İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi karşısında görevlerimiz

2022 yılının şubat ayı, pek çok farklı sektöre ve bölgeye yayılan işçi eylemlerine sahne oldu. Başta motokuryelerin eylemleri olmak üzere pek çok depo ve tekstil işçisi, yapılan düşük zamlara karşı kendiliğinden ortaya çıkan militan eylemler düzenledi. Bu eylemlerin büyük çoğunluğu ise alım gücünün ciddi oranda düştüğü, sermayedarların kâr oranlarını astronomik seviyede yükselttiği ama en geniş emekçi kesimlerin yüksek enflasyon altında ezildiği bir süreçte gerçekleşiyordu. Büyük bir bölüşüm şokunun yaşandığı bu dönemde farklı sektörlerden işçiler, yapılan düşük zamları sokaklarda protesto ediyor ve insanca yaşanabilecek bir ücret talep ediyordu. Aradan iki yıl geçti, Nurettin Nebati gitti, yerine “rasyonel” ekonomi politikasının mimarı Mehmet Şimşek geldi. Fakat emekçilerin payına düşen yoksullukta bir değişim olmadı. Hatta, tam aksine, neoliberal iktisadın ezberleriyle krizin bütün yükü işçi sınıfının omuzlarına bindirilmek istendikçe farklı sektörlerde ve farklı coğrafyalarda, birbirinden bağımsızmış gibi görünen ama ortak bir kaynaktan beslenen işçi direnişlerine tanık olmaya devam ettik. Özellikle pandemiden sonra canlılık ve çeşitlilik gösteren işçi direnişlerinin en güncel iki örneği ise Polonez ve Carrefour depo işçilerinin direnişleri.

Bu iki direnişte işçiler iki temel talebi öne çıkarıyor: Sendikalaşma ve ücretlere zam. İşçiler, sendikanın olmadığı yerlerde örgütlenip sendikalaşmak istiyor; sendikanın olduğu yerlerde ise ücretlerinde artış talep ediyor. Bu talepler, işçilerin bugün daha çok ekonomik taleplerle bir araya gelip eyleme geçtiğini gösteriyor. Türkiye’deki politik ve ekonomik saldırılara rağmen mücadele eden işçiler hem sınıf kardeşlerine hem de bizlere nefes aldırıyor. Ancak yine de tekil direnişler birbirinden kopuk bir karakter taşıyor. Bunun sonucunda, bu iki örnekte de patronların, en ufak bir örgütlü talep karşısında dahi tavizsiz biçimde saldırganlaştığına ve burjuva hukukunu bile bir çırpıda askıya alarak işçileri hukuksuz bir şekilde işten çıkarmayı tercih ettiğine tanık oluyoruz.

Bu noktada iki önemli eğilimi tespit etmek önemli. Öncelikle işçi eylemliliklerinin neredeyse tamamı, siyasi talepler üzerinden değil ekonomik talepler üzerinden yükseliyor. Belki de bunun bir sonucu olarak diğer işçi direnişleriyle ancak sınırlı bağlar kurabiliyorlar. Bir yanlış anlaşılma olmaması adına belirtmek gerekiyor ki bu, işçi direnişlerine yönelik bir eleştiri değil, nesnel durumun tespitidir. Tekil direnişlerin giderek politikleşen bir işçi hareketine evrilmesi, ancak sosyalistlerin bu direnişlerle bağ kurması ve işçiler içinde güven kazanıp örgütlenerek direniş örgütleyici bir pozisyona gelmeleriyle mümkün. Ancak bu gerçekleşirse kendiliğinden ortaya çıkan eylemler, siyasi iktidarı hedef alan bir niteliğe kavuşabilir. Yani işçi sınıfının ekonomik veya sendikal taleplerini aşarak politik bir sınıf hâline gelmesi için işçi sınıfı devrimciliği iddiasını taşıyan bizim sınıf içinde öncü bir örgütlenmeyi oluşturmanın yollarını aramamız gerekiyor.

