Zeytin savunucuları

Çorba yasa teklifi ne anlatıyor?

13 Haziran 2025 tarihinde bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair torba yasa önerisi iktidar tarafından Meclis’e sunuldu. Bu torba yasa önerisi önü, arkası ölçülmeden sermayenin rant hırsının bir görüngüsünü sunuyor. Dokunduğu bütün mevzuatı da çorbaya çevireceğinden dolayı bu yasa teklifine torba yasa değil, “çorba” yasa teklifi demek daha uygun olacaktır.

Teklif, maden arama ve ruhsatlandırma faaliyetlerinin ÇED yönetmeliğinden muaf olması hükmünün kaldırılmasını içeriyor, ÇED olumlu izni alınmasını şart koşuyor. Bu iyi bir gelişme olarak görülse de ÇED yönetmeliğinin genel işleyişinin nasıl delik deşik olduğunu pratiklerle öğrendiğimiz için bu ÇED zorunluluğu, iktidarın, “Halkım, milletim! İşte size itiraz hakkı ihsan eyledik!” demesinden öteye gitmez. Çünkü maden arama ve ruhsatlandırma süreçlerinde, hatta maden çıkarma işlemi başladıktan sonra, ÇED yönetmeliğinin Ek-1 ve Ek-2 listeleri, aynı faaliyetin yapılacağı alanın yüz ölçümüne göre farklılık gösterir.

Peki bu ne demek oluyor?

Aynı faaliyet 27 hektardan küçük bir arazide yapılacaksa, ÇED Yönetmeliği’nin Ek-2 kapsamında proje tanıtım dosyası olarak hazırlanır. Bu süreçte, faaliyetin yaratacağı tahribat açısından halkın herhangi bir söz hakkı bulunmamaktadır. Bu yüzden uyanık maden patronları, söz konusu faaliyeti 27 hektarlık alanlara bölüp maden başvurusunu o şekilde yapar. Bir kez ruhsatı alınca da yavaş yavaş etrafını kemirmeye devam eder.

Yönetmeliğin Ek-1 listesinde sürece halkın katılımı şartı var ise de bu süreç, kapalı kapılar ardında, yöre halkının haberinin olmadığı bir yerde bir “halk katılım toplantısı düzenlenmiştir” denilerek bertaraf edilir. Bunlar sahada sıkça karşımıza çıkan sorunlardır. Sonuç olarak, yasalara ilk bakışta olumlu görülebilecek bir madde eklenmeye çalışılsa da ÇED yönetmeliği, gerçekten samimi bir şekilde, amacına uygun işletilmediği sürece çıkacak sonuç sermayenin lehine, bölgede yaşayan insanların ve ekosistemin ise aleyhine işleyecektir.

Ruhsat nasıl düzenlenecek?

Teklifle, ruhsat bedeli tanımında yer alan çevre ile uyum teminatı mevzuattan çıkarılarak, rehabilitasyon bedeli ayrıca düzenleniyor.

Etrafındaki maden işletmelerinin (taş ocakları dahil), işleri bittiğinde faaliyet alanını rehabilite ettiğine şahit olan var mı? Ben hiç görmedim. Nedeni gayet basit! Bir araziye ruhsat verilir, o arazi faaliyet için kullanılır ve tahrip edilir. Faaliyet birkaç yıl sürer ve ilk başta araziyi rehabilite etmek için yatırılan teminat, enflasyon karşısında öyle bir erir ki artık faaliyet sahibi, “Varsın o para ceza olarak irat kaydedilsin” demekten geri durmaz. Her şeyi para ile ölçen yönetmeliklerimiz de bu duruma göz yumar. Yani başlangıçta rehabilitasyon bedelini ayırmak ya da ayırmamak tek bir işe yarar, o da sermayedarın yatırdığı ruhsat bedelinin, devlet tarafından hazineye aktarılmasını kolaylaştırmasıdır. 

Teklifte, Maden Kanunu’nun madencilik faaliyetlerinde izinleri düzenleyen hükmünde değişiklik öngörülüyor.

Düzenlemeye göre; özel çevre koruma bölgeleri, Millî Parklar Kanunu’na göre korunan alanlar, sulak alanlar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, ormanlar, Turizmi Teşvik Kanunu’na göre ilan edilen kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, turizm merkezleri, Kıyı Kanunu’na göre korunması gerekli alanlar, birinci derece askerî yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında kalan sit alanları ile madencilik amacı dışında tahsis edilen ve Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, petrol, doğal gaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanlarına ait koordinatlar, ilgili kurumlar tarafından Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne bildirilecek.

