Her toplumsal mücadele deneyimi, mutlaka tarihsel bir kökene dayanır. Burjuva partilerinden işçi sınıfı örgütlerine kadar hemen her hareketin de dayandığı bir tarihsel zemin, beslendiği ideolojik kaynaklar vardır. İnsanlık tarihinin en büyük sıçraması olan Ekim Devrimi’nden bugüne kadar dünyadaki hareketler için geçerlidir. Coğrafyamızda da antifaşist, anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadeleler ve bu mücadelelere önderlik eden ya ad destek veren birçok yapı ve onların tarihsel ardılları mevcuttur.
Gençlik mücadelesinin uzun yıllardan sonra tekrar hareketlenmeye başladığı günümüzde, “Bugünün kızıl siyasetinin tarihsel kökeni ne olmalı?”, “İlle bir kökü olmak zorunda mı?” gibi sorular genç arkadaşlar tarafından sıklıkla sorulmaya başlandı. Bu sorular haklı sorulardır ve muhakkak cevaplanmalıdır. Ancak bunun öncesinde, daha doğrusu 19 Mart öncesinde, yazmamızın “iyi olabileceği” düşüncesiyle “devrim mücadelesinde yitirdiklerimizi nasıl anmalıyız” başlıklı bir yazı yazma niyetimiz vardı. Kızıldere’de Mahir ve yoldaşlarının katledilmesi, Denizlerin idamı ve İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır cezaevinde katledilmesi, içinden geçtiğimiz bu ayları biraz daha anlamlı kılıyor. Bu yazı vesilesiyle bu konuya da değinmek, ancak özellikle “71 devrimci kopuşunun” önemine parmak basmak gerekiyor. Hem bu anma ve anlama arayışına, hem 71 kopuşuna hem de günümüzün devrimci gençlik mücadelesinin tarihsel kökenine ilişkin bir tartışmayı başlatma vesilesiyle yazılıyor bu yazı.
Köksüz devrimcilik olur mu?
Türkiye sosyalist hareketi gerekli gereksiz bölünmelerle anılıyor ne yazık ki! Bütün bu tarihsel ayrışmalarda, tarafların bir geleneğin esas temsilcisi oldukları ya da o gelenekten kökten kopuşu temsil ettikleri şeklinde bir başlangıçla hareket ettikleri de bir gerçeklik. Bütün bu ayrışmalar ve yeniden kuruluşlarda, bir tarihsel geçmişle bağ kurabilmek, belirli açılardan rahatlık sağlayabiliyor. “Hedef kitlenin belirlenmesi” ya da “hazır” olarak bir yerlerde bulunması, belirli bir tarihsel geçmişe dayanmanın avantajlarından biridir. Birçok farklı gündeme ilişkin politika üretilirken, “eskilerin” tutumları ufak değişikliklerle halkın önüne konulabiliyor. Bu bakımdan, varlığını tarihsel bir kökene dayandırmak, kolaylaştırıcı bir unsura dönüşebiliyor.
Bununla birlikte, bir geleneğe duyulan aidiyet, kendini yenileme ve yeni toplum kesimlerini örgütleme gibi hayati konularda prangaya da dönüşebiliyor. “Türkiye kapitalist bir ülkedir” tespitini, 2025 Türkiye’sinde yapmak, bu prangalardan kurtulamamanın ve köken alınan tarihin bile gerisine düşmenin bir sonucudur. Bu prangalar, yalnızca ideolojik tıkanıklıklara neden olmamakta, eylem tarzından örgüt modellerine kadar birçok şeyi de doğrudan belirlemektedir. Bu belirlenimler de bir aşamadan sonra daralmaya, dinamizmden kopmaya ve günceli kavrayamamaya kadar gidebiliyor.
Peki tüm bunlarla beraber, gelenek görenek bırakmamacasına her şeyi “parçalamak” doğru mu? Belirli açılardan doğru. Tarihsel muhasebe yapılmadan yeni bir yola çıkmak elbette yanlış, ancak bu her şeyin reddiyesine varırsa iş kötü. İyi olan bazı şeyleri bile sırf “birileri” yapmış diye reddetmek, örgütleri çok daha fazla düzen içine itebiliyor.
Doğru, her şeyden önce komünistiz. Başucu kitabımız Komünist Parti Manifestosu ve Marksist-Leninistiz. Peki bu her şeyi çözüyor mu? Politik doğruculuk gibi bir hedefimiz varsa, elbette çözüyor. Ancak bizler bu ülkeye gökten zembille inmedik. Bizden önce bu coğrafyada mücadele eden yüz binlerce devrimci, onlarca örgüt vardı. Onların deneyimlerinin devamı olarak, doğrusuyla yanlışıyla bu tarih üzerinde yürüyor mücadele. Bu tarihi iyi analiz edebilmek, geçmişten dersler çıkarabilmek bugünün devrimcilerinin vazifesidir. Bu bağlamda, 68 hareketini ve sonrasındaki 71 devrimci kopuşunu değerlendirmek önemlidir.
