12 Eylül’ü izleyen yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), özellikle 90’lı yılarla beraber ivme kazanan gerici politikalarla eğitimin, toplumun sağcılaştırılması adına bir araç hâline geleceği değişiklikleri uygulamaya başladı. Bu değişim, AKP’nin iktidara gelmesini izleyen yıllarda olduğu gibi AKP-MHP iktidarının politikalarıyla da devam ederek, hızla laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşılması sebebiyle hem eğitim bilimcilerin hem de sendika ve veli derneklerinin gündemini yoğun bir şekilde işgal etti. Hatta son birkaç yıldır toplumun ciddi bir kesiminin de ana gündem başlıklarından biri hâline geldi. Bu kadar önemli bir gündem yaratmasının sebepleri ise çok çeşitli: MEB’in çocuk ihmal ve istismarında bulunan tarikat ve cemaatlerle imzaladığı protokoller, tarikat yurtlarında çıkan yangınlarda ölen çocuklar, ÇEDES, bir öğün ücretsiz ve sağlıklı beslenme hakkı esirgendiği için okula aç giden çocuklar, okullardaki hijyen ve güvenlik sorunu, kırtasiye masrafları, servis ve ulaşım sorunu, sınav sistemi, çocuk işçilik ve MESEM…
Liste oldukça uzunken bunlara yeni bir gündem eklendi. MEB, eğitim alanında hâlihazırda devam eden protokollere ek olarak, 2024’ün son günü faşist Ülkü Ocakları ile protokol imzaladı. İl Millî Eğitim Müdürlükleri aracılığıyla imzalanan protokollerden farklı olarak doğrudan MEB’in imzaladığı bu protokol, yerel ölçekli değil, Türkiye genelinde uygulanacak.
Eğitim iktidarın hedeflerine göre nasıl şekillendiriliyor?
Özellikle AKP iktidarı ile birlikte muhafazakârlaşma, devlet yönetiminin tamamında ve toplumun bir kısmında yükselişe geçip etkin bir hâl aldı. Devlet kadroları, tarikat ve cemaat üyeleri tarafından dolduruldu. Özellikle MEB, tarikat ve cemaatlerin, “STK” dedikleri vakıf ve dernekleriyle birçok protokol imzaladı ve onların, okul öncesinden üniversiteye kadar tüm örgün ve yaygın eğitim kurumlarında, projeler aracılığıyla çocuklara ve gençlere ulaşmalarını sağladı. Bu protokoller aracılığıyla, hem okullarda siyasal İslam propagandası yapılmakta hem de eğitime ayrılan bütçeden tarikatlara ekonomik kazanç sağlanmaktadır.
Fakat iktidarın Gülen Cemaati’yle olan anlaşmazlığının ve darbe girişiminin ardından, Cemaat’e emanet edilen devlet kadrolarında yeniden yapılanmaya gidildi. Bu yapılanma, MHP’nin de devlet kadroları içinde güçlenmesinin yolunu açtı ve böylece ülkücülerin boşalan kadrolara yerleştirilme süreci de başladı. Daha önce çeşitli “STK’lere”, “manevi değerler” adı altında devredilen eğitim, bu kez de “millî değerler” propagandası ile MHP’nin gençlik teşkilatı olan Ülkü Ocakları’na devredilmektedir.
MEB, müfredat değişiklikleriyle eğitimi hem bilimsel ve laik bir temelden, felsefeden uzaklaştırıyor hem de imzaladığı protokollerle, iktidarın, yeni nesilleri hedeflerine göre şekillendirme politikasını güçlendiriyor. Bunun yanı sıra, çocuklarının çok yönlü eğitim almasını isteyen ailelere de özel okulları göstererek sermayeyi destekliyor; yoksul halk çocuklarına ise ya iktidarın değerlerini benimseyerek yetişmelerini ya da ucuz iş gücü olmalarını öğütlüyor.
Ülkü Ocakları ve faşist düşüncenin eğitim alanında yükselişi
31 Aralık 2024 tarihi itibarıyla geçerli olan protokol, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ile Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü arasında imzalandı. Buna göre, Ülkü Ocakları, halk eğitim merkezlerinde, okul öncesi yaş grubundan başlayarak çocuk, genç ve yetişkinlerle eğitim adı altında doğrudan iletişim kurabilecek.
