, siyasi nedenlerle yurt dışına çıkan kişilere hukuki güvence sağlanarak ülkeye dönüşlerinin mümkün kılınması, anadilde eğitim hakkının tanınması gibi birçok talep, başından beri yalnızca birer temenni değil; hükümetin atması gereken somut adımlar olarak dile getiriliyor. Bu adımların hayata geçirilebilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin mecliste görüşülmesi ise sürecin ilerlemesi açısından zorunlu bir koşul olmaya devam ediyor.

Son olarak, tutuklu yargılanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da sosyal medya üzerinden yayınlanan yazılı mesajında meclisi işaret ederek, “Barışı mecliste görüşün, milletimize güvenin” çağrısında bulundu.

Barış sürecinin temel gereklilikleri olan demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü esas alındığında, AKP hükümetinin bugünkü otoriter baskıyı sürdürmesi mümkün olmayacaktır. Siyasi rakiplerini istediği gibi tutuklatan, hukuku salt kendi iktidarı için araçsallaştıran Erdoğan iktidarının, bu durumda zayıflaması ise olası. Kürtlere yönelik baskının azaltılması, ancak büyük şehirlerde baskının artırılması ise tekil örneklerde, özellikle cumhuriyetçi muhalefet ile Kürt muhalefetinin birliğini parçalamaya yönelik bir amaç doğrultusunda kullanılabilir. Ancak Kürt sorununun çözüldüğü, PKK’nin iktidarlar tarafından bahane edilen bir “terör tehdidi” olmaktan çıktığı bir senaryoda, batıda uygulanan baskıların da zemini zayıflayacaktır. Nasıl ki Kürt illerindeki kayyumların sonucu İBB’ye kadar uzanmışsa, yaşanacak normalleşme de mutlaka benzeri bir ilişkiyi açığa çıkaracaktır.

AKP iktidarı, Kürt sorununun çözümüne yönelik atacağı adımların, toplumdaki demokratik talepleri güçlendirmesinden ve mevcut baskı rejimini sürdüremez hâle gelmekten endişe duyuyor. PKK üzerine düşeni yapmış olsa da iktidar tarafından somut adımlar atılmamasının en önemli sebebi de bu. Sürecin meclise taşınması, CHP başta olmak üzere muhalefetin sürece dahil olması ve tarihi bir imkânın iktidarın dar çıkarları için heba edilmemesi için önem taşıyor. Mevcut sürecin emekçiler ve ezilen Kürt halkı lehine ilerlemesi için toplumsal örgütlenmenin ve her alanda örgütlü mücadelenin güçlendirilmesi gerekiyor. Ancak böyle bir toplumsal baskı ile barışın hâkim olduğu yeni bir toplumun inşası için yol alınabilir.

Suriye’de normalleşme mümkün mü?

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, hafta içinde Suriye’de “bir iç savaşa, yani ülkenin bölünmesine birkaç ay değil, belki birkaç hafta uzakta olduğunu değerlendiriyoruz” dedi. Suriye’nin bölge ve dünya siyasetiyle ilişkilerini normalleştirmeye çalıştığı bu dönemde Rubio’nun sözleri tartışılmaya değer. Rubio’nun sözleri, abartılı bulunsa da tümden reddedilemez bir gerçekliğe işaret ediyor. Aynı zamanda bu sözler, bir arka plana sahip.

Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Trump, Suudi Arabistan’da veliaht prens Muhammed bin Selman’la görüşmüş, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılacağını ilan etmişti. Avrupa Birliği de yaptırımları kaldırdığını açıkladı. Amerikan yaptırımlarının tamamen kaldırılması, Amerika’da Kongre’nin onayına muhtaç. Kongre’de ise gerek Rojava yanlısı gerek Erdoğan karşıtı görüşler de mevcut. Ayrıca Colani’nin el-Kaide geçmişi de buna ek olarak resme giriyor. Rubio’nun sözleri, Kongre’nin Trump’ın yaptırımları kaldırma kararına ikna edilmesi için söylendiği iddia edilebilir. Bu görüş, yaptırımların kaldırılmadığı, Şam yönetiminin meşruiyetini pekiştiremediği bir durumda iç çatışmaların derinleşeceğini ve bölgenin, ABD çıkarlarının -İsrail’in de- aleyhine olacak şekilde daha büyük bir istikrarsızlığa sürüklenebileceği öngörüsüne dayanıyor. Bu öngörü, Kongre’nin tutumunu belirleyecek bir endişe de yaratacaktır.