68 hareketi nereden çıktı? Onu yaratan toplumsal zemin neydi? Dünyadaki 68 hareketi ile Türkiye’nin 68’i arasındaki farklar nelerdi? Bu sorular elbette kıymetlidir ancak konuyla ilgili onlarca kitap, binlerce makale mevcut.
60’lı yıllardan itibaren dünyanın birçok bölgesinde gençlik mücadelesi ciddi bir yükselişe geçti. Ülkemizde de sınıf siyasetindeki hareketlenmeler, toprak işgalleri gibi iç etmenler, Küba Devrimi, Kültür Devrimi gibi dış etmenlerle birleşmeye ve komünist külliyat Türkçeye yaygın biçimde çevrilmeye başlamasıyla ve gençliğin bu eserlere ulaşımının kolaylaşmasıyla birlikte, özellikle öğrenci gençliğin sosyalist düşünceyle arasındaki mesafe kısalmıştır. Dünyadaki birçok örneğin aksine, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) meclise girmesiyle beraber, daha solda olan gençlik mücadelesi kendini ifade etme imkânlarını yakalamıştır. Zaman içerisinde, TİP’i de aşan gençlik mücadelesi, farklı kanallardan büyüyerek toplumsal mücadelenin en dinamik kesimini oluşturmuştur. TİP, kendi içindeki “radikallerle” yolunu ayırdıktan sonra, iç konsolidasyonunu da yitirmiş ve daha reformist, sağ bir çizgiye yerleşmiştir. İlk çıktığı dönemde devrimci gençlerin ilk adresi olan TİP’in, kısa bir süre sonra, parlamentoculuk dışında neredeyse hiçbir etkisi kalmamış, hatta devrimci gençlik kitlelerini “aşağılamaya” çalışmıştır. Dönemin ayrışması da derin bir Millî Demokratik Devrim (MDD)-Sosyalist Devrim (SD) tartışmasından ziyade; TİP’in pasifizmi, legal mücadele sevdası ve gençliği de bu reformist çizgiye mahkûm etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır. MDD tarafı devrimciliği ve sokağı işaret ederken, ne yazık ki SD tarafı parlamentarizmi, legalizmi ve meclisi işaret etmiştir. Bugün ise MDD-SD tartışmasının hiçbir hükmü yoktur çünkü memleketimiz dibine kadar kapitalisttir.
68 gençlik hareketinin önemli eylemlerinin özelliği kapitalizm ve NATO karşıtı olmasıdır. Bunlar; “Özel okullar kapatılsın” diyen, 6. Filo’nun karşısına dikilen, ODTÜ’de Komer’in arabasını yakan, ABD’nin Vietnam’da yaptığı katliamlara karşı örgütlenen eylemlerdir. Bu eylemler anti-emperyalist karakterlidir ve eylemleri emekçi halk çocukları örgütlemiştir. TİP’in geri çizgisi bu eylemlerde, örneğin gençliğin uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ saygıyla baktığı, ABD askerlerini ve işgalci 6. Filo’yu Dolmabahçe’den denize döken iradenin karşısında eylemlerin “radikalleşmemesi” için kitlenin önüne geçmeye çalışmış, Deniz Gezmiş gibi gençlik önderleri de bu pasif çizgiyi tanımamış ve işgalcilere karşı gençliğin en meşru eylemlerinden birisini tarihe nakşetmişlerdir. Yolumuz, işgalcilere karşı kitlelere önderlik eden Deniz Gezmiş’in yoludur.
TİP’in geri tutumu, MDD çizgisini daha belirgin hâle getirmiştir. Kurucu burjuva ideolojisi olan Kemalizmden tarihsel olarak kopmak da “feodal kalıntılara karşı mücadele” anlayışını esas alan bu çizgi için kolay olmamıştır. Sonuçta gerçekleşen kopuş ise sınıf analizi ve Komintern’e bakış gibi konularda radikal bir muhasebe yapmanın doğrudan bir sonucudur. 68’de bu topraklarda atılan maya tutmuş ve 71 devrimci kopuşunun zemini hazırlanmıştır.
71 devrimci kopuşu, düzen siyaseti ile tüm bağları koparmanın adıdır. Komünizmin kapitalizmle ve gericilikle olan uzlaşmaz çelişkisi artık gençlik kitleleri içinde de etkisini hissettirmeye başlamıştır.
71 devrimci kopuşu sistemin tüm unsurlarını doğrudan karşısına alan ideolojik ve pratik mücadeleler bütünüdür. Artık gençlik, yalnızca anti-emperyalist mücadeleyi değil; bununla beraber anti-kapitalist, antifaşist bir mücadele eksenini de benimsemiştir. Bu bir ideolojik mücadelenin sonucunda gerçekleşen pratik sürecin sonucudur. Gençlik artık İsrail işgaline karşı Filistin mücadelesiyle enternasyonal dayanışma içindedir. Yurt içinde de konsoloslara karşı devrimci mücadeleyi aynı eksende gerçekleştirmektedir. Bu mücadelede Mahir olunmalıdır!
