Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.
Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra Kızıl Parti’nin kuruluşu, CHP’ye kayyum tartışmaları, liselilerin eylemleri, Selçuk Kozağaçlı’yla ilgili hukuk rezaleti, Sırrı Süreyya Önder’in rahatsızlığı ve “normal doğum” tartışmaları konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.
Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Haftanın işçi direnişleri
İstanbul/Tuzla – TKIS Blinds Perde’de, sendikaya üye oldukları için işten çıkarılan 10 işçi, 178 gündür direnişi sürdürüyor.
İzmir – İzmir’de Oryantal, Sunel ve TTL tütün fabrikalarında Tekgıda-İş sendikası öncülüğünde işçilerin bir buçuk aydır sürdürdükleri grevler zaferle sonuçlandı. İşçilerin ücretlerine, yüzde 75 ila yüzde 150 arasında zam yapıldı.
İzmir/Kemalpaşa – Temel Conta işçilerinin onurlu direnişi 130. gününe ulaştı.
İzmir/Çiğli – İzmir Çiğli Belediyesi’nde işçiler, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin tıkanması üzerine 17 Nisan Perşembe günü greve çıktı. 900 işçinin katıldığı grevde işçiler, belediye yönetiminden insanca yaşamaya yetecek bir ücret talep ediyor.
İzmir – Gaziemir’de bulunan Alman menşeli Digel Tekstil’de TEKSİF sendikasına üye olan yedi işçinin işten çıkarılması üzerine başlayan direniş, 94 gündür kararlılıkla devam ediyor.
Kızıl Parti kuruldu

2024 yılının ağustos ayında Türkiye İşçi Partisi’nden “Sosyalist Devrimci Siyasete Çağrı” isimli bir metin yayınlayarak ayrılan sosyalistlerin öncülük ettiği Kızıl Parti, yayınladığı bildiriyle kuruluşunu ilan etti.
Partinin kuruluş kongresi, Türkiye’nin farklı illerinden ve yurt dışından üyelerin katılımıyla 12 Nisan’da toplandı. Kongrede partinin siyasal program metni ve tüzüğü, delegelerin değerlendirmeleri sonrasında oy birliğiyle kabul edildi.
Kongrede ayrıca partinin merkezî kurulları da belirlendi. Kızıl Parti’nin kuruluş kongresi sonrasında parti içi görevlendirmeler de yapıldı. Buna göre; partinin genel sekreteri olarak Onur Emre Yağan, parti eş sözcüleri olarak ise Candan Polat Köksal ve Gün Çağ Aydın seçildi.
Kızıl Parti kurucuları, geçtiğimiz yıl sosyalist örgütlerin devrimci siyasetten uzaklaştığına dair eleştiriler yapmış ve Türkiye’de sosyalist devrimci örgütlenmenin, kolektif ve demokratik bir işleyişle yeniden kurulması gerektiğini savunmuştu. Buna göre, kapitalizmin emekçilere ve yoksul kesimlere yönelen saldırılarına ve dünyada bir tehlike olarak yükselen faşizme karşı devrimci siyaseti düzen siyasetinin içine hapsolduğu çizgiden kurtararak güçlendirmek gerektiği öne çıkarılmıştı.
Sosyalist partilerin devrimci bir hattan uzaklaşarak düzen içi kazanımlarla yetindiğinin öne sürüldüğü bildiride, Kızıl Parti’nin iktidarı hedefleyen tutumu vurgulanıyor, ancak Kızıl Parti’nin de demokratik hak mücadelelerini sahiplenip bunlara öncülük etmek için çabalayacağı da ifade ediliyor.
Sosyalist Devrimci Siyasete Çağrı metninde de Kızıl Parti’nin kuruluş bildirisinde de doğanın sömürüsüyle birlikte ezilen, sömürülen ve ayrımcılığa uğrayan kesimlere yönelik düşmanlığın, günümüz kapitalizminde güçlendiği vurgulanıyor. Buna karşı toplumsal muhalefetin birleşik ve devrimci mücadelesinin önemi savunulurken emeğin ve ezilen halkların kurtuluşu için eşitlik, özgürlük ve barış mücadelesinin ancak devrimci bir öncülükle başarıya ulaşacağı belirtiliyor.
Kızıl Parti’nin kuruluşunu duyurduğu deklarasyonun tamamını buradan okuyabilirsiniz.
AKP’nin kendini vuran saldırısı: 19 Mart