Trump’ın yaptırımlarla ilgili kararını açıklamasından bir gün sonra Trump ile Şam yönetiminin başındaki Colani görüştü. Bu görüşme, bir Amerikan başkanı ile Suriye devletinin başı sayılan bir kişi arasında 25 yıl sonra yapılan ilk görüşme oldu. Görüşme sonrasında Trump, Colani’yi “güçlü, çekici bir adam, bir savaşçı” diye andı. Suudi prens, Trump ve Colani’ye, telekonferansla toplantıya katılan Erdoğan da eşlik etti.

Colani’nin liderliğini yaptığı HTŞ, lideriyle birlikte uluslararası terör listelerinde yer alıyordu. Zaten HTŞ, ABD’nin “teröre karşı savaş” adı altında Afganistan’da yürüttüğü savaşın bahanesi olan El-Kaide’nin Suriye kolunun devamıydı. Yani bugün, farklı koşullar oluşmuş olsaydı, Colani’nin yerine pekala Usame bin Ladin de bir Amerikan başkanıyla görüşmüş olabilirdi.

ABD, Colani’nin Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu öncesinde gündemde olan İbrahim Anlaşmaları’na uygun hareket etmesi, İsrail’e tehdit oluşturmaması, Suriye’deki “yabancı teröristleri sınır dışı etmesi” konularında taahhüt istiyor. Colani de bu taahhütleri verme konusunda gayet istekli gözüküyor. Şam’da iktidarı devralan grup, Esad’ın devrildiği günden beri Filistinli direnişçilere saldırıyor, Lübnan sınırına uzanan bir hatta Filistinlileri Suriye topraklarından çıkartmaya uğraşıyor. İsrail, HTŞ Şam yönetimini ele geçirdiğinden beri Suriye topraklarını defalarca kez bombalamış olsa da buna en ufak bir tepkinin verilmemiş olması, İsrail’le uyum konusunda Colani ve arkadaşlarının tutumunu yansıtıyor.

Son gelişmelerden güç almış olacak ki Şam yönetiminin dışişleri bakanı Hasan el-Şeybani, 18 Mayıs’ta, silahlı güçlere silahlarını teslim etmeleri ve orduyu tek silahlı güç olarak tanımaları için 10 gün süre verdiklerini açıkladı. Bu çağrı, Suriye Demokratik Güçleri’ni ya da Dürzi milisleri kapsamayacaktır. Ancak çağrının muhatabı olan, milis güçler olarak Suriye’nin birçok yerinde faaliyet gösteren diğer cihatçı güçlerle Şam yönetimi arasında çatışmalar yaşanabilir. Bu adımla amaç, her ne kadar hâlihazırda Dürzi milislere veya Rojava’da SDG’ye gücü yetmeyecek olsa da Şam yönetiminin şiddet tekelini kendi eline alarak bu konuda merkezileşmeyi tamamlama isteğidir.

Son olarak, Macaristan ziyareti dönüşünde Erdoğan Türkiye, Irak, Suriye ve ABD’nin yer aldığı bir komitenin kurulduğunu, bu komitenin SDG’nin denetimi altında tutulan IŞİD tutuklularının durumuyla ilgileneceğini açıkladı. SDG’nin elinden IŞİD kampları kozunu almak için uzun süredir uğraşan Türkiye, Trump yönetiminin Türkiye ve onun desteklediği HTŞ ile olumlu ilişkiler geliştirmesini fırsat bilerek bu konuda adım atacaktır. IŞİD kamplarının akıbetini belirsiz hâle getirecek herhangi bir sürece ise şu anda yeşil ışık yakılmayacaktır. Ancak bu girişimler de Suriye çapında Şam yönetiminin, dolaylı olarak Türkiye’nin de kontrolünü sağlamlaştıracak hamleler olarak okunabilir.

