Komünistler, 200 yıla yakın mücadele deneyimlerinde kazanımlar ve gerilemelerle beraber büyük bir birikim ve tarihsel dersler ortaya koymuşlardır. Bu tarihsel derslerin güncel siyasete uygulanması, “öğrenme” denilen olguyla ilişkilidir. Hakikat, pratikten doğmaktadır. Bu yönelim, Marksist-Leninist ilkelerin içerisinde, “teoriden pratiğe, pratikten tekrar teoriye” sürecine vurgu yapar. Teori, her zaman pratik içerisinde sınanır. Pratikte sınanmayan bir teori ise dogmatizme yol açar. Teori ve pratik, diyalektik bir döngü oluşturur; bununla beraber, pratikte test edilebilen teori, her zaman bir öncekinden daha ilericidir. Teorinin sınandığı devrimci pratik ise en üstün öğrenme biçimidir. Bilgi edinmenin kaynağı, sosyal pratikle (örneğin üretim, sınıf mücadelesi ve bilimsel deneyler) doğrudan bağlantılıdır. Çelişkiler ve karşıt güçlerin pratik mücadelede bilgi ve gelişim sağlaması, düşmanlardan ve yenilgilerden öğrenmenin esas dinamiğidir.
Öğrenmenin diyalektiği
Öğrenmenin diyalektiği, bilginin zaman içinde geliştirildiği ve rafine edildiği dinamik ve çelişkili süreci ifade eder. “Öğrenmek”; karşıt fikirleri, bir etkileşim içinde gören ve daha yüksek anlayış seviyelerine yol açan diyalektik düşünceye dayanır. Bu kavram genellikle Hegel diyalektiği, Marksist eğitim teorisi ve yapılandırmacı öğrenme teorileri ile ilişkilendirilir.
İnsan her şeye temel bir anlayışla başlar (tez). Tez; çelişkiler, zorluklar veya karşıt bakış açılarıyla karşılaşır (antitez). Bu etkileşim sonucunda, eleştirel düşünme ve çözümleme yoluyla yeni ve daha derin bir anlayış ortaya çıkar (sentez). Bu yeni sentez, döngüyü devam ettirerek bir sonraki tez hâline gelir.
Öğrenme olgusu, genellikle çelişkilerle yüzleşmeyi ve bunları çözmeyi içerir. Mücadele ve -içsel veya dışsal- tartışma, entelektüel gelişmeyi teşvik eder. Kavram yanılgıları veya hatalar başarısızlık değil, daha derin bir kavrayış için gerekli adımlardır. Öğrenme, sadece gerçekleri özümsemek değil, kişinin dünya görüşünü, kendisiyle birlikte çevresini de dönüştürmektir.
Komünistler, yaşadıkları coğrafyadaki veya dünyadaki farklı mücadele deneyimlerinden kendi güncel durumlarına ilişkin dersler çıkararak, toplumsal dönüşümü sağlamakla mükelleftir. Kapitalizmi yıkacak ve nihayetinde kendi sonunu da getirecek olan işçi sınıfı, sınıf kimliğinin doğasından ötürü burjuvazinin düşmanıdır. Emek ile sermayenin uzlaşmaz çelişkisi, başka çelişkilerle de beslenerek kırılmalar yaratır. Bu kırılma dönemlerinde sınıfın aracı olan parti, kitlelere önderlik etme yeteneğine ve birikimine sahipse devrim, değilse karşı devrim ve kıyım yaşanır.
Öğrenme sürecinin dogmatik hâle gelmemesi, tarihsel olarak doğru bilinen yanlışların analizine muhtaçtır. Tarihsel olarak en doğru analiz yöntemi de sınıfların konumlarına dayanan analizdir. Politik alanda faşist iktidar tarafından her sıkıştırıldığında, “hatırası bile 30 sene öncesine dayanan”, ancak pratik olarak kırılmaları olsa da bir süreklilik arz eden “eski” yönetim tarzına özlemle yaklaşmak, politik alandaki temsilcilerine sarılmak doğru bir sınıf analizi yapılmamasının, hatta bilerek bu analizden uzak durulmasının doğrudan sonucudur. Gerçek, gerçektir. Reformistlerin ve ulusalcı solun siyaset yaparken çaresizce sığındığı “cumhuriyetçilik”, öğrenmenin sürekli döngüsünden kopuşun ve dogmatizme yönelmenin bir çıktısıdır.
