Komünistlerin kurucu metni: Komünist Manifesto

Tarihte yazılmış bazı metinler, sıradan harf dizileri olmanın çok ötesine geçerler. Tarihe de savaşlara da yön verirler, insanların hareketlerine damga vururlar, geleceği şekillendirirler. Felsefede performatif ve afformatif edimler arasındaki tartışma düşünüldüğünde, bu metinler performatiftir, kendilerini gerçekleştirecek özneleri içlerinde barındırırlar. Muhataplar o metinleri kendine rehber alır, o rehberlikle birlikte gelişen tarihsel koşulları tekrar tekrar anlamaya çalışırlar.

Elbette bu tarihsel metinler, öylesine bir dönemde ortaya çıkmaz. Tarihe 1848 devrimleri olarak geçecek ayaklanmaların arifesinde, Marx ve Engels epik bir metin kaleme alırlar. Bu metin, insanlık tarihinin en etkili metinlerinden biri olan Komünist Manifesto’dur. Manifesto; bir örgüt programı olarak iki niteliği de içinde barındırır: Hem o günün politik mücadelesine yön vermek için güncel koşulların analizini içerir hem de işçi sınıfının kapitalist üretim tarzıyla onulmaz çelişkisinin, kapitalizm sürdükçe tarihsel mücadelenin zemini olmak zorunda olduğunu gösterir. Manifesto, praksisin metnidir. Marx’ın, sonrasında, Kapital’de bütünlüklü bir teorik zemin olarak sunacağı çelişkinin, pratik politik alana müdahale etmek için nasıl kullanılabileceğinin erken bir örneğidir.

Engels ve Marx’ın politik müdahalesi, kapitalist üretim tarzının bütünlüklü bir analizinden doğar. Örneğin sınıflandırdıkları farklı sosyalizmlerle girdikleri tartışmalar, kapitalizm analizinin çarpıklığının politik mücadeleyi nasıl güdükleştirdiğine yöneliktir. Özellikle tarihin tekerini geri döndürmeye çalışan sosyalistleri topa tutarlar. Günümüzde sosyal devleti geri çağırma umudu da benzer bir eleştiriye tabi tutulmalıdır. Nasıl ki feodalizmi yıkan kapitalizm, feodalizmin içinde vücuda geldiyse, sosyal devleti yıkan sermayenin cephaneliği de tam da bu 1945 sonrası vücut bulan, refah devletinin eşlik ettiği geçici sulhun zayıflığında doldurulmuştur. Biz Marksistleri makine kırıcılarından ayıran, komünizmin bu üretim tarzı içinde nüksedeceğinin tarihten gelen bilgisidir.

Bugün dünya toplumu, toplumsal çalkantının frekansının artığı bir döneme girmektedir. Teknoloji oligopollerinin, hegemonik güç olan ABD’nin devlet iktidarı içindeki konumlarının da gösterdiği gibi; bu tekellerin heybelerinde biriktirdikleri güç, ABD silahlarıyla dünyanın çeşitli coğrafyalarına salınmak için merkezde toplanmaktadır. Bu çalkantılı dönem, kurucu metinleri siyasallığın içine çekme dönemleridir.

19. yüzyılda dünyanın birçok coğrafyası henüz kapitalistleşme sürecine dahil bile olmamıştı. Ama bu, sanayi kapitalizminin geliştiği yıllarda, üretim tarzında şiddetli biçimde yaşanan değişikliğin siyasi çalkantılar doğurmasına engel değildi. 19. yüzyılın ilk yarısının sonları, sanayi kapitalizminin Avrupa’nın çehresini iyiden iyiye belirlediği bir dönemdi. Geçmiş güç ilişkilerine yön veren maddi yaşamın yeniden üretim tarzının tamamen tasfiye edildiği, yeni üretim tarzının hareket eden tektonik plakalar gibi toplumsal yaşamı sarsarak kendini dayattığı süreçti. Engels ve Marx, üretim tarzındaki değişikliğin, insan ilişkilerinin bütün boyutlarında nasıl zuhur ettiğini şöyle açıklarlar:

“Bütün kemikleşmiş, donmuş ilişkiler, arkalarında eskiden beri saygıdeğer tasavvur ve görüşlerle birlikte silinip gider; yeni oluşanlar ise daha kemikleşmeye fırsat bulamadan eskir. Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey ayaklar altına alınıyor ve insanlar nihayet hayattaki konumlarına, karşılıklı ilişkilerine soğukkanlı bir gözle bakmaya zorlanıyorlar.”1

İstisnai bir üretim tarzı: Kapitalizm

Kapitalizm, insanlığın geçmiş üretim tarzlarından, kendine özgü işleyişi dışında, iki noktada ayrılır. İlki; kapitalizmin, diğer üretim tarzlarının dünyada kapladığı alanlardan çok daha geniş bir coğrafyayı içine almasıdır. İnsanlık tarihinde, tarım öncesi toplumları göz ardı edersek ve günümüzde kapitalizmin geldiği noktayı düşünürsek, kapitalizmin ilk küresel üretim tarzı olduğunu söyleyebiliriz. Engels ve Marx’ın, Manifesto’da, “burjuvazi kendi suretinde bir dünya yaratıyor” derken vurguladığı, bir yandan toplum içinde daha öncesinde özerk olan bütün alanların bir biçimde sermayenin gerçekleşmesi için seferber edilen alanlar hâline gelmesiyse, diğer yandan da kapitalist üretim kapasitesinin geldiği devasa boyutların ürettiği, insanlık tarihinin en etkili savaş araçlarıyla birlikte doğan emperyalist ilişkinin sezilmesidir. Kapitalist üretim tarzını diğer üretim tarzlarından ayıran en temel etken, maddi yaşamın yeniden üretiminin iktisadi büyümeye göbekten bağlı olmasıdır. Bu bağımlılık, işçi sınıfının tarihte ezilen diğer toplumsal sınıfların elinde olmayan en büyük avantajı, aynı zamanda da onlardan çok daha fazla kapana kısılmasının nedenidir. Kapitalizm o kadar büyür ki zorunlu olarak her şeyi kendi içine alır, böylece kendisi dışında bir şey kalmaz. Öyle ki;

“Dini bağnazlık, şövalye ruhunun ve küçük burjuva duygusallığının ilahi vecde gelişlerini, bencil hesabın buzlu sularında boğmuştur. Kişisel onuru mübadele değerine dönüştürmüş ve sayısız mücessel ve müktesep hürriyetin yerine, o tek ve acımasız özgürlüğü, ticaret yapma özgürlüğünü, getirmiştir. Sözün kısası, dini ve siyasi yanılsamaların ardına gizlenen sömürünün yerine, açık, hayasız, dolaysız ve gaddar bir sömürüyü geçirmiştir.”2

İşçilerin, ilk tarım toplumlarındaki ezilenlerin yabana kaçması gibi kaçış stratejileri olamaz. Kapitalist üretim ilişkilerine dahil olmadan yaşamanın imkânı yoktur. İşçi sınıfının kapitalizmi yok etmek dışında herhangi bir kurtuluş planı olduğunu iddia etmek oksimorondur.

Kapitalizmin diğer ayırt edici niteliği, daha doğarken ifşa edilmiş olmasıdır. Komünist Manifesto boyunca Engels ve Marx, kapitalistlerin feodalizme karşı seferber ettikleri silahların şimdi nasıl kendilerine döndüğünü anlatır. Politik meşruluğun kaynağı, feodalizmin yıkılması için gökten yere inince, proleter sınıfın konumu, Dumezil’in erken Avrupa toplumlarını tasvir edişi gibi tanrısal bir düzenin kutsal iş bölümünün bir parçası değil, dünya üzerindeki güç ilişkilerinin bir sonucu oldu. Dünyevi güçle inşa edilen, dünyevi güçle de bertaraf edilir. Proletaryanın politik mücadeleye sınıf olarak dahli, Rubicon’un geçilmesiydi. Kapitalizme, kendi tarihi boyunca, onu yıkma hedefiyle hareket eden bir işçi sınıfı eşlik etti.

Lakin proletaryanın politik bir örgüt inşa etmesi, kuru kuruya kalabalık kentlere ve sıkış tepiş fabrikalara bağlı değildir. Bu örgütün, aynı zamanda dünyaya yönelmiş ortak bir perspektifinin olması gerekir. İşte Komünist Manifesto tam da burada devreye girer. Üretim tarzının çarpık tahlili, politik zeminde gücü ne olursa olsun, kapitalizmin bertaraf edilmesine yetmeyen politik hareketler doğurur. Komünist Manifesto, bu çarpıklığın ortadan kaldırılması için yazılmıştır.