Devrimcileri ihbar eden kurnaz muhtarlara karşı mücadele ederken aynı zamanda yoksul köylünün toprak hakkı için köylerde mücadeleyi büyütmüşlerdir. 60 yıllık kurucu burjuva ideolojisiyle mücadeleye girişen tavizsiz bir komünist çizginin yaratılmasını sağlayan, bu anlamda hem ideolojik hem de pratik kopuşun mimarlarından İbo olunmalıdır.
Devrimcileri Ulaşılmaz Mitlere Dönüştürmek
Lenin, Devlet ve Devrim kitabının girişinde, devrimcilerin ölümünden sonra egemen sınıflar tarafından azizleştirilmesini eleştirir. Lenin’e göre, devrimci liderler hayattayken burjuvazi ve onun destekçileri tarafından acımasızca bastırılır, itibarsızlaştırılır ve zulme uğrar. Ancak öldükten sonra, özellikle de halk arasında popülerleşmişlerse, egemen sınıflar onların fikirlerini çarpıtarak zararsız hâle getirmeye çalışır. Devrimcilerin isimleri “kutsallaştırılır,” ancak onların gerçekten savunduğu devrimci düşünceler, içi boşaltılarak sistem için tehlike arz etmeyecek şekilde sunulur.
Burjuvazi, Che baskılı ürünlerle yıllardır kendisine bir rant kapısı daha açmıştır. Maoizm genel olarak radikalizmi temsil ettiği için Mao’nun birçok eseri basılmazken, Mao benzeri insanlarla fotoğraf çekilmek, tatil bölgelerinde papağanı omzuna alıp fotoğraf çekinmek gibi bir işe dönüşmüştür. Konu Lenin’in bahsettiği kadar net ve açıktır! Burjuvazi devrimcileri öldürmekte, hapislere atmakta, sakat bırakmaktadır. Ancak aynı düzen, onlar öldükten sonra onları, tüm devrimci düşünce zenginliği yok edilerek sistem açısından zararsız ikonlara dönüştürmektedir.
Bizim topraklarımızda da benzer durumlar yaşanmaktadır. Aynı burjuvazi Deniz’i, Mahir’i katlettikten sonra onların fikirlerini egemen kurucu ideolojiyle sınırlayarak onları ehlileştirmeye, bu düzene hapsetmeye çalışmıştır.
Buradaki esas dikkat çekilmesi gereken unsur ise, başta bahsetmeye çalıştığımız gibi, bütün siyasal belirlenimini, bu yiğit devrimcilerin 50 sene önceki kısa mücadele deneyimine sığdırmaya çalışan anlayıştır. Sistem tarafından “ehlileştirilen” devrimciler, sol tarafından da ulaşılmaz mitlere dönüştürülmekte, bu ulaşılmazlık durumu da güncelde politikasızlığa, dinamizmden kopmaya, hatta dogmalara sebep olmaktadır. Deniz, Mahir ve İbo, düzenle uzlaşmayan devrimciliğin adıdır, ancak aynı zamanda bugün İstanbul Üniversitesi’nden, ODTÜ ve Yıldız’dan taşan öfkedir. Bu öfkeyi proleter devrimcilikle birleştirmek de 71 kopuşunu eleştirel bir okumayla sahiplenen bugünün devrimcilerinin görevidir.
İbo için “ser verip sır vermeyen yiğit komünist” ifadesi kullanılır. Bu doğrudur da! Ancak İbo’yu İbo yapan şey yalnızca onun cesareti değildir. Mücadeleye başladığı her noktada yaptığı sınıfsal analizler ve burjuva siyasetiyle uzlaşmaz çizgisi, onun düzenden radikal kopuşunu sağlamıştır. Ser verip sır vermemesi, çelik bir komünist iradenin yalnızca bir sonucudur.
Köksüz değiliz! Ekim Devrimi de bizim, Büyük Proleter Kültür Devrimi de… Marx’tan Lenin’e, Ernesto’dan Mao’ya, Xo Amca’ya, Deniz’e, Mahir’e, İbo’ya dayanan büyük bir davanın takipçileriyiz. 68 gençlik hareketi de bizim, bu hamurdan çıkan 71 devrimci kopuşu da bizim.
Devrimci çizgimiz Mahir’in cesaretinden, İbo’nun sistemle uzlaşmaz mücadelesinden besleniyor. Bugün barikatları yıkan gençliğe, yarın fabrikalara sığmayan işçi sınıfına bakışımız Lenin’in kararlı örgüt çizgisinden besleniyor. Komünist mücadelemiz, bütün tarihimizin eleştirel bir biçimde sahiplenilmesi zeminine oturuyor. Ülkemizde komünist mücadele bayrağını bir adım daha ileri taşıyacak, emekçilerin iktidarını kuracağız!