Sosyalist devrimci siyasetin sacayakları: Örgüt, ideoloji, pratik

Geçtiğimiz günlerde TİP’ten ayrılan birçok devrimcinin Kılavuz isimli bir websitesi etrafında birleşerek toplu istifalarını duyurmasıyla birlikte eleştirilerimize hak verenlerin bir kısmı tarafından, yeni bir sosyalist örgüte gerek olup olmadığı sorusu soruldu. Söz konusu kopuşla alakalı ayrıntılı bir metin yayınlandığı için bu kopuşun kendisini bu yazıda tartışmayacağız. Bunun yerine, hem kendi deneyimimizden hem de tarihsel birikimimizden çıkardığımız derslerle bu topraklarda sosyalist devrimci bir öznenin kuruluş aşamasında ayağını basması gereken üç temel noktayı bu yazıyla derinleştirmeye çalışacağım.

Sosyalist solda bu kadar çok örgüt varken yeni bir yapıya neden ihtiyaç var?

Bu soruyu cevaplarken Türkiye’de sosyalist solun kısa bir analizini yapmaya ihtiyacımız var. Sosyalist hareketin tarihsel gelişimini başka bir yazıda açmak üzere bir kenara bırakırsak, bugün itibarıyla sosyalist harekette iki temel yönelimi tespit etmek mümkün. Devrimci iddialarını yitirmemiş, düzen siyasetine karşı uzlaşmaz bir çizgide ısrar eden pek çok örgütsel yapı Marksizmin somutta, yani güncel zaman ve mekân bağlamında yeniden üretilmesinde ideolojik bir sıkışma yaşıyor. Bu yapılar, genç kuşakları devrimci mücadeleye katmakta zorluk yaşadığı gibi işçi sınıfının değişen ve farklı katmanları barındıran yapısıyla bağ kurmakta da zorlanıyor. Mevcut durumda örgütsel ve politik özneler yalnızca nicelik olarak değil, nitelik olarak da gittikçe zayıflıyor.

Diğer tarafta ise aynı niteliksel zayıflamadan nasibini alan ve bunu pragmatist bir şekilde niceliksel büyümeyle aşmaya çalışan sosyalist örgütler karşımıza çıkıyor. Bu yaklaşımın mantıksal sonucu olarak, birçok örnekte düzen muhalefetiyle yan yana yürümekten çekinmeyen, sosyalist devrim hedefinden her geçen gün uzaklaşarak ve daha “gerçekçi” politikaları, esas devrimci olanın bu olduğu iddiasıyla ileri sürerek sol reformist bir siyaset anlayışını diğer öznelere dayatan bir siyaset anlayışı güçleniyor.

Bu iki eğilimin taşıdığı bir ortak özellik de günümüzdeki teknolojik gelişmelere rağmen geçmişle kıyaslandığında ideolojik üretimin ve sol içi tartışma kültürünün körelmesi. Tartışma kültürü ve ideolojik üretimin kısırlaştığı mevcut tabloda sosyalist solun kendini yeniden üretebileceği alanlar ise fazlasıyla kısıtlı. Bütün bu karamsar tabloya rağmen şu ya da bu örgütte yer almasından bağımsız olarak devrimci arayışlar, tarihin her döneminde olduğu gibi sürüyor. Biz de bu devrimci arayışın bir parçası olarak sosyalist hareketin tamamının bir tartışma sürecine girmesi gerektiğini düşünüyor, bu yönde bir davette bulunuyor ve sosyalist ilkeler ışığında yeni bir kılavuz oluşturmaya çalışıyoruz.

Bir kuruluş sürecinde örgütün yükseleceği zemin ve ilkeler belirleyici olacaktır. Bu zemini oluşturmak için yola çıkarken içeriğini tartışmalarla zenginleştirmek üzere üç temel noktaya ağırlık vereceğiz: Örgüt, ideoloji, pratik.