Biz işçilerin, başka üretim tarzlarının diğer ezilmiş sınıflarından farklı olarak, bir diğer avantajı, elimizdeki tarihsel ve toplumsal verilerin her geçen gün ispat ettiği gibi, kapitalizme dair teorik ufkumuzun net ve açıklayıcı olmasıdır. İşçi, ezilmişliğinin nedenlerinin bilgisine sahiptir. Spinoza’nın felsefesinde nedenlerin bilgisine sahip olmak, başlı başına varlığın gücünü arttırır. Burada da, daha kapitalizm doğarken, sermayenin ideolojik çarpıtmalarıyla teorik ve pratik zeminde hesaplaşılmaya başlanmıştır.

Elimizde çok parlak, her yandan görülebilir bir deniz feneri var. Sermayenin, her defasında “dahi”lerin eseri gibi gösterdiği yeni teknolojik araçlarla sömürü ilişkisini perdeleme çabasını, Marksist bir sınava tabi tutup teorik olarak kolayca bertaraf edebiliyoruz. Bugün yapay zekâ teknolojilerinin altında yatan sömürü mekanizmasını kolaylıkla anlayabiliyoruz. Giyotinde kellesi alınan Antoine Lavoisier, kimya alanında kütlenin korunumu kanununu ortaya atarken, “hiçbir şey yoktan var olmaz” demişti. Bu kanun, kapitalizm için de başka bir bağlamda geçerlidir: Hiçbir kâr, sömürüsüz var olamaz. Sömürüsüz bir artık değer birikimi, kapitalist üretim tarzının doğası gereği imkânsızdır. Eğer böyle olsaydı, zaten o üretim tarzına kapitalizm demezdik.

Heyulayı geri getirmek

Engels ve Marx, Komünist Manifesto’yu yazarken bir kehanette bulunmadı. Var olmayan bir politik özneyi icat etmediler. E. P. Thompson, büyük eseri İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu’nda, 1780 ve 1832 yılları arasında işçi sınıfının bir politik özne olarak kendini nasıl ortaya koyduğunu oldukça kudretli bir biçimde gösterir. Hakeza Engels’in kendi metinlerinden de özellikle İngiliz emekçilerinin durumlarını görebiliriz. Komünist Manifesto, politik hareketler kuran, iktidarları alaşağı etmeye namzet işçi sınıfı için yazılmıştır.

Kapitalizm süregittiği sürece, Komünist Manifesto da güncelliğini korumaya devam edecektir. Kapitalizm kendi içinde farklı dönemselleştirmelere tabi tutulabilir, amiral gemisinde farklılıklar olabilir, ancak ismini hak etmek için sömürü ilişkisini mıh gibi göğsüne çakmış olması gerekir. İşçilerin vuracağı nokta da üzeri örtülen güncel sömürü ilişkisinin politik mücadele içinde teşhir edilmesidir, devrimin güncelliği sömürü ilişkisinin güncelliğinden gelir. Tarihin sonu tezlerinin icra etmeyi denediği mistifikasyonun tarihe karışmasının nedeni de budur.

Komünist Manifesto bizim tarihsel politik stratejilerimize yön veren, dost-düşman ayrımımızı yaparken başvurduğumuz, bugünün koşullarında kapitalizmin zayıf halkalarını tespit ederken kullandığımız bir araçtır.

Diğer yandan Manifesto, kutsal değil tarihsel bir metindir. Manifesto’nun, Paris Komünü sonrası yayınlanan baskısına yazdığı önsözde Marx’ın proletarya diktatörlüğüne dair müdahalesi, devlet iktidarının öylece devralınamayacağının görüldüğünü vurgular. Sonrasında Lenin, Devlet ve Devrim’de, pratikten öğrenilmiş bu deneyimi detaylıca tartışacaktır.