“Kamu Yararı gözeten STK’ler” arasında yer olan vakfın politikasının, kurulduğu ilk günden bu yana ne olduğu sitesinde yazıyor. Kurulduğu günden bu yana “ne kadar çok acı çektiklerini(!)” oldukça iyi açıklamışlar. “Millî ve manevi değerleri yaşatma ve ülkücü gençlik yetiştirme amaçlarından”, “komünistlerle mücadelelerinden”, “başbuğlarının kendilerine gösterdiği ışıklı yoldan” ve Bahçeli’nin önderliğinden de sıkça bahsetmişler. Ancak boğarak öldürdükleri öğretmenlerden, üniversite ve liselerde gerçekleştirdikleri şiddet olaylarından, bünyelerindeki mafya ve çete liderlerinden, cinayetlerden, uyuşturucuya adı bulaşmış MYK üyelerinden bahsetmemektedirler!
Türk-İslam sentezi ile Turan hayali peşinde koşan bu faşist yapının, eğitim–öğretim faaliyetinde aktif olması, pedagojik sorunların yanı sıra, MEB’in ara sıra övündüğü kapsayıcı ve bütünleyici eğitim yaklaşımının tamamen zıddı olan tek tipçiliğe doğru ciddi bir adımdır. Keza daha önce Ülkü Ocakları’nın, il bazlı imzalanan protokoller kapsamında yaptığı çalışmalarda, lise öğrencilerine faşist bozkurt işareti yaptırdığı da medyada yer almıştı.
Geçtiğimiz yıllarda, bazı tarikatlarla imzalanan protokollere, Eğitim Sen başta olmak üzere demokrat sendikalar ve partiler tarafından iptal davaları açılmış, mahkeme kararı ile protokoller, yasaya ve eğitimin temel esaslarına aykırı bulunarak iptal edilmişti. Ancak MEB, mahkeme kararlarına ve tepkilere karşı bütün gücüyle tarikatları savunmaktan geri durmayarak, eğitimi dönüştürme kararlılığını ortaya koymuş ve protokollere devam edeceğini açıklamıştı.
Protokol çocuk haklarıyla uyumlu mu?
İmzalanan protokole neden karşıyız? Anayasaya aykırı olduğu için mi? Evet, anayasada parasız ve herkesin ulaşabileceği bir eğitim hakkıyla ilgili maddeler var. Bu, oldukça kıymetli. Ancak çıkarılan kanun, yönetmelik ya da yönergelerle, bu hak kolaylıkla aykırı uygulamalar yapılıp, mahkeme kararları yok sayılabiliyor. Yani mevcut kazanılmış haklar her alanda olduğu gibi hiçleştiriliyor.
Protokole karşı tutum almamızın, meselenin anayasal boyutundan daha önemli bir başka yönü daha var. Bu uygulamalara karşı çıkarken yasalar elimizi güçlendirse de karşı çıkmamızın altında yatan esas sebep, çocuğun çocuk olmasından kaynaklanan haklarını korumak ve bu hakların yaşama geçirilmesi için verdiğimiz mücadeledir.
Kapitalizm ve faşizm, doğası gereği çocuklara ve kadınlara dönük baskıcı politikalar uygulamaktadır. Çocukları ailenin, devletin ve sermayenin malı olarak değerlendirmekte ve toplumu kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürürken, tam bir dönüşüm için çocukların çocukluğunu çalmaktadır. İktidarın, bu dönüşümü, öncelikle kadın bedeni üzerinden aileyi kutsayan özel politikalar uygulayarak yaygınlaştırma çabası, tarihten günümüze uzanan bir gerçekliktir. Evliliği ve çocuk doğurmayı teşvik edici konuşmalar, yasalar ve vadedilen küçük teşvikler bu politikaları tamamlamaktadır.
Diğer aşama ise eğitim politikalarıdır. İhtiyacına göre eğitim programları geliştiren iktidar; bir taraftan evrenselliği, bilimi, sanatı ve sporu propaganda edip STEM (Bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik) gibi eğitim alanlarını övüp okumanın önemini anlatırken; diğer taraftan da salt “millî ve manevi değerler” üzerinde yükselen, çocukları meslek liseleri ve MESEM’lere yönlendiren, onları örgün eğitimin dışına çıkartarak sermaye-tarikat-faşizm üçgenine hapseden bilinçli ve kararlı politikalar izlemektedir.
Çocukların sağlıklı beslenme, sağlık, eğitim, barınma, ulaşım, oyun oynama, dilini, kültürünü, kimliğini özgürce yaşama hakkı vardır. Kendini ve çevresini ilgilendiren kararlarda söz hakkı vardır. Çocuk, devletin ya da bakım verenlerin sahibi olduğu bir meta değil, devletin ve bakım verenlerin sağlıklı gelişimi için bakmakla yükümlü olduğu bir insandır.
MEB’in uyguladığı politikalar ise yukarıda yazanların tamamen zıddı niteliğinde, bir üst paragrafta yazanlarla ise bire bir uyum içindedir. Yasalarda geçsin ya da geçmesin, çocukların hakları vardır ve mücadelemiz bu temelde ilerleyecektir.