Devrimci Örgüt Modeli

Sosyalist örgütlerde olumsuz deneyimler yaşayan ya da bu olumsuz deneyimleri gözlemleyen hiçbir sosyalist için şaşırtıcı olmayacak bir şekilde örgüt meselesini tartışarak başlayacağız. Devrimci örgüt inşasında hazır şablonlarla hareket etmek isabetsiz olsa da örgüte dair düşünürken kurucu ilkeleri başa yazmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu ilkeleri somutlamadan önce kökeni Bolşevik-Menşevik ayrışmasına kadar uzanan tartışmanın iki aşırı ucundan, diğer bir deyişle iki sapmadan bahsetmek gerek. Bunlardan ilki dönemin Çarlık Rusyası’ndaki örgüt modelini şablon olarak kopyalayarak ve Leninizmi de kaba bir örgüt modeline indirgeyerek şekillenen, kısaca “kadro örgütü” modeli. Kavramı biraz esnek kullandığımız için bu noktayı biraz daha açmak yararlı olacaktır. Öncülük anlayışını küçük bir elit kesime indirgeyen bu şabloncu anlayış, partinin sürekli gelişen ve devinen bir yapı olmasına izin vermeyeceği gibi kolektif bir parti aklının oluşmasının önünde de engel oluşturur. Denetim ve katılım mekanizmalarının kurulamadığı ve yapısal olarak da asla kurulamayacağı bu statik modelin niceliğinden bağımsız olarak başarısız olduğu onlarca örnek tarihimizde mevcut. Öte yandan bu modelin eleştirisini yapar gibi gözüken ama diyalektik bir kavrayıştan uzak “kitle partisi modeli” ise aynı madalyonun bir başka yüzünü oluşturuyor. Türkiye sosyalist hareketi tarihinde Mehmet Ali Aybar’ın teorik çerçevesini çizdiği bu anti-Leninist model ilk bakışta daha demokratikmiş gibi gözükse de aynı bürokratikleşmeyi üretmekten başka bir sonuç vermez. Ayrıca kadrolaşmanın ikincil hâle geldiği bu örgütsel anlayış ideolojik savrulmalara da fazlasıyla açık.

Tam da bu noktada kadro-kitle diyalektiğini ön plana çıkarmamız gerekiyor. Metin Çulhaoğlu’nun “Doğruda Durmanın Felsefesi” başlıklı makalesinde buna dair bakışımızı zenginleştirecek önemli vurguları var:

“Günümüz sosyalisti yalnızca ‘niceliğin niteliğe dönüşümünü’ bilir. Yalnızca bunu bildiği için, niceliği abartır. Niceliği abarttığı için, işportacı gibi ‘adam kazanan’ insanları gerçek örgütçü sayar. Bilmediği, yeterince benimseyemediği ise niteliğin niceliğe dönüşmesidir. İnsanların örgüt içindeki işlev ve konumları ile niteliklerini geliştirebildikleri bir yapının, bütün olarak nitelikçe gelişeceğini, bu nitelik gelişiminin ise, mutlaka niceliğe dönüşeceğini göremezler. Onun için, Türkiye solundaki pek çok sosyalist parti, ‘üyemiz artarsa tekleşiriz’, ‘çok oy alırsak tekleşiriz’ mantığının esiridir.”1

Ne var ki işimiz kadro-kitle diyalektiğini kavramakla da bitmiyor. Kitlelerin içerisinde devrimci faaliyet yürüterek üye ya da taraftar kazanan bir parti, mücadeleye kazandırdığı bu insanların devrimci dönüşümünden de sorumludur. Partiyle bağ kuran insanlar teorik eğitimlerle Marksist-Leninist formasyonunu geliştirirken siyasi mücadele içerisinde pratik ihtiyaçlara göre de kendisini donatabilmelidir. Kadrolaşma faaliyeti ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.

Örgüt modeli tartışırken akıllara gelen bir başka soru da şudur: Hem disiplinli bir parti örgütü hem de kolektif işleyiş mümkün müdür? Devrimci bir örgütün hem disipline, hem ideolojik netliğe hem de kolektif işleyen bir yapıya sahip olması kesinlikle mümkün, hatta zorunludur. Bu işleyişi mümkün kılacak ilke ise yine Lenin’e referansla söyleyebileceğimiz demokratik-merkeziyetçilik ilkesidir. Parti örgütü doğası gereği hiyerarşik bir örgütlenmedir ve merkeziyetçilik içerir. Ancak devrimci bir örgüt, salt yukarıdan aşağı değil aynı zamanda aşağıdan yukarıya doğru da kurulacak denetleme ve geri bildirim (eleştiri) mekanizmalarıyla sağlıklı bir şekilde işleyebilir. Partinin kolektif aklı ancak demokratik-merkeziyetçilik ilkesinin tam olarak işletildiği, eleştiri özgürlüğünün ve özeleştiri sorumluluğunun olduğu, tartışma kanallarının açıldığı bir yapıda hayata geçebilir.