Her ne kadar AB ve ABD yaptırımları kaldırılıyor olsa da Şam yönetimi, hâlâ istikrarı sağlamaktan çok uzak. Azınlıkların ve cihatçılığı kabul etmeyen Araplar da dahil olmak üzere Suriye halklarının seküler ve demokratik bir Suriye talebine karşılık merkeziyetçi, tek ulusçu ve şeriat hukukuna dayalı bir Suriye’nin inşa edilmesini savunan HTŞ, yıllardır birlikte yol yürüdüğü cihatçı dostlarına silah bıraktırmayı başarsa dahi mevcut politik tutumuyla ülkenin yaşadığı sorunları aşmakta ümit vadetmiyor. Sonuçta Suriye’nin kaderini emperyalist ve yayılmacı amaçlara sahip devletler arasında yapılan anlaşmalar değil, Suriye halklarının kendisi belirleyecektir. Şam dışı merkezlerde silahlı bir şekilde örgütlenmiş Suriye halklarının iradesinin yok sayıldığı bir durumda, HTŞ’nin devrilmesi ve yeniden bir iç çatışma döngüsüne girilmesi hâlâ ihtimal dahilinde. Yani Rubio’nun “iç savaş” sözleri, Kongre’ye yönelik olsa da potansiyel bir gerçekliği fazlasıyla yansıtıyor.

ABD’de iki İsrailli konsolosluk çalışanı öldürüldü

İsrail, Gazze’de soykırımın şiddetini artırıp açık açık Gazze’de hiçbir Gazzeliyi canlı bırakmayacağını ilan ediyor. ABD’de Elias Rodriguez isimli bir eylemci, Washington’da Yahudi Müzesi’nde gerçekleştirilen bir etkinlikte iki İsrail Konsolosluğu çalışanını öldürdü. Eylem, Netanyahu ve Amerikalı yetkililer tarafından “antisemitik” olarak etiketlense de Gazze halkına uygulanan şiddetin, soykırımcılara geri dönüşü olarak görülebilir.

Suikast sonrasında açığa çıktığı üzere, öldürülenlerden biri olan Yarón Lischinsky’nin X (Twitter) hesabına bakılırsa kendisi, Gazzelilerin yaşadığı soykırımı günbegün kutlayan bir Siyonist. Rodriguez’in eylemi “insanlık dışı” ya da “antisemitist” görülürken; Gazze’de her gün İsrail tarafından sivillerin kasıtlı olarak hedef alındığı, hastanelerin yine aynı şekilde bombaladığı görüntüler ortaya çıkıyor. Ancak artık İsrail’in müttefikleri için dahi savunulamayacak hâle gelen soykırımcı şiddet, üst perdeden tepkileri değil, hâlâ ancak müttefiklerin homurdanmalarını görünür kılıyor.

İsrail, Gazzelileri yalnızca askerî şiddetle katletmiyor. Aynı zamanda Gazze’ye insani yardımların, doktorların, sağlık personelinin girişi de engelleniyor. Su dahil olmak üzere temel ihtiyaçlar, Gazzelilere ulaşmıyor. Filistin İnsan Hakları Merkezi’nin açıklamasına göre 65 binin üzerinde çocuk, yetersiz beslenmeden dolayı ölüm tehdidi altında. AB ülkeleri gibi soykırımın utangaç destekçileri için savaşın istenmeyen bir sonucu gibi görülen bu insani krizin nasıl bir ırkçı motivasyonla ortaya çıkartıldığı, Siyonist bakan Smotrich’in sözlerinde açığa çıkıyor. Smotrich’e göre, “Gazze tamamen yok edilecek, siviller Hamas’ın ve terörizmin olmadığı insani bölgelere ve oradan da üçüncü ülkelere gidecekler.”