Skolastik düşünceye karşı devrimci ilerlemenin sağlanabilmesi, ancak doğru bir tarihsel okumaya ve sınıf perspektifine bağlıdır. Bu yazıda, Anadolu coğrafyasında devrim yapmayı hedefleyen komünistlerin düzen siyasetinin dışına çıkarak zihinlerini özgürleştirmesi üzerine temel tartışmalardan birine başlanacaktır. Tartışmanın konusu ise Kerem Yıldırım’ın, Praksis Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı Türkiye Komünist Hareketinde Kemalizm Tahlilleri ve Yaklaşımları’ndan kimi bölümler ve güncel komünist siyasetin de tartışma noktalarından biri hâline gelen Kemalizm olacaktır.

Düzen siyasetinin dışına çıkmak nedir?
Kapitalizm, her üretim biçiminde olduğu gibi, kendine has üretim modelleri, üretim ve bölüşüm ilişkileri ve kültürü olan toplumsal bir modeldir. Komünist siyaset, uzlaşmaz bir şekilde kapitalizmle mücadele hâlindedir. Kapitalizm, her zaman “aykırı” siyasetleri ehlileştirmek, kendi sisteminin bir parçası hâline getirmek için komünist devrimci siyasete müdahalelerde bulunur. Bu müdahale yöntemleri “devletin komünistlerini” yaratmak, hatta kendini böyle bir muhalefet yaratarak meşrulaştırmak için çeşitlilik göstermektedir. Solun düzen siyasetinin dışına çıkması, kapitalizmi yıkacak ve kurulabilecek biricik insani model olan sosyalizme ulaşabilmek için hayati öneme sahiptir. Düzenin dışına çıkıp zihinler özgürleştirilmediği müddetçe reformizm, parlamentarizm, ekonomizm gibi sapmalar, sosyalist solun temel belirlenimleri hâline gelir. Bunların hiçbiri devrimci değildir. Komünizmi düzen içine hapseden kapitalist restorasyon metotlarıdır.
Komünist siyaset içerisinde yer bulmaya çalışan liberalizm ve sosyal şovenizm, kanseri kapitalizm tarafından pompalanan bir karşı devrim hamlesidir. Çoğu yerde birbirine karşıtlık içerisinde gösterilen liberalizm ve ulusalcılık, esasında kapitalizmin öz çocuklarıdır. Düzen siyasetinden kopuş, zihinleri bu kapitalist ablukadan özgürleştirmenin, ideolojik berraklığı sağlamanın temelini oluşturur. Ulusalcılık veya liberalizm illetlerine karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeledir. Düzenle ne kadar fazla bağ kurulursa, liberal aktivizm rüzgârıyla savrulup sınıf ve iktidar sorunu es geçilir; faşist-İslamcı diktatörlüğe karşı düzen muhalefeti “kurtarıcı” ya da doğal ittifak unsuru olarak görülür; bu hata, solu bir bütün olarak sağcılaştırır ve düzenin sınırları içerisine hapseder. Liberalizme karşı verilmesi gereken mücadele, bir sonraki yazımızın konusu olsun; kaldığımız yerden devam edelim.
Kerem Yıldırım’ın Türkiye Komünist Hareketinde Kemalizm Tahlilleri ve Yaklaşımları kitabında her okuyucu mutlaka farklı şeyler görecektir. Ancak kitabın benim için odak noktası, düzen siyasetinden kopuşun ve dogmatizme karşı gerçeğin savunulmasının önemine yapılan vurgudur.
Sınıf perspektifi ve dost-düşman ayrımı
Komünistler, büyük büyük laflar etmek için sınıf analizi yapmazlar. Sınıf tahlili, devrim için ittifak unsurlarını, dostu ve düşmanı belirlemek gibi kritik meselelerin netleşmesini sağlamaktadır.
“Kemalistler 1923’ten sonra değil, CHP’nin öncülü olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti örgütlenmesi yıllarında da Türk ticaret burjuvazisine ve toprak ağaları sınıfına dayanıyordu. Kemalistlerin iktidarı almasıyla birlikte Türk ticaret burjuvazisi palazlanarak komprador burjuvazi konumuna geldi.”
