Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.
Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra Sırrı Süreyya Önder’in cenaze töreni çıkışında Özgür Özel’e yapılan saldırı, PKK’nin kongre topladığını duyurması, Şişli’de gerçekleşen kadın cinayeti, Hindistan ve Pakistan arasında artan gerilim, AYM’nin katliam yasasına itirazı reddetme kararı konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.
Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Haftanın işçi direnişleri

İzmir/Çiğli – İzmir’de, Çiğli Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıl Haziran ayında işten çıkarılan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası 10 No’lu Şube üyesi kadın işçilerin mücadelesi devam ediyor. Haksız şekilde işlerinden edilen kadınlar, aylarca belediye ve yetkili kurumlarla gerçekleştirdikleri görüşmelerin sonuçsuz kalması ve verilen sözlerin tutulmaması üzerine yürüyüşe başladılar. İşçilerin Ankara’ya başlattığı yürüyüş dokuzuncu gününde devam ediyor.
İzmir – Konak Belediyesi’nde SODEMSEN ile devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmeleri tıkanmış, işçiler greve çıkmıştı. Son görüşmede, belediye tarafından yapılan yüzde 31 zam teklifi yüzde 45’e yükseltildi. Yeni teklifin ardından işçilerin onayıyla greve son verildi ve anlaşma imzalandı.
Kocaeli/Gebze – Petrol-İş Gebze Şubesi’nde örgütlü Nedex Kimya işçileri TİS görüşmeleri sırasında yaşanan anlaşmazlıklar üzerine 13 Mayıs’ta grev kararı almıştı. Yapılan son görüşmede verilen yeni teklif işçilerin onayından geçti ve anlaşma sağlandı.
Kocaeli/Gebze – Petrol-İş’te örgütlü Portakal Plastik ve Porvil Çatı fabrikalarında yürütülen TİS görüşmelerinin tıkanması üzerine iki fabrikada toplam 153 işçi greve başladı. Grev ikinci gününde!
İzmir – Gaziemir’de, TEKSİF sendikasına üye olan yedi Digel Tekstil işçisinin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş kararlılıkla sürüyor.
Kocaeli, Batman, Kırıkkale – TÜPRAŞ ile Petrol-İş Sendikası arasında yaklaşık üç aydır sürdürülen ve 3 bin 500 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uzlaşma sağlanamaması üzerine başlayan direniş büyüyor. Binlerce işçi iş bırakarak şehirde yürüyüşler gerçekleştiriyor.
İzmir/Kemalpaşa – Temel Conta işçilerinin onurlu direnişi 150 gündür kararlılıkla devam ediyor.
Bursa – Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde görevli Demir Yol-İş Sendikası üyesi BURULAŞ işçileri, sendika temsilcisi Cemil Yaman’ın açıklamasına göre, yüzde 40 oranında zam taleplerinin karşılanmadığını belirterek, 20 Mayıs’ta greve çıkma kararı aldı. Belediye Başkanı Mustafa Bozbey yaptığı basın açıklamasında yalan bilgilerle grevi kırmaya çalıştı.
Kocaeli/Gebze – Birleşik Metal Gebze 1 No’lu şubenin yetki aldığı ERLAU fabrikasında sendikalı işçilerin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 25. gününde.
Aydın – Birleşik Metal-İş’te örgütlü JANTSA işçileri Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde ilerleme sağlanamaması üzerine grev kararı aldı. İşçiler 28 Mayıs’ta greve çıkacak.
Özgür Özel’e saldırı “sokaktan çekilin” tehdidi mi?

Sırrı Süreyya Önder’in vefatının ardından AKM’de yapılan törenin çıkışında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e, onlarca suç kaydı olduğu bilinen, çocuklarının ölmünden sorumlu tutulup cezaevine giren ancak af ile dışarı çıkan Selçuk Tengioğlu isimli şahıs tarafından fiziksel saldırı gerçekleştirildi. Saldırı sırasında, ‘’Ben Osmanlı çocuğuyum’’ dediği aktarılan saldırganın, provakasyon amacıyla tören çıkışında saldırıyı gerçekleştirdiği belirtildi ve DEM Parti başta olmak üzere çok sayıda partiden kınama açıklaması geldi.