Katledilen Gazzelilerin sayısı 53 binin üzerine çıkarken İsrail’in soykırımcı saldırılaırına hem içeride hem de uluslararası müttefiklerinden, ılımlı da olsa, tepkiler geliyor. Muhalif lider Yair Golan, Netanyahu hükümetini sivilleri hedef almakla ve “hobi için bebek öldürmekle” suçlarken; Birleşik Krallık, Fransa ve Kanada, sivillere yönelik saldırıları durdurmadığı takdirde bunun “somut karşılığı” olacağını açıkladılar. İçerideki ve dışarıdaki muhaliflerine Netanyahu’nun cevabı ise soykırım karşısında yükselen her türden tepkiye karşı kullanılan, “antisemitizm” oldu. Mevcut durumda görülüyor ki İsrail, ABD’de Trump yönetiminin desteğinin de etkisiyle, etnik temizliği ilerletmeye utanmaz bir açıklıkla devam ederken, aynı zamanda kendi politik meşruiyetini de aşındırıyor. Bu hâliyle, giderek mevcut müttefikleri için bile, soykırımcı bir devlet olarak addedilme yolunda hızla ilerliyor.

Filistin halkı için timsah gözyaşları döken Türkiye için de durum, AB ülkelerinden farklı değil. Hatta bir süredir, Trump yönetimiyle yakın ilişkiler içinde olan ve bunu “dış politikada başarı” olarak sunan AKP iktidarı, Trump’tan icazet alamıyor olacak ki Filistin konusunda timsah gözyaşlarını bile bir kenara bıraktı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekci, Gazze’de yaşanan travmayı “kınıyor” olsalar da İsrail ile ticaretin tartışma konusu edilmemesi gerektiğini, “altı satıp bir alıyoruz” sözüyle aktardı. İsrail’le bölgede çatışıyormuş gibi görünen Türkiye de İsrail de ABD emperyalizminin bölgedeki varlığı doğrultusunda ortaklaşıyor. Kapitalistlerin kazancı söz konusu olduğunda, kana bulanmış eller birbiriyle hiçbir şey olmamış gibi sıkışıyor.

Emperyalistler ve bölgede yayılmacı amaçlara sahip devletler arası gerilimler, ezilen halkların üzerindeki baskıyı artırıyor. Devletler arası diplomasinin konusu hâline geldikçe soykırım ancak daha da şiddetleniyor. Gazzelilerin yaşadıkları, bölgedeki tüm ezilen halklar için de dersler çıkartılması gereken nitelikte. Tüm devlet sistemini, bir halkı inkâr ve imha etmek üzerine kuran devletlerin, bu şiddeti sona erdirmeleri aynı zamanda kendi varlık sebeplerini sona erdirmek anlamına geliyor. Bu yüzden ezilen halkların kurtuluşu, yalnızca sömürgeci ve soykırımcı temelde kendisini var eden devletleri devirmekten geçiyor.

CHP’li Çankaya Belediyesi’nde hayvan ölümüne karşı yaşam nöbeti

Çankaya Belediyesi’nin 20 Mayıs sabahı Birlik Mahallesi’nde gerçekleştirdiği hayvan toplama çalışmaları sırasında anestezi verilen bir köpek, uygulamanın ardından uzun süre uyanamadı ve akşam saatlerinde veterinere kaldırıldı ve gece saatlerinde hayatını kaybetti. Veteriner hekim tarafından düzenlenen epikriz raporunda, köpeğin ölüm nedeninin yüksek olasılıkla anestezik maddeye bağlı gelişen kardiyovasküler ve solunum yetmezliği olduğu belirtildi. Hayvan hakları savunucuları, belediyenin benzer uygulamaları uzun süredir sürdürdüğünü ve sokakta yaşayan hayvanların yaşam haklarının sistematik olarak ihlal edildiğini ifade etti.