Bazı istisnaları bir kenara bırakırsak sendikalaşma ve/veya ücret zammı talepli eylemler, kendiliğinden eylemler olarak gerçekleşiyor. İşçi sınıfının partisi olma iddiasına sahip olan yapılar ise çoğu kez bu grev ya da eylemleri ziyaret ederek dayanışma faaliyeti sergilemenin ötesine geçemiyor. Oysa sınıf devrimcilerinin asıl görevi ekonomik ya da siyasal mücadeleler fark etmeksizin işçi sınıfının iş yeri temelli örgütlenmesini sağlamak ve o alanda öncü işçi kadroları yaratmaya çalışmaktır. Kendiliğinden gelişen eylemlerle dayanışma içerisinde olmak ve onların sesini kamuoyuna taşımak önemli olsa da bununla yetinmemiz mümkün değil.

Bu noktada, girişte kısaca değindiğimiz tarihselliğe geri dönebiliriz. 2022 yılında tabiri caizse bir “kurye fırtınasına” dönüşen ve ülkenin birçok şehrine yayılan eylemlerden geriye ne yazık ki kalıcı bir örgütlenme bırakılamadı. Nesnel koşulların kendiliğinden eylemleri doğurduğu bu dönemde devrimci öznenin eksikliği sebebiyle kalıcı mevziler ve birleşik işçi mücadelesi adına geriye çok sınırlı kazanımlar kaldı. Bugüne geldiğimizde, sınıf içinde kök salmış sosyalist devrimci bir öznenin eksikliğinde tarihin tekerrür etme tehlikesiyle karşı karşıyayız. İşçilerin kendiliğinden yükselen eylemleri, sendikal ve siyasal alanda kalıcı bir birikime dönüştürülemediği sürece zorunlu olarak sönümleniyor.

Şuna da değinmemiz gerekir ki DGD-SEN ve Tekgıda-İş, yani Polonez ve Carrefour depo direnişlerinin mimarı olan iki sendika önemli bir direnç göstermekteler. Yukarıda her ne kadar sosyalist harekete dönük bir sorunu tespit etmiş olsak da bu sendikalarda faaliyet gösteren devrimci kadroların sabırlı ve dirençli mücadelesi yalnızca bu tekil örneklerde değil, geçmişten bugüne uzanan birçok direnişte de işçi sınıfının çeşitli kazanımlar elde etmesini sağladı. Sosyalistlerin en azından bir kısmı için sınıf çalışmasının salt bir dayanışma faaliyetine kadar gerilediği mevcut durumda bu iradeyi de selamlamamız gerekir.

Türkiye’deki bölüşüm şoku, geniş emekçi kesimler için, gıdaya erişimden barınmaya, bir cehennemi yaşamak anlamına geliyor. Her ne kadar sermaye sınıfı bu krizi yaşamıyor olsa da işçi sınıfı yüksek enflasyonun sonuçlarını hayat pahalılığı biçiminde yaşıyor. Bu durum işçileri örgütlenmeye, çalıştığı iş yerlerinde sendikalaşmaya ve fiili-meşru mücadeleye iterken sosyalist devrimcilerin bizzat bu alanlarda bulunması, örgütlenme süreçlerini başlatan kadroları yetiştirmesi gerekiyor. İktidarla burjuva muhalefetin ortaklaştığı düzen cephesinin saldırısına karşı işçi sınıfından yükselen tepkileri birleştirerek tek bir hareket hâline getirmek, başarmamız gereken belki de en önemli hedef. Başka bir deyişle, nesnel koşullar her geçen gün devrimci atılımlar için daha da olgunlaşırken öznel koşulları da buna uygun hâle getirmemiz gerekiyor. Devrimci öznenin kendisini sınıf içerisinde inşa etmesi için koşulların olgunlaştığını tespit ettikten sonra Mao’nun o meşhur sözüyle bu yazıyı noktalayabiliriz: “Gök kubbenin altında kaos egemen, koşullar mükemmel!”

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki makale

Beyaz yakalı: İşçi sınıfının ergen çocuğu mu yoksa zaten hiç bizden olmadı mı?

Sonraki makale

Sosyalist devrimci siyasetin sacayakları: Örgüt, ideoloji, pratik

İlgili Gönderiler