Saldırı sonrası gözaltına alınan Tengioğlu, emniyetteki ifadesinde saldırının anlık bir tepkiyle geliştiğini ve herhangi bir kişi ya da kurumdan talimat almadığını öne sürdü. Özgür Özel’in yaptığı açıklamada ise, saldırgan Selçuk Tengioğlu’nun ocak ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne giderek, “İmamoğlu’na suikast yapılacak” ihbarında bulunduğunu aktardı. Tengioğlu’nun cezaevinden koğuş arkadaşlarına böyle bir talimat verildiğini öne sürdüğü ancak bu beyanının resmi bir işlemle sonuçlanmadığı bildirildi.
CHP lideri Özgür Özel, saldırının ardından yaptığı açıklamalarda bir süredir tehdit aldıklarını ve istihbarat birimlerinin değerlendirmeler yaptığını belirtti. Saldırının ardından Devlet Bahçeli, yaptığı açıklamada saldırıyı kınarken Özgür Özel’den “Bir siyasi kurumun yöneticisi” diye bahsetti. Bahçeli’nin bu açıklaması, belki saldırıyı MHP’nin planladığını değil ancak saldırıyla CHP’ye mesaj vermek için kullanıldığını gösteriyor.
19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından Özgür Özel liderliğinde CHP, oldukça sert bir tepkiyi ortaya koyarak tutuklamaların normalleşmesinin önüne geçmeye çalışıyor. CHP’nin bu tutumunda elbette üniversite öğrencileri başta olmak üzere, toplumsal muhalefetinin ülke çapında kararlı bir şekilde sokağa çıkması etkili oldu. Ancak CHP’nin kendisi de, kendisinden beklenmedik bir şekilde sokağa çıkan muhalefeti sürdürdü. Her hafta hem İstanbul’da hem de farklı illerde mitingler düzenleyen CHP, Yozgat’ta görüldüğü gibi, bu süreci kendisi adına bir gövde gösterisine çeviriyor, toplumun tüm taleplerini bu hareket içerisinde kapsamaya çalışıyor.
Bu durumda iktidar, 19 Mart’ta amaçladığı, ana muhalefet partisini felce uğratmak, toplumsal muhalefeti bölmek ve sindirmek, daralan toplumsal desteğini baskı ve zor yoluyla yeniden elde etmek gibi hedeflere ulaşamadı. Aksine, anketler gösteriyor ki CHP, bu süreçte desteğini hiç olmadığı kadar artırdı. Bu tablo ortadayken, Tengioğlu’nun saldırısı sonrası gerçekleşen ilk miting olan Beyazıt Meydanı’nda yapılan miting, gençlerin ağırlıklı olduğu ve 200 bine yakın insanın katıldığı bir gösteriye dönüştü.
Mitingde Özgür Özel, Beyazıt Meydanı’nda öldürülen Turan Emeksiz’in anıldığı “Hürriyet Kavgası” şiirini okudu, “kavgaya davet etti davetleri kabulümüzdür” diyerek her türlü saldırıya rağmen sokaktan çekilmeyeceğini de ilan etmiş oldu.
İmamoğlu’nun tutukluluğuyla ilgili aralarında görüş ayrılığı olduğu iddia edilse de ne Erdoğan ne de Bahçeli toplumsal muhalefetin sokakta ve son derece özgüvenli olmasından memnun. Bunun sürdürücüsü ise hâlihazırda CHP. Özgür Özel’e kişisel demeçlerle verilen mesajlara, “mektup” olarak nitelediği Tengioğlu’nun saldırısına karşı “yazanlara cevabım, Beyazıt Meydanı’dır, Beyazıt Meydanı” diyen Özel, sokaktan ve İmamoğlu’ndan vazgeçip iktidarla uzlaşı yoluna gitmeyeceğini bir iddia olarak ortaya koydu.