Olayın ardından gönüllüler, köpeğin cansız bedenini alarak Çankaya Belediyesi önünde protesto eylemi başlattı. Eylem gece boyunca devam ederken, sabah saatlerinde polis müdahalesiyle karşılaşıldı. Bazı hayvan hakları savunucularının gözaltına alınmak istendiği, yerde sürüklendikleri ve köpeğin bedenine de polis tarafından el konulduğu bildirildi. Belediyenin yazılı açıklamasında ise köpeğin toplama esnasında fenalaştığı ve ölüm sebebinin net olarak belirlenemediği ifade edildi.

AKP’nin “katliam yasası” olarak anılan ve 2024 yazından bu yana gündemde olan, belediyelere sokak hayvanlarını öldürme yetkisi veren ve kimi durumlarda bu katliamları zorunlu hâle getiren yasa tasarısı tartışılmaya devam ederken, muhalefetin elindeki belediyelerde de hayvanların yaşam hakkının ihlal edilmesi kaygı verici bir tablo ortaya koyuyor. Sokak hayvanlarının yaşamına yönelik bu ihlallerin yalnızca yasal düzenlemelerle değil, tüm belediyelerin etik sorumluluklarıyla da değerlendirilmesi gerektiği bir kez daha gözler önüne seriliyor.

Kılavuz’da Bu Hafta

Kaypakkaya vesilesiyle

Kaypakkaya vesilesiyle: Devrimcileri nasıl anmalı? – Sinan Köksal

İbo için “ser verip sır vermeyen yiğit komünist” ifadesi kullanılır. Bu doğrudur da! Ancak İbo’yu İbo yapan şey yalnızca onun cesareti değildir. Mücadeleye başladığı her noktada yaptığı sınıfsal analizler ve burjuva siyasetiyle uzlaşmaz çizgisi, onun düzenden radikal kopuşunu sağlamıştır. Ser verip sır vermemesi, çelik bir komünist iradenin yalnızca bir sonucudur.

Kürt sorununun yeni evresi: Tarihsel bağlam, sosyalist tutum ve zorunlu mesafeler

Kürt sorununun yeni evresi: Tarihsel bağlam, sosyalist tutum ve zorunlu mesafeler – Onur Emre Yağan

Sosyalistler, sürece kendi bağımsız siyasal hedef ve söylemleriyle ve devrimci bir perspektifle özne olarak dahil olmalı; bu müdahale, barış sürecinin iktidar karşıtı ve anti-emperyalist bir karakter kazanmasına katkı sunacak biçimde toplumu örgütlemeyi hedeflemeli, bu örgütlenme görünür ve belirleyici hâle getirilmelidir.

İşte bizim devrimci mesafemiz de tam bu noktada başlar: “Barış”, sistem içi uyumun değil; işçi sınıfının birliği, halkların eşitliği ve özgürlüğü temelinde ve anti-kapitalist bir toplumsal dönüşüm mücadelesinin kurucu unsuru olan bir perspektifle hayata geçirilemediği sürece, “ortak vatan” hedefi de kof bir söylem olarak kalmaya mahkûm olacaktır.

Total
0
Shares
Önceki makale
Kürt sorununun yeni evresi: Tarihsel bağlam, sosyalist tutum ve zorunlu mesafeler

Kürt sorununun yeni evresi: Tarihsel bağlam, sosyalist tutum ve zorunlu mesafeler

Sonraki makale

Basavaraju neden önemliydi?

İlgili Gönderiler
Devamını oku

İzmir grevi ve muhalefetin işçi düşmanlığı

İzmir grevi; emekçiler, emekten yana siyaset üretenler ve emekten yana konum alan tüm toplum kesimleri için öğretici bir süreçti. Buradan alınacak ders, işçi sınıfı adına siyaset üretme iddiasında olanların düzen cephesi dışında bir alternatifi örmek için çabalarını yoğunlaştırmaları gerektiğidir.
Devamını oku

Gezi 12 yaşında!

Gezi 12 yaşında! Gezi’yi oluşturan milyonlara, Gezi’de düşene, dövüşene selam olsun! Gezi, Erdoğan iktidarının korkulu rüyası olmaya devam ediyor.