Kitapta yer alan yukarıdaki ifade, herhangi bir sosyalistin mücadele etmeye başlamadan önce temel tartışma noktalarından biri olmalıdır. Bu tartışma, cumhuriyetin, kuruluşundan bugüne kadar hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğinin belirlenmesine ve bir bütün olarak burjuva siyasetine karşı çıkıştaki referans noktalarının doğru saptanmasına vesile olmaktadır. Kitabın ilgili bölümlerinde, cumhuriyetin sınıfsal analizi çok net şekilde belirtilmektedir. Yıllardır, “Kemalizm’in ülkede bir millî burjuvazi yaratmak için attığı adımlar” teranesi devam ettirilmektedir. Ülkede kuruluştan bugüne kadar “millî” nitelikte bir burjuvazinin olmadığı, başından beri emperyalizmle iç içe geçmiş ilişkilerin boyutu da değerlendirilmiştir.
Aşağıdaki bölüm ise 2016 sonrası faşist ittifakın slogan hâline getirdiği ajitasyonun tarihsel kökenine yapılan bir atıftır, oldukça kıymetlidir;
“Kemalistlerin ‘sınıfsız, imtiyazsız toplum’ ideali ve sınıf mücadelesini bastırmak için yücelttikleri Türk milliyetçiliği, güncel olarak, AKP-MHP rejimiyle karşımıza ‘aynı gemideyiz’ klişesi olarak çıktı. Ayrıca ‘tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek vatan’ perspektifi de Kemalist iktidar ile AKP-MHP iktidarı arasındaki ortak ideolojik-siyasal yaklaşımı temsil etmektedir. Hatta Kemalist iktidar ebedi ve milli şeflik makamlarıyla AKP-MHP iktidarlarının henüz erişemediği bir burjuva diktatörlük emarelerine sahipti.”
Düzen siyasetinden kopmak, özünde komünistler tarafından çokça kullanılır; ancak sınıfsal olarak bu işin başarılıp başarılamadığı bir muammadır. İşçi sınıfı partisi olduğunu söyleyen, düzeni yıkıp işçi sınıfı iktidarını kuracağını iddia eden koca koca siyasi hareketler, “CHP’cilik” yaparak mı bu düzene alternatif oluşturacak? Ya da daha kolay örgütleneceğini düşündükleri için CHP’nin birkaç santim soluna düşmüş cumhuriyetçileri örgütlemek için yıllarca Kürt ulusunun sırtında sopaya dönüşmüş bayrağı insanların gözüne sokarak 29 Ekim, 30 Ağustos gibi tarihlerde, mesela 10 Kasım saat dokuzu beş geçe taziye mesajları yayımlayarak mı bağımsız devrimci hattı savunacaklar?
Kemalizm hassasiyeti olan milyonlarca insan komünistlerin tarihsel düşmanları değildir. Komünistlerin düşmanı burjuvazidir. Bununla beraber, Kemalistleri örgütlemek için “mış gibi yapma” huyu, takiye yapmaktır.
Komintern hep haklı mıydı?
Bu soru sadece bu şekliyle bir komüniste sorulsa, muhtemelen “elbette her zaman haklı değildi” cevabı alınır. Ancak konu Kemalizm’in olumlanmasındaki pragmatik ilişkiye geldiğinde Komintern’e toz kondurmayan akıl, esasında Kemalizm’e sahip çıkmak için eleştirel yaklaşımını bir kenara bırakır. Çünkü bu noktada tarihsel bir okuma yapması, doğru bildiği yanlışların altına dinamiti kendi eliyle koymasına yol açacaktır.
“Tarihsel TKP’nin bütün siyasetlerinin ve yönelimlerinin ardında Komintern’in resmi tezleri bulunmaktadır. Şunu açıklıkla söyleyebiliriz: Genel olarak Tarihsel TKP’nin siyasal yaklaşımlarında hiçbir özgünlük bulunmamaktadır. Tarihsel TKP’nin olumlu ve olumsuz bütün eylemlerinde Komintern’in resmi tezlerinin izi vardır.
Bunun dışında, Komintern’in Kemalizm tahlili yalnızca tarihsel değil, güncel anlamda da önem taşımaktadır. Çünkü Komintern’in herhangi bir meseleye ilişkin tutumu, birçok güncel tartışmaya da, hâlâ tarihsel referans olma niteliği taşıyor. Milliyetler meselesinden, siyasal ittifaklar meselesine kadar; Tarihsel TKP’yi Kemalizm karşısında hiçleştiren geleneksel tutum, bugün de Türkiye komünist hareketi içinde, hiç de zayıf olmayan bir biçimde kendisine güncel temsilciler bulabiliyor.”