Sosyal demokrat bir düzen partisi olan CHP, radikalleşen bir mücadeleyi mantıksal sonuçlarına ulaştıracak kararlılığı elbette gösteremeyecektir. Ancak yıllardır toplumsal muhalefetin örgütsüz ve dağınık olduğu, sosyalistlerin etki alanının daraldığı bir ülkede ölü toprağının böylesine güçlü bir şekilde atılması; dahası, bu ülkenin mücadele geçmişinin toplumsal hafızada tazelenmesi, iktidar karşıtı mücadelede olduğu kadar AKP’nin iktidardan düştüğü andan itibaren gelişecek radikal mücadelelere imkân doğuracağı için de önemli. “Hürriyet Kavgası” bu yüzden sokakta devam etmeli, emekçiler ve gençler meydanları zaptetmeli.
PKK kongre topladığını açıkladı

27 Şubat’ta Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile Kürt sorununun çözümünde PKK’nin kendini feshedip etmeyeceği tartışılmaya başlanmış, iktidarın süreci ilerletmek adına adım atmaması ise belirsizlikleri artırmıştı. 9 Mayıs’ta PKK, yaptığı açıklamada, 5-7 Mayıs tarihleri arasında iki ayrı alanda, birbirine paralel olarak kongre düzenlediğini bildirdi. Tarihi kararlar alındığı belirtilen açıklamada, kongre belgelerinin iki ayrı alanda tutulan sonuç tutanaklarının birleştirilmesinin ardından duyurulacağı söylendi.
Açıklamanın ardından, DEM Parti MYK tarafından yapılan yazılı açıklamada, PKK’nin kongre açıklamasının tarihi bir öneme sahip olduğu belirtildi. Açıklamada başta Meclis olmak üzere tüm demokratik kurumların süreçte sorumluluk alması gerektiği de ifade edilirken, yürütme erkinin, yani Erdoğan’ın ve iktidarın da adım atması gerektiği yazıldı. İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan, DEM Parti eş başkanları, Kürt siyasetinin Avrupa’daki önemli temsilcilerinden Kongra-Gel Eş Başkanı Remzi Kartal dahil olmak üzere birçok isimden de benzer açıklamalar geldi, PKK’nin açıklamasına destek verildi.
Kısa süre içinde PKK’nin toplanan kongre sonucunda silah bırakma kararı alındığını ve fesih sürecinin başladığını bildirmesi bekleniyor. Peki bundan sonra ne olacak?
Bahçeli’nin Ekim ayında yaptığı çağrıyla birlikte kamuoyuna duyurulan olası yeni çözüm sürecinin ilerletilmesi adına iktidar tarafından somut adımlar henüz atılmadı. Öcalan’ın çağrısında yer bulan “örgütün feshi için gerekli hukuki ve siyasi adımlar” atılmadı, iktidar öncelikle PKK’nin kendini feshetmesi gerektiği konusunda diretti. Kongre kararlarının açıklanmasının ardından ise en önemli beklentilerden biri, İmralı’da Abdullah Öcalan’ın özgür çalışma koşullarının oluşturulması. Bunun yanı sıra, hasta tutuklular başta olmak üzere politik tutukluların durumuyla alakalı düzenlemelerin yapılmasının gündeme gelmesi de beklenebilir. Bu durumda, elbette Selahattin Demirtaş gibi siyasetçilerin özgürlüğüne kavuşması söz konusu olabilir.
Açıklanması beklenen silah bırakma kararının ardından, açık bir müzakere sürecinin başlayacağı beklenebilir. Böyle bir süreçte, sürecin başından beri dillendirildiği gibi, Meclis’te çözüm için bir komisyonun oluşturulması ve sürecin kamuoyuna açık ve şeffaf bir şekilde ilerletilmesinin zemini de oluşacaktır. Böylelikle, CHP başta olmak üzere muhalefetin de katılacağı ve yürütülmesinde sorumluluk alacağı bir çözüm süreci yürütülebilir. İktidarın, süreci kendi gücünü konsolide etmek amacıyla kullanmasının önüne geçmenin ve resmî bir müzakere süreci yürütülmesinin en önemli yolu da bu olacaktır. Bu yolla, barış talebinin daha fazla toplumsallaştırılmasının ve iktidarın dar siyasi çıkar hesaplarından çıkartılıp, bir arada yaşam iradesinin toplumsallaşan bir zeminde bir demokratik talep olarak örgütlenmesinin de imkânı genişletilebilir.