Geçtiğimiz hafta, CHP’ye kayyum atanma olasılığı yine gündemdeydi. Aynı zamanda Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalar, Devlet Bahçeli’nin mesajları, trolleri dahil olmak üzere iktidar medyasının savruk ve kontrolsüz görünen tepkileri AKP açısından 19 Mart’ın, ayağına dolaşan bir süreç hâline geldiğini gösteriyor.
Öncelikle, 17-21 Nisan arasında Ankara’da polisin izinlerinin iptal edilmesi, yeni bir operasyon şüphesi yaratmıştı. Ardından, 17 Nisan’da bir duruşması görülecek olan CHP’nin kurultay davası ile birlikte CHP’ye kayyum atanacağı yönünde tahminler ortaya çıktı. Bunu besleyecek şekilde, tetikçiliğiyle bilinen Rasim Ozan Kütahyalı, CHP’ye 45 günlüğüne kayyum atanacağı ve 1 Haziran’da CHP’nin yeniden kurultay düzenleyeceği iddiasını ortaya attı. Bu iddianın ardından borsada göreli bir düşüş yaşandı, bir anda olası bir kayyuma karşı tepkiler yükseldi. Bunun üzerinde İletişim Başkanlığı, yaptığı açıklamayla bunun yanlış bilgi olduğunu belirtti. Rasim Ozan Kütahyalı hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı, Kütahyalı gözaltına alındı ve yurt dışı çıkış yasağıyla serbest bırakıldı.
Devlet Bahçeli, X hesabından yaptığı açıklamada “İmamoğlu suçsuzsa beraat etsin, suçluysa cezasını çeksin” diyerek belirsizliğin bitirilmesini istemiş oldu. Ekrem İmamoğlu, buna cevaben de okunabilecek olan açıklamasında, Bahçeli’nin açıklamasını “değerli bulduğunu” ifade ederken, adil yargı süreçleri ile “birlik ve beraberlik” çağrısı yaptı. Devlet Bahçeli’nin AKP’den ayrışan tutumu, Erdoğan’ın Türkiye’de politik istikrarın sağlanmasıyla ilgili AKP’ye atılan bir taş olarak görülebilir. Bunu, yalnızca birkaç gün sonra yeni bir yazılı açıklamada Bahçeli’nin “CHP’ye kayyum doğru değildir” çıkışı da tamamlıyor. İmamoğlu ise kendi açıklamasında iktidar bloğu içindeki bu ayrışmayı kaşımış oldu.
Altını çizmek gerekir, Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu açıklamalarda AKP’ye örtülü eleştiriler olsa da halkı bir an önce bir özne olmaktan çıkarma isteği esas baskın olan konu. CHP’nin toplumu harekete geçirmesi, süreçte toplumsal tepkiyi dinamik biçimde taşıyan yöntemi iktidarı, Bahçeli de dahil olmak üzere rahatsız ediyor. Kürt sorununa dair Bahçeli’nin sözcülüğüyle yapılan açılımda da toplumun katılımı olmaksızın sonuç alınmak isteniyor. Ancak Türkiye’nin demokratik sorunları, demokratikleşme yönünde adım atılmaksızın çözülemez. Bu yüzden iktidar bloğu, atılan adımlarda bir duvara çarpıyor, içindeki kliklerin kendi çıkarlarına göre hareket etmesine olanak tanıyor. Yani ortada bir büyük plan da yok, gizli anlaşmalar da!
Mevcut durum kapalı kapılar ardında oynanan bir oyun değil, toplumsal muhalefetin direnişi sonucunda iktidarın planının sekteye uğramasının göstergesidir. İktidar bloğu içindeki dağılma, geleceğe yönelik uzlaşılmış bir iktidar planının olmadığını ve bu durumun çatışmalara alan açtığını gösteriyor. Eğer güçlü ve kararlı bir halk tepkisi olmasaydı, İstanbul’a kayyum atanabilir ve Erdoğan etrafında yeni bir odaklaşmanın önü açılabilirdi.
İktidar bloğu içindeki çatışmalardan medet umanlar olabilir ancak biliyoruz ki belirleyici olan çatışmalar değil, emekçi halkın mücadelesidir. Halk sokaktaysa ve mücadele ediyorsa, egemenlerin tanrısal görünen güçleri tuzla buz olur. Bu yüzden Türkiye’nin geleceği, egemenlerin değil, sıradan insanların ellerindedir. Sıradan insanın kaderini eline alarak tarihe yön vermesi, toplumun tümüne yayılan direnişin örgütlenmesiyle mümkün. Direnişle püskürtülen iktidar saldırısına karşı şimdi yeni bir ülkeyi kazanmak için örgütlülüğü yükseltmenin zamanı!
Liseliler ayakta