Komintern ile ilişkinin özeti, daha doğrusu bizim güncel siyasetimize etkisi, Komintern’in dağılmasından günümüze kadar devam etmektedir. Komintern’in pragmatik bakışının sonucunda göz bebeğimiz TKP siyaseten hiçleşmiş, uluslar meselesinden ittifak sorununa kadar uydu siyasetini benimsemiştir. Bu durum 61 sonrasını, Mihri Belli’yi, Deniz’i, Mahir’i de etkilemiş, Komintern ve dolayısıyla tarihsel TKP’nin tezlerini yekten kabul etme sıkıntısı, 71 devrimci atılımı sonrasındaki solun büyük bir bölümüne de etki etmiştir. Günümüzde gerçek, ancak doğru bir sınıfsal okuma yapılarak ortaya çıkabilmektedir.
“Komintern’den, Stalin ve Dimitrov’dan Şefik Hüsnü’ye, Nazım’a, Kıvılcımlı’ya, Mihri Belli’ye, Aybar’a ve Boran’a; oradan Çayan’a, Gezmiş’e ve diğerlerine uzanan bir geleneğin aklına nedense hiç gelmemiş böyle bir ‘sorgulayıcılık’ nasıl olmuş da yıllar sonra sol düşünceye musallat olabilmiştir?”
Örneğin; sosyalist hareketin önde gelen Marksistlerinden biri olan Metin Çulhaoğlu, Türkiye’de Marksizme yaptığı önemli katkılarının yanında, yukarıdaki cümleyi kullanırsa, yüzünü ona dönen yüzlerce, hatta binlerce solcu da “Komintern, Stalin, Kıvılcımlı, Deniz, Mahir meseleyi görememiş ben mi göreceğim” diyerek, hem kendi varlığını hiçleştirmekte hem de kendi kutsallarını yaratmaktadır. Elbette sorgulayacağız, yorumlayacağız. Siyasetteki bu yaklaşımla elbette mücadele edeceğiz. Bir komünistin kutsalı yoktur. Komintern, Stalin, Tarihsel TKP, Deniz, Mahir elbette önemlidir ancak tüm bu isimler kutsal, onların her verdikleri karar da mutlak doğru olamaz.
İttifak meselesi ise dost-düşman ayrımının doğru yapılmasıyla ilişkilidir. Dostlarla ittifak yapılır, düşmana karşı mücadele edilir. Komünistler, dost-düşman ayrımını sınıfsal bir analizle yaparlar. Kapitalizmle çelişkisi olan toplumsal proletaryanın tüm unsurları müttefik, kapitalizmin varlık sebebi olan burjuvazi ise tarihsel düşmanımızdır. “Sınıflar ortadan kalktı, yekpare bir milletiz” vurgusu, bugün sol içerisinde “vatan satılıyor” ifadeleriyle zihinlerimizi kirletmektedir. Bu slogan, her şeyin sınıfsal olduğu, hatta bu sınıf ayrımının insanlık tarihindeki en keskin aşamalarından birine ulaştığı günümüzde, ortaya atılan antikomünist bir söylemdir. Ya da İslamcı-faşist diktatörlüğü, yani iktidardaki büyük burjuvaziyi, muhalefetteki büyük burjuvazi temsilcileriyle alt edeceğini düşünen siyasi akıl, teslimiyetçiliğin son dönemde kitabını yazmış, faşist Ümit Özdağ ile kirli pazarlıkları ortaya çıkmasına rağmen, sokaklarda düzen muhalefetinin bildirilerini dağıtmıştır. Bu gayet bilinçli ve kirli bir siyasi taktiktir. Uzlaşmacıdır, reformist ve düzen içidir.
Eğer bir gün bu memlekette bağımsız proleter devrimci bir hat yükselecekse, bu ancak ve ancak düzen siyasetinden kurtulmakla mümkün olacaktır. Her türden burjuva siyasetine cephe alan ve işçi sınıfının iktidar mücadelesini her şeyin başına yazan, milliyetler meselesine ulusal eşitlik ve kendini yönetme hakkı temelinde yaklaşan, emperyalizme karşı yurtsever ve enternasyonalist bir perspektife sahip örgütlü bir mücadele, devrime önderlik edecektir.