Sürecin önemli bir ayağını da Rojava oluşturuyor. Türkiye, Esad’ın devrilmesinin ardından Rojava’ya yönelik askerî saldırılarda bulunmuş, ancak bir ilerleme kaydedememişti. Bunun ardından, HTŞ liderliğindeki Şam hükümeti aracılığıyla, Rojava’nın Suriye’de yeni sisteme entegrasyonu üzerinden yürütülen müzakerelerde etki sahibi olmak üzerine bir yol izlenmeye başlandı. 10 Mart’ta HTŞ ile Rojava’yı temsil eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan anlaşmayla bu doğrultuda karşılıklı taahhütler verilmiş olsa da Şam hükümetinin, Suriye’de yeni iktidarın oluşumunu kapsayıcılıktan uzak adımlarla ilerletmesi sebebiyle süreç Suriye’de de ilerleyemedi.
Türkiye de onun desteklediği HTŞ de entegrasyondan SDG’nin feshedilmesini ve Rojava bölgesinin Şam’ın kontrolüne verilmesini anlıyor. SDG tarafı ise entegrasyonun, Rojava’nın özerk yapısının korunarak Suriye’deki sisteme dahil edilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu gerilimin nasıl yönetileceği de PKK’nin açıklaması beklenen silah bırakma kararının ardından daha fazla önem kazanacak. Türkiye’nin Rojava ile ilişkilerini yapıcı bir zemine taşıyıp taşımayacağının, sürecin ilerlemesinde belirleyici faktörlerden biri olacağı iddia edilebilir.
Sonuç olarak, 52 yıllık bir hareketin kendini fesih sürecini başlatmasının beklendiği günümüzde, tarihi bir sürece tanıklık ediyoruz. Savaşın son bulması, halkların eşit haklarla barış içinde bir arada yaşayacağı bir geleceğin kurulması bu süreçte en önemli amaç. Bu amaca ulaşmanın yolu ise iktidarın bahşedeceği bir süreç değil, barış talebinin toplumsallaşan bir talep hâline getirilmesi ve barışın öneminin toplumun her kesimine anlatılmasıdır. İktidarın, bu süreci kendi dar siyasi çıkarları için kullanmasının önüne geçilmesi için sosyalistler başta olmak üzere toplumsal muhalefetin tümünün sorumluluk alması, barış talebinin topyekûn bir demokratikleşme talebiyle birleştirilmesi, Türkiye’nin bölgede yayılmacı amaçlarının karşısında halklar arası savaş karşıtı bir tutumun örgütlenmesi gerekiyor.
Bu tarihi sürecin, emekçi halkların lehine sonuçlar vermesi için toplumun örgütlülüğünün artırılması ve sosyalist değerlerin toplumsallaştırılması sağlanmalı.
Şişli’de kadın cinayeti

İstanbul’un en işlek semtlerinden biri olan Şişli’de, gündüz vakti bir kadın cinayeti gerçekleşti. 34 yaşındaki Bahar Aksu, daha önce defalarca şikâyetçi olduğu eski eşi Rüstem Elibol tarafından sokak ortasında silahla vurularak öldürüldü. Elibol’un, cinayeti üç erkek arkadaşıyla birlikte planladığı, Aksu’yu kaçırmak üzere harekete geçtiği ve kadının karşı koyması üzerine silahla defalarca kez ateş ettiği öğrenildi.
Cinayetin ardından Rüstem Elibol, “boşandığı eşe karşı tasarlayarak kasten öldürme” ve “ruhsatsız silah bulundurma” suçlarından, olayda yer aldığı belirlenen diğer üç erkek ise “kadına karşı kasten öldürme” suçlamasıyla Sulh Ceza Hakimliği’nce tutuklandı.