İdeolojik Netlik

Yukarıda ifade etmeye çalıştığım örgütsel anlayış, partide ideolojik netliğin oluşması için bir ön koşuldur ama tek başına yeterli değildir. Bu noktada ideolojik netlikten kastımı biraz daha açmak istiyorum. Marksist-Leninist düşünceyi kılavuz edinen bir partinin ilkelerinden biri de düzen partileriyle uzlaşmaz bir ideolojik hatta sahip olmasıdır. Düzen siyasetiyle uzlaşmaz bir yaklaşımı benimsemek demek partinin her bir üyesinin her konu başlığında aynı şeyi düşünmesi ve bir fikirsel zenginliğin olmaması demek değildir. Saf bir homojenlik arayışı yerine düzen siyasetine karşı tavizsiz bir ideolojik duruşun benimsenmesi, devrimci siyasetin teminatı olacağı gibi partinin günümüzdeki çeşitli demokratik ve sınıfsal mücadele alanlarına yönelik devrimci hamleler yapabilmesini sağlar. Somutlaştırmak gerekirse canlı bir tartışma ortamının yaratıldığı bir parti örgütünde kadın mücadelesi, sendikal mücadele, ulusal sorun, gençlik mücadelesi, ekoloji mücadelesi gibi çeşitli başlıklarda netleşme sağlanır. Bunun başarılamadığı örneklerde ise ideolojik savrulmalar, örgüt içi tasfiyeler ya da her ikisi birden yaşanır. Yukarıda bahsettiğimiz makaleden bir başka alıntıyla sözü yine Çulhaoğlu’na bırakalım:

“Örgüt ve çevresindeki halkalar mevcut ideolojiyi kaldıracak durumda değilse, ideolojiyi tornaya veriyorlar. Böylece ideolojik ödünler başlıyor. Ama diyalektik yasaları da işliyor. Bu kez törpülenen ideolojiye kıyasla, bazı örgüt üyeleri kalın kaçıyor. Onları da tornaya vermek gerek. Bu kez de ihraçlar ve tasfiyeler başlıyor.”

Pratik Mücadele Alanlarından Beslenen Kadroları Yaratmak

Lenin’in teorinin önemini vurguladığı “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” sözünü sosyalist mücadele içerisinde olan herkes bilir ve sahiplenir. Benzer şekilde şunu da vurgulamak gerekir: Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmayacağı gibi devrimci pratik olmadan da devrimci teori olmaz. Bir başka deyişle kadroları ve siyaseti alan mücadelelerinden beslenmeyen bir hareket, güncel ihtiyaçları saptamak ve çözümlemek konusunda da başarısız olacaktır. Tam da bu nedenle devrimci bir partinin kadroları, devrimci faaliyetini alan çalışmalarında gerçekleştiren, o alanı devrimci müdahalelerle geliştirirken aynı zamanda o alandan beslenerek kendini eğiten kadrolar olmalıdır. Ancak işçi sınıfının bulunduğu alanlardan beslenen, emekçi mahallelerinden, kampüslerden, meydanlardan gücünü alan bir hareket devrimci özünü sürekli koruyarak yola devam edebilir. Kadrolarını siyasi mücadele alanlarından, yani devrimci pratikten uzaklaştıran bir parti belki ideolojik netliğini korumakta zorluk çekmez ama devrimci ve dönüştürücü bir etki yaratamamış olur. Pratik mücadelelerden beslenmeyen her örgütsel yapı ya yerinde sayarak steril bir siyasete mahkûm olur ya da zamanla sönümlenip gider.

Türkiye’de sosyalist devrimci bir damarı güçlendirmek için çıktığımız bu yolda sağlam adımlarla yürümeye başlıyoruz. Bu ilk adımlarımızda ilkesel bir doğrultu belirleyerek örgüt, ideoloji ve pratik üçlüsünü de başa yazarak sosyalist hareket için ön açıcı bir görevi üstlenmeye talibiz. Ne mutlu bize ki bu yolda yalnız olmadığımızı biliyoruz. Bu yolu açarken omuz omuza yürüyeceğimiz binlerce devrimcinin olduğunu bilerek ve onlardan aldığımız cesaretle bu adımları atıyoruz. Yolumuz açık olsun!

  1. Çulhaoğlu, Metin. Doğruda Durmanın Felsefesi. Sosyalist İktidar Sayı: 3, Aralık 1979. s.24-43. ↩︎
Total
0
Shares
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki makale

İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi karşısında görevlerimiz

Sonraki makale

Bangladeş: Egemen sınıflar durumu kontrol etmeye çalışıyor

İlgili Gönderiler