19 Mart’ta halkın ülke çapında ayağa kalkarak üzerindeki ölü toprağını atmasının etkileri devam ediyor. Proje okullarında 20 binden fazla öğretmenin “norm fazlası” adı altında, yani ihtiyaç fazlası olduğu belirtilerek açığa alınmasının ardından liselerde öğrenciler “Öğretmenime dokunma” diyerek eylemler düzenledi. Bu eylemlere aynı zamanda veliler ve öğretmenler de katıldı. İstanbul’dan Bursa’ya, Manisa’dan Adana’ya, Mersin’e, Eskişehir’e birçok ilde düzenlenen eylemler sonucunda proje okulları dışında kalan norm fazlası öğretmen atamaları durduruldu. Proje okullarındaysa öğretmenlerin okullarından sürgün edilmesine sebep olacak atamalar devam ediyor.
Öğretmen atamalarının 19 Mart sürecine denk gelmesi, kamuoyunda doğal olarak İmamoğlu’nun tutuklanmasına tepki gösteren öğretmenlerin açığa alınması olarak yorumlanmıştı. Ne var ki proje okullarında yaşanan atamalar, hâlâ karşısında direnmeyi gerektirse de rutin bir uygulama. Bu uygulamaya göre, okul yönetimleri nesnel bir kriter olmaksızın, tamamen keyfî biçimde öğretmenleri norm fazlası olarak belirleyebiliyor ve bu öğretmenler millî eğitim müdürlüklerinin emrine verilerek sürgün edilmelerinin önü açılmış oluyor. Sonuçta, doğrudan 19 Mart eylemlerine katılan öğretmenler cezalandırılmıyor olsa da birçoğu iktidar yanlısı sendika ve örgütlerde görev yapan okul yönetimlerinin, okullarda kendi isteklerine göre şekillenen öğretim kadrolarını oluşturmasının yolunu açıyor.
Akla gelecek bir soru, proje okullarındaki uygulama rutin bir uygulama ise liselilerin neden şimdi ayağa kalktığı olacaktır. Aslında bunun cevabı basit: Çünkü toplum ayakta!
19 Mart sürecinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç, toplumsal muhalefetin birleşik bir şekilde sokağa çıkması ve eylemiyle darbe girişimini geri püskürtmesi, İstanbul’a kayyum atanmasını engellemesiydi. Sokağın kazanılması, iktidarın saldırılarının yalnızca sokak yoluyla karşılanabileceğinin görülmesi, başka politik gündemlerde toplumun muhalif enerjisini soğurarak sokağı bir seçenek olmaktan çıkaran CHP’nin bu sefer -artık başka bir seçenek kalmadığı için- toplumsallaşan tepkiye kendini uydurabilmesi gibi faktörler, kısa bir zamanda tüm politik atmosferi değiştirdi. Liselilerin eylemi de bunu gösteriyor.
Sonuç olarak, toplum direniyor olmasaydı liseliler de direnmeyecekti. Üniversiteliler toplumsal muhalefete önderlik yapacak bir çıkışı yapmasaydı, liselilere ilham olamayacaklardı. Bir bütün olarak toplumsal muhalefet olmasaydı İstanbul Belediyesi’nde kayyum oturuyor, öğretmenler sessizce sürgün edilmeye devam ediliyor olacaktı.
Gelişmeler tekrar tekrar gösteriyor ki tarihi egemenler değil, sıradan insanlar yapıyor. Tarihin akışını şekillendiren esas güç olan toplumsal eylemin bir hedefe kilitlenebilmesi için örgütlü olması gerekiyor. Örgütlenmenin öneminin yeniden ortaya çıktığı mevcut durumda, bu düzeni geri dönüşü olmayacak şekilde yıkacak bir örgütlenmenin oluşturulması ise herkesin boynunun borcu.
Devrimci avukat Selçuk Kozağaçlı tahliyesinden sonra 24 saat içinde yeniden tutuklandı

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Onursal Başkanı devrimci avukat Selçuk Kozağaçlı, sekiz yıllık tutsaklığın ardından önce tahliye edildi, aradan 24 saat bile geçmemişken, savcılığın itirazı üzerine aynı mahkeme tarafından yeniden gözaltına alınarak cezaevine gönderildi!
Tutuklanmasının gerekçesi olarak, “tahliye puanının yetersiz olduğu” gösterildi. Bu aslında devletin Selçuk Kozağaçlı’nın devrimci iradesinin kırılamadığını ilan etmesidir. Cezaevi gözlem kurulu, her yıl onlarca devrimci tutsağın tahliyesini, ceza süresi tamamlanmasına rağmen, “iyi hâlli olmadığı” gerekçesiyle engelliyor. “İnfaz yakma” olarak adlandırılan bu süreç, kimisi 30 yıldır esir tutulan devrimci tutsakların ceza sürelerini tamamlayarak dışarı çıkmasına, emekçilerle buluşmasına engel olmak için işletiliyor.
Keyfî biçimde uygulanan bu kararlarla devlet, devrimci tutsaklara savaşta esir alınan düşman askerleri gibi davranıyor. Bu hukuksuzluğa karşı tüm devrimci tutsakların özgürlüğü için mücadele etmek gerekiyor.
Hukuk rezaletiyle tutukluluğu devam ettirilen devrimci avukatlar Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay’ı da, tüm devrimci tutsakları da geri almak için mücadele devam ediyor.
Sırrı Süreyya Önder rahatsızlandı