Olayın ardından yüzlerce kadın aynı gün Pangaltı’da toplanarak Bahar Aksu’nun öldürüldüğü noktaya yürüyüş gerçekleştirdi ve basın açıklaması yaptı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“Bahar için buradayız. Bu düzeni kabul etmiyoruz. Bahar Aksu bugün sabah saatlerinde Rüstem Elibol ve onun 3 erkek arkadaşı tarafından Şişli gibi İstanbul’un en işlek semtlerinden birinde, şu an bulunduğumuz, her gün yürüdüğümüz, geçtiğimiz ve 1 Mayıs’ta binlerce polisin ablukaya aldığı bu sokakta kaçırılmaya çalışıldı. Kaçırma girişimine direndiği için Rüstem Elibol, Bahar Aksu’yu defalarca vurarak katletti. Buradan soruyoruz, erkek adaletin cesaretlendirdiği fail aramızdayken, biz kadınlar nasıl güvende olacağız?”
2025’in ilk 5 ayında 172 kadın katledildi. Bu Bülten’i hazırlarken dahi Bahar’dan sonra yedi kadının daha katledildiğini öğreniyoruz. Bu tablonun ise çok sayıda gerekçesi var. Tüm topluma çocukluktan itibaren kadınların bir erkeğe bir eşya gibi bağımlı ve bağlı olması gerektiği öğretilirken, devlet bu kültürel yapıyı dönüştürmek yerine toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını eğitimden çıkarma ve yasaklama yoluna gidiyor. Katiller için caydırıcı etkisi olabilecek İstanbul Sözleşmesi’nden tek gecede Erdoğan imzasıyla çıkılıyor. Kadınlar 6284 sayılı kanundaki haklarını fiili olarak kullanamıyor. Şikâyette bulundukları erkekler karakolun bir kapısından girip diğerinden ellerini kollarını sallayarak çıkıyor. Uzaklaştırma ve tedbir kararlarının ihlal edildiği durumlarda dahi caydırıcı cezalar verilmiyor. Sonuçta devlet eliyle kadınların evin içinde, annelik ve kölelik görevlerine hapsedilmeye çalışıldığı, istenilenin dışına çıkıldığı takdirde ölümle cezalandırıldığı bir gelecek isteniyor.
Ancak tüm baskılara rağmen kadınlar yaşam hakları için örgütlenmeye, mücadele etmeye devam ediyor.
Hindistan-Pakistan arasında yükselen gerilim

7 Mayıs’ta Pakistan Ordu Sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, Hindistan tarafından Pakistan topraklarına füze saldırısı düzenlendiği, biri çocuk olmak üzere üç sivilin yaşamını yitirdiği, en az 12 kişinin de yaralandığı bildirildi. Açıklamayı yapan Pakistan Ordusu Halkla İlişkiler Birimi (ISPR) Genel Müdürü Korgeneral Ahmed Şerif Chaudhry, saldırının Azad Cammu Keşmir bölgesinde sivil yerleşim yerlerini hedef alarak gerçekleştirildiğini duyurdu.
Hindistan tarafı ise konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Pakistan sınırları içerisinde bulunan “terör altyapısının” hedef alındığını, Pakistan ordusuna ya da askeri tesislerine doğrudan bir saldırı gerçekleştirilmediğini savundu.
Olayın ardından Pakistan’dan askeri misilleme geldi. Pakistan Federal Enformasyon ve Yayıncılık, Ulusal Miras ve Kültür Bakanı Attaullah Tarar, Hindistan’a ait üç savaş uçağı ile bir insansız hava aracının düşürüldüğünü açıkladı. Bakan Tarar, “Pakistan, Hindistan’ın saldırganlığına uygun bir şekilde karşılık vermiştir,” ifadelerini kullandı. İki ülke arasında cumartesi günü ateşkes sağlandı. Ancak ateşkes ilan edildikten sonra yaşanan ihlaller, gerilimin yeniden tırmanma ihtimalini canlı tutuyor.
İki ülke arasında gerilim yalnızca son gelişmelerle sınırlı değil. Nisan ayında Hindistan’a bağlı Cammu Keşmir bölgesinde yaşanan saldırıda 26 sivil yaşamını yitirmişti. Saldırıyı hiçbir örgüt üstlenmezken, Hindistan saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tutmuştu.