Bu alanlarda madencilik ya da enerji faaliyeti yapılabilmesi için Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, ilgili bakanlıklardan görüş isteyecek. Üç ay içinde görüş alınamazsa bir ay daha ek süre tanınacak. Bir ay sonunda tekrar görüş verilmezse, izin alınmış sayılacak. Halkın bundan haberi dahi olmayacak. Devlet kurumlarını kendi çiftliği gibi kullanan sermayenin bu durumdan faydalanmayacağının garantisini kim verir? Ayrıca daha sonra yapılan itirazlar da faaliyetin yürütmesinin durdurulmasına neden olmayacak.

Buna ek olarak, devlet ormanları içinde maden aranmasına ve işletilmesine, bu faaliyet için gerekli olacak olan tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesisleri de dahil olmak üzere, 24 ay süreyle bedelsiz izin verilebilecek. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nce talep edilmesi hâlinde, izin süresi 12 ay uzatılacak.

Arama faaliyeti için izin verilen alanlarda, mücbir sebepler ve kısıtlayıcı yasal hükümler hariç, işletme faaliyetine de izin verilecek. İzin süreçlerinde mevzuat gereği alınması gereken kurum görüşleri, çevresel etki değerlendirmesi belgesi gibi belgeler, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından alınacak. Orman Genel Müdürlüğü tarafından verilen izin ise çevresel etki değerlendirmesi yönünden uygun görüş olarak kabul edilecek.

Buradan anlaşılan şu ki; maden şirketleri, arama faaliyeti adı altında üç yıl boyunca istediği yerde istediği şeyi yapabilir! Örneğin; kıyılarda tesis kurup girenden üç akçe, çıkandan beş akçe alabilirler. Daha sonra da bu alan, orman vasfını kaybettiği iddia edilerek turistik tesislerin kurulması için kullanılabilir.

Çevresel etki nasıl değerlendirilecek?

Çevresel etki değerlendirme işlemleri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülecek. Çevresel etki değerlendirmesi sürecinde ilgili kurumlar, görüşlerini en geç üç ay içinde verecek. Kurumların ilave süre talep etmeleri hâlinde en fazla bir ay ek süre verilecek.

İndirime bakın hele!

ÇED yönetmeliğinin Ek-1 listesindeki faaliyetler için ÇED prosedürü, mahalli çevre kurulu kararının alınmasını takip eden halk katılım toplantısı yapıldığı andan itibaren en az bir yıl sürer. Süre sonunda, İleri Danışma Kurulu (İDK), bakanlık binasında toplanır, rapor hakkında itirazlar varsa değerlendirilir, itiraz olmaması durumunda nihai ÇED raporu yayınlanır. İtiraz var ise raporu hazırlayan danışman firmaya, her biri birer yıl olmak üzere iki İDK hakkı tanınır. Bu süre içinde itiraz olmazsa nihai ÇED raporu yayınlanır ve ÇED olumlu kararı verilir. Süreç devam ederken, ilgili kurumlardan görüş istenir. Genelde üstünkörü bir çalışma ile kurumların yetkilendirdiği personel görüş bildirir. Bu süreç toplamda dört ay gibi bir süreye sıkıştırılır. Üstüne, bu süre içinde görüş bildirmeyen kurumun görüşü olumlu kabul edilir. Başlangıçta olumlu görüş veren kurumun hata yaptığının farkına varması sonucunda yapacağı itiraz da kabul edilmez. Açık açık söyleyelim, bu madde bile başlı başına devlet içinde dönen rüşvet çarkının boyutunu büyütür.

İlgili kurum tarafından IV. Grup ile stratejik veya kritik madenlere izin verilmeyen hâllerde; sahanın rezerv potansiyeli, yeri, cinsi ve ekonomiye katkısı gibi hususlar dikkate alınarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca yapılacak başvuru üzerine izin hakkında nihai karar, üstün kamu yararı çerçevesinde İDK tarafından verilecek. Kurul, madencilik faaliyeti lehine karar verirse, ilgili kurum bir ay içinde izin kararını Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne gönderecek ve ruhsat düzenlenecek.

“Stratejik” madenlerin kapsamı nedir?

Yasa teklifinde tarif edilen ama belirtilmeyen “kritik madenler” başlığı ise tam bir muamma! Kritik madenler kapsamına giren elementler kesin olarak bildirilmemiş. Hangi maden kritik, kritik olma şartları tam olarak nelerdir belirtilmemiş. Bu tanıma göre her maden kritiktir ve her yaşam alanı sermayenin insafına bırakılabilir.

“Stratejik veya kritik madenler, Milli Savunma Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından tespit edilecek” ibaresi kanun teklifinde yer almaktadır. Bu kanun teklifini oluşturulmadan önce, stratejik öneme sahip madenler Millî Savunma Bakanlığı ye ya da diğer ilgili bakanlıklara sorulamaz mıydı? Sorulmadı ise neden?