DEM Parti Milletvekili, TBMM Başkanvekili ve son dönemde gerçekleşen barış görüşmelerinin önemli bir aktörü olan Sırrı Süreyya Önder, salı akşamı geçirdiği kalp rahatsızlığı sonrasında acil müdahaleyle ameliyata alındı ve uzun süren operasyon sonrası yoğun bakım ünitesine yatırıldı.
12 saat süren ağır bir ameliyatın ardından yoğun bakıma alınan Önder’in tedavisi sürerken, hastane yetkilileri son durumu kamuoyuyla paylaştı. Açıklamada, Önder’in yoğun bakım sürecinin sürdüğü ve genel durumunun stabil olduğu belirtildi. Ancak enfeksiyon ve iltihap riski nedeniyle tedavilerin devam ettiği, dolayısıyla hayati tehlikenin hâlen geçmediği vurgulandı.
Perşembe günü, hastanenin başhekimi Prof. Dr. Çavlan Çiftçi tarafından yapılan ilk açıklamada ise Önder’in tedaviye olumlu yanıt verdiği ifade edilmişti. Çiftçi, kalbin sol tarafının iyi kasıldığını ancak sağ tarafında hâlâ sorunlar olduğunu dile getirerek, nörolojik durumla ilgili daha net bilgilerin 24 saat içinde paylaşılabileceğini belirtmişti.
Kızıl Parti eş sözcülerinin de dahil olduğu heyet, hastaneyi ziyaret ederek DEM Parti heyetine geçmiş olsun dileklerini iletti.
Futbol maçlarından kadın bedenine uzanan el

Son dönemde dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de genç nüfus artışı ve dolayısıyla ucuz iş gücü ihtiyacı önemli bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’ye özgü olarak, kötüleşen yaşam koşulları nedeniyle gerçekleşen beyin göçleri bu durumu daha da pekiştirmiştir. Genç nüfus ihtiyacının artması ise her zaman olduğu gibi yine “aile kurumu” üzerinden kadın bedenine yönelik çeşitli müdahalelerin önünü açmıştır.
Bu müdahalelerin son yansıması, 2025 yılının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Aile Yılı” ilan edilmesiyle birlikte gündeme gelen “normal doğum” teşviklerinde görüldü. Bu teşviklerin en dikkat çekici örneklerinden biri, Sivasspor ile Fenerbahçe arasında oynanan futbol karşılaşmasında yaşandı. Maç öncesinde Sivassporlu futbolcular sahaya “Doğal olan normal doğumdur” yazılı bir pankartla çıktı.
Sağlık Bakanı konuya dair sorulan soruları hiç algılayamamış olacak, cevap olarak “Normaldir. Futbol maçına sadece erkekler mi geliyor?” dedi.
Bununla birlikte Celal Bayar Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde aynı başlıkla yapılan sempozyumda ise öğrenciler salonu terk ederek tepki gösterdi.
Konu geniş kesimlerin tepkisini çekti. Tepkilerde, “normal doğum” diye bir doğum biçimi olamayacağı; hem vajinal doğumun hem de sezaryenin doğal karşılanması gereken süreçler olduğu ve doğum şeklinin kararının yalnızca doğumu yapacak kadına ve doktoruna ait olması gerektiği vurgulandı. Ayrıca, bu gibi konuların erkek egemen bir alan olan futbol sahasında dile getirilmesi, oyuncusundan teknik direktörüne kadar çoğunlukla erkeklerin yer aldığı bir ortamda kadın bedenine dair bir mesaj verilmesi, tepkilerin dozunu artırdı.
Kadınların bedenine, kimi zaman doğum kontrol yöntemlerini dayatarak, kimi zaman doğum yapmayı teşvik ederek ya da nasıl doğuracaklarına karışarak yapılan hiçbir müdahale kabul edilemez.
Kılavuz’da bu hafta

Direnişten notlar – Eren Çağlar Başbağ
19 Mart günü Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ile başlayan süreç, tutukluluğuyla devam etti. Buna tepki olarak tüm Türkiye’de sokakları saran bir isyan ve başkaldırı dalgası baş gösterdi. Milyonlarca kişinin sokağa çıktığı eylemler, yakın geçmişteki iktidar pratiklerinden daha kapsamlı bir saldırı ve operasyon süreciyle durdurulmaya çalışıldı. Binin üzerinde genç gözaltılarla, polis şiddetiyle karşılaştı; 300’ün üzerinde genç ise tutuklandı. Bu süreçten şimdilik bütünlüklü bir okuma yapmak için hâlâ erken olsa da birkaç başlıkta birtakım noktalara dikkat çekmekte de fayda var.