1989 yılında Pakistan’ın desteğiyle bölgede yaşayan Müslümanların ayaklanmasıyla başlayan Cemmu ve Keşmir isyanının ardından bölge ikiye ayrılmış ve çatışmalar bugüne kadar devam etmiştir. Hindistan ve Pakistan, tartışmalı bu bölge üzerinden uzun süredir karşılıklı tehditler ve silahlı saldırılarla karşı karşıya gelmektedir. Hindistan’ın İndus Nehri üzerindeki su anlaşmasını askıya alarak Pakistan’a akan suyu kesmesi, iki ülke arasındaki tüm posta ve ticaretin durdurulması gibi adımlarla gerilim derinleşmektedir. Zaman zaman yaşanan silahlı saldırılarla birlikte iki ülke halkı tekrar savaşın eşiğine getirilmektedir.
İngiliz sömürgeciliğinin yarattığı düşmanlıkların hâlâ devam ettiği bu eski sömürgede, şimdilik ateşkes ilan edilmiş olsa da, iki nükleer güç olan ülkenin karşı karşıya gelmesi, emekçiler için yıkım anlamına gelebilir. 1971’de Pakistan’la Hindistan arasında büyük bir savaş yaşanmış, bu savaş büyük toplumsal travmalara yol açmıştı. Emekçilerin savaşta en ufak bir çıkarı olmadığı için savaşan güçlerin karşısında barış mücadelesinin yanında durmalı, devletlerin ırkçı ve mezhepçi saldırganlığına karşı birlikte yaşamı savunmalıyız.
AYM’den katliam yasasına onay

Kamuoyunda “katliam yasası” olarak bilinen, sokak hayvanlarının belediyelerce toplatılmasının ve “gerekli görüldüğü takdirde” öldürülmesinin önünü açan yasa değişikliğiyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yapılan iptal başvurusu reddedildi. 7527 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik öngören düzenleme, Temmuz 2024’te TBMM’de görüşülmüş, AKP ve MHP oylarıyla kabul edilmişti.
Yasal değişiklik öncesinde, sahipsiz hayvanlar belediyeler tarafından toplanıyor, veteriner hizmetleri eşliğinde sağlık kontrollerinden geçiriliyor, kısırlaştırılıyor, kuduz aşıları uygulanıyor ve iyileşmelerinin ardından alındıkları bölgeye geri bırakılıyorlardı. Bu süreç, hem hayvan refahını gözetiyor hem de sokak hayvanı nüfusunun kontrol altında tutulmasını amaçlıyordu.
Ancak yeni yasa, bu uygulamanın yerini tamamen farklı bir yaklaşıma bırakıyor. Artık sokakta yaşayan tüm sahipsiz hayvanlar toplatılarak belediyelerin kontrolündeki barınaklarda tutulacak. “Gerekli görülen durumlarda” ise ötenazi uygulanabilecek. Ayrıca bir hayvana bakmak isteyen yurttaşlar, onu yalnızca yasal yollarla sahiplenebilecek. Sahipli bir hayvanın sokakta başıboş bulunması durumunda, hayvanın terk edildiği varsayılarak sahibine 50 bin ila 60 bin TL arasında idari para cezası verilecek.
Kâğıt üzerinde dahi hayvan haklarına aykırı olan bu düzenlemenin, uygulamada nasıl keyfi katliamlara zemin hazırladığı, yasa teklifinin gündeme geldiği 2024 yılından bu yana yaşanan olaylarla açıkça görüldü. Ankara Altındağ, Niğde, Antalya’ya bağlı bazı ilçelerde, Gebze ve birçok şehirde yasa teklifi henüz yeni gelmişken belediyelere ait olduğu bilinen arazilerde ya da belediyelerce toplatıldığı bilinen çok sayıda hayvanın toplu şekilde katledildiği ortaya çıktı.