Ortalama insanın reddi

Bugün kapitalizmi karşısına almayan felsefi-sosyolojik-iktisadi akımların hepsi, ortalama bir insan kurgusundan yola çıkar. Bu çarpıtmaya yanıtımızı 177 yıl önce vermiştik. Engels ve Marx, Komünist Manifesto’da, Almanların Fransız edebiyatını bir insan özü tartışmasına nasıl indirgediğini anlatır:

“Böylece Fransız sosyalist-komünist edebiyatı adeta hadım edilmiş oldu. Ve bu edebiyat, Almanların elinde bir sınıfın bir başka sınıfa karşı mücadelesini ifade etmekten çıktığı için, Almanlar ‘Fransız tek yanlılığı’nın üstesinden geldiklerine, hakiki ihtiyaçlar yerine hakikatin ihtiyacını, proleterin çıkarları yerine insan özünün, genel olarak insanın, hiçbir sınıfa, hele gerçekliğe ait olmayan, yalnızca felsefi fantezinin puslu alemine ait olan insanın çıkarlarını savunduklarına seviniyordu.”3

Burada itiraz edilen nokta, sınıflı bir toplumu anlamaya çalışırken sınıfsız bir toplummuş gibi ilerleyen bilimin ve felsefenin, tam da sınıflı toplumun sürekliliğinin aparatı olmasıdır. Türkiye’nin güncel ve tarihsel tartışmalarında da sınıfın, kapitalistler lehine reddiyesi birçok akımda görülür. Kemalizmin organik toplumundan milliyetçilerin ırk üzerinden ya da siyasal İslamcıların din üzerinden belirlediği siyasal birliğe kadar… Hâlbuki, sınıfsız bir alanmış gibi dayatılan aile ilişkilerinin kendisi bile sınıfın silinmeyecek damgasını taşır: “Proletaryanın yaşadığı koşullarda, eski toplumun yaşam koşulları şimdiden yok olmuştur. Proleterin mülkü yoktur; proleterin karısı ve çocuklarıyla olan ilişkisinin, burjuva aile ilişkisiyle hiçbir ortak yanı kalmamıştır.”4 Tepeden tırnağa kapitalist sömürü ilişkilerince belirlenmiş bir toplumda sınıfsal eşitsizliği görmemek, laubali ve yoğun bir çabanın ürünü olabilir ancak.

Bu açıdan düşünüldüğünde, Komünist Manifesto aynı zamanda sosyal bilimlere önemli bir katkıyı da barındırır. 21. yüzyılın başında üretilmiş birçok metin, Manifesto testine tabi tutulduğunda, 19. yüzyılda Almanya’ya ihraç edilmiş hadım Fransız edebiyatı gibi görünür. Hâlbuki, sınıflı bir toplumda yaşayan insana dair yürütülen her tartışma, her politik hamle ya sömürü ilişkilerini faş eder ya da sömürü ilişkilerinin üstünü örter. 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda yaşayan bizler için başkaca bir seçenek yoktur.

Komünist Manifesto, sınıflı toplum yapısı sürdükçe güncelliğini kaybetmeyecek bir metindir. Bize birçok alanda rehberlik etmeye devam ediyor: Kapitalist üretim tarzının tarihsel hareketini tüm açıklığıyla resmediyor, bu hareketi komünizme doğru yöneltmek için gereken politik mücadelenin olmazsa olmazlarını bize tekrar tekrar hatırlatıyor. Ayrıca, sinsice bu mücadeleyi sekteye uğratmaya çalışan politik güçleri anlayabilmemiz için elimize bir turnusol kağıdı tutuşturuyor. Evet, fırtınanın şiddetinin daha da arttığı günler geliyor, ancak komünistler olarak çok fırtınalar gördük. Elimizde sönmeyecek fenerlerimiz var!


  1. Marx, Karl & Engels, Friedrich. (2013). Komünist Manifesto. Çeviri: Nail Satlıgan & Tektaş Ağaoğlu. İstanbul: Yordam Yayınları, s. 44. ↩︎
  2. Age. 43 ↩︎
  3. Age. 75 ↩︎
  4. Age. 54 ↩︎
Total
0
Shares
Önceki makale
Kızıl bayrak ardında duran işçiler

Kızıl siyaseti savunmak

Sonraki makale
Kadın emeği, tekstil atölyesinde çalışan kadınlar

Kadın emeği: Kapitalizmin güvencesizliği ve çıkış yolları

İlgili Gönderiler