“Stratejik veya kritik madenlere ilişkin madencilik faaliyetleri için Kamulaştırma Kanunu hükümleri doğrultusunda acele kamulaştırma yapılabilecek.” Aslında bu ifade yukarıda sorulan soruların tam bir cevabı niteliğinde. Neyin kritik, neyin stratejik olduğuna karar verecek olan iktidar, yaşam alanlarına sorgu sual etmeksizin el koymaya yetkili hale gelecek. Durumun acı tarafı şu ki: bu yetkiyi halkın seçip temsil için gönderdiği vekillerden yani bizzat halkın kendisinden istiyor.

Ekosisteme bedel biçiliyor!

Yasa teklifinin ilerleyen maddeleri, taahhütlerini yerine getirmeyen işletmelere ruhsatlı işletmelere idari para cezaları öngörüyor. Anlaşılacağı üzere, doğal varlıklarımızın ve yaşam alanlarımızın tahribatı üzerine bedeller biçiliyor. Faaliyet alanlarında yaşayan canlıların, canlı ve cansız ekosistem bileşenlerinin ve yaşam alanları kesişen insanların göreceği zararın tazmin edilmesinden ya da alınması gereken önlemlerden bahsetmektense, ruhsat sahibi sermayedara taahhüdünü yerine getirmezse kesilecek cezalara değinme gereği hissedilmiş.

Zeytincilik hedef alınıyor!

Şimdi gelelim üstünkörü hazırlanmış ve alelacele meclise getirilmiş bir yasa teklifinin esas vurucu noktasına: Yaşam alanı savunucularının büyük direnişi ile iktidar tarafından bir türlü aşılamayan zeytinlikler meselesi!

İlgili Zeytincilik Kanunu’nun iktidar tarafından bir türlü değiştirilememesi, iktidarın bu kanunun etrafından dolaşmaya çalışmasını zorunlu bir hâle getirdi. Teklife göre; elektrik üretimine münhasır olarak gerçek veya tüzel kişiler tarafından yürütülen madencilik faaliyetlerinin zeytinlik alanlarda yapılmasının önü açılıyor. Uzman kişilerin de sürece katkı sağlaması ile bu faaliyetlerin, zeytinlik alanlarda kayıp yaşanmadan doğayla sözde barışık bir biçimde sürdürülmesi için bağlı olunacak usul ve esaslar düzenleniyor.

Kısacası, enerji çevriminde kullanılacak madenlerin (burada ilk akla gelen maden, kömür!) üzerindeki zeytinlik alanlarda, ruhsat sahibi işletmeler, zeytin ağaçlarını söküp başka bir yere taşıma, eğer olmuyorsa kesme hakkına sahip oluyor. Yerine de aynı miktardaki orman arazisi, zeytinliği gasp edilen kişi ya da kooperatiflere tahsis edilecek. İyi haber(!) 10 yıl kira alınmayacak. Yeni fideler ekilecek. 100-200 yaşında bir zeytin ağacının kökleri bir kilometreye kadar uzayabilir. Sökülüp başka yere taşınan bir zeytin ağacının tekrar tutması ve meyve vermesi tamamen belirsiz.

Acı olan şu ki, kendi arazinizde zeytin üretirken, devlet size 10 yıl gelir kaybına uğrayacağınız şekilde arazi tahsis edecek. 10 yıl sonra ise kendi araziniz dururken devlete bir de zorla taşındığınız yeni arazi için tazminat ödemek zorunda kalacaksınız. Böyle saçma şey olmaz demeyin, olur! Sermayenin çıkarları her şeyin önündedir.

Bir yandan “sıfır karbon emisyonu” hedefi koyarken, diğer yandan kömür bazlı termik santrallerin çalışması için doğanın talan edilmesini kolaylaştıracak bir teklif meclise sunuluyor. Diğer yandan, Türkiye, tarafı olduğu sözleşmelerin aksine, doğal yaşam alanlarının tahribatını düzenlemeye çalışıyor. Bunun altında iyi niyet aramak, büyük iyimserliktir.

Sonuç olarak, zaten işlemez hâlde olan, halkın yararından ziyade sermayenin lehine işleyen kanun ve yönetmelikleri daha da kaotik bir hâle getiren bu “çorba” yasa teklifi acilen geri çekilmelidir. Hemen hiçbir maddesinde kamu yararı gözetmeyen bu teklif, yaşam alanlarımızı sermayeye ardına kadar açmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Bu yasa teklifine karşı mücadele etmek ise topluma, doğaya ve gelecek nesillere karşı sorumluluk duyan herkesin görevidir.

Total
0
Shares
Önceki makale

İsrail'in ateşi İran'ı yakmaya yeter mi?

Sonraki makale
Kapitalizm, Yoksulluk ve İşçi Sınıfının Yaşam Mücadelesi

Kapitalizm, yoksulluk ve işçi sınıfının yaşam mücadelesi

İlgili Gönderiler