Sosyalist siyaset, yeni emek türlerini ve günümüzde işçi sınıfının yapısını anlamlandırmak için uzunca bir süredir tartışmalar yürütüyor. Bir kesim, yalnızca sanayi emeğini işçi sınıfından sayarken bir diğer kesim ise çubuğu yalnızca hizmet sektöründe çalışan milyonlarca emekçiye bükerek bu sefer de emek yoğun bir üretim modeline sahip Türkiye’de imalat alanında çalışan işçilerin konumunu önemsizleştiriyor. İlk yaklaşım toplumun tümüne dönük politika üretilmesini ve kentli kesimlerin işçi sınıfının siyasal programına kazanılmasını zorlaştırarak işçici eğilimleri güçlendirirken ikinci yaklaşım, sınıf içindeki kültürel ayrımlara abartılı bir önem atfederek bir kesimin sol değerlere yatkınlığını tahsil ve yaşam tarzı gibi unsurlar üzerinden ele alıyor. Bu yazıda kentli emekçiler işçi sınıfının bir parçası olarak tanımlanırken bu kesimin sınıfsal bir zeminde örgütlenmesinin olanakları tartışılacak, işçi sınıfının toplumsallaşmasının politik bir örgütlülüğe nasıl dönüştürüleceği konusunda sosyalist hareketin yapabileceklerine değinilecek.
Kapitalist üretim tarzında üretimin artması; kârın, yani artı değerin artması ve sermaye birikiminin devamı için zorunlu koşuldur. Kişilerin sınıfsal konumu ise yalnızca üretim araçları ile kurdukları ilişki ile belirlenmektedir. Emek; artı değerin somutlandığı metayı üreten veya bu metanın üretiminde ve dolaşımında organizasyonel ya da hizmete dayalı görevler alarak katmanlaşsa da nesnel sınıfsal pozisyon bakımından bu ayrım hiçbir önem taşımamaktadır. Sınıf mücadelesinin potansiyel bileşenleri