Yıllardır eksik ve denetimsiz uygulanan “yakala-kısırlaştır-sal” yönteminin yerini, tüm sorumluluğu belediyelere devreden ve binlerce hayvanın yıllarca kapalı alanlarda yaşamasına neden olacak bir sistemin alması, çok daha büyük bir hayvan katliamına kapı aralayacak gibi görünüyor. Belediyelere ait barınakların kötü koşulları ise kamuoyunca bilinen ve yıllardır değişmeyen bir gerçek.
Yasanın yalnızca hayvanları değil, toplumun sosyolojik dönüşümünü de etkileyeceği öngörülüyor. Mevcut uygulamalarda dahi sokakta hayvan besleyen insanlara yönelik şiddet olaylarının, cinayetlerin, hayvanlara dönük tecavüzlerin yaşandığı bir ülkede, bu yasa sonrası sokak hayvanlarına karşı işlenecek suçların cezasız kalacağına dair yaygın bir kanaat oluşması, toplumsal şiddetin daha da meşrulaşmasına neden olabilir.
İktidarını her geçen gün daha fazla yitiren AKP-MHP hükümetinin, faşist uygulamalarla iktidarını koruma çabası artık belirginleşmiş durumda. Nefret, korku ve umutsuzluk yayarak toplumu bastırmaya çalışan siyasi iktidar, halkın temel haklarına yönelik saldırılarını her alanda yoğunlaştırıyor. Hayvanların yaşam hakkı da bu saldırılardan nasibini alıyor. Ancak bu karanlık sürecin, bir çöküşün işareti olduğu da unutulmamalı. İnandığımız değerleri ve yaşamı savunmak için bir araya gelmek, bu mücadeleye omuz vermek her zamankinden daha hayati hale gelmiş durumda.
Kılavuz’da Bu Hafta

Ailenin kutsallığı, baskının yeni kılıfı: Nefret yasallaşıyor – Barış Yılmaz, Buse Karaduman, Rengin Berrak & Tuğçe Ulukan
İktidar; bedenleri, kimlikleri, duygu ve düşünceleri, bütünüyle yaşamın ritmini kontrol altına almak istemektedir. LGBTİ+ varoluş, bu noktada tahakküme karşı bir direnç alanı olarak belirir. Çünkü LGBTİ+ kimlikler, norm dışıdır; sindirilemez, yok edilemez, varlığını sürdürür. AKP-HÜDA PAR ittifakının sunduğu yasa tasarısı da bu bağlamda yalnızca bir “kimliği” değil, o kimliğin taşıdığı çoğulculuk ve direniş potansiyelini hedef almaktadır.

Sosyalist solda üç eğilim ve birlik tartışması – Burak Çetiner
2025 1 Mayıs’ını Kadıköy-Taksim tartışmasıyla geride bıraktık. Bu yazıda, her ne kadar güncel bir ihtiyaç olsa da asıl olarak ne Kadıköy mitinginin ne de birleşik Taksim iradesinin değerlendirmesini yapacağız. Bu tartışmanın çok daha geniş bir düzlemde siyasi bir karşılığı olduğu için tarihsel süreçte bir ana değil bir döneme odaklanarak, sosyalist harekette nerdeyse her dönem yapılan ama yine birçok kez hakkı verilemeyen “birlik” tartışmasını açacağız.

Türkiye’de iktidarın sınırlı kapasitesi, çözüm süreci ve hukuksuzluk rejimi – Ahmet Gire
Türköne, Türkiye’de devletin herhangi bir metinle sınırlanmadığını kabul ediyor etmesine, fakat bunun sermayeye ormanları katlederek istediği gibi maden sahası arayabilmekten işçileri ölümüne çalıştırmaya kadar uzanan geniş bir hareket alanı açtığından elbette bahsetmiyor. Hukuk sorunu bir anda kurum sorununa dönüşüyor ve toplumsal muhalefet, siyaset arenasından siliniveriyor. Bu çerçevede, güç ilişkileri sınıfsal değil, o sınıflar üzerine yükselen devlet kurumları arasındaymış gibi görünüyor. Yani Marksizmin, doğumundan beri bertaraf etmeye çalıştığı, “şeylerin baş aşağı tutulması” biçimindeki ideoloji tekrardan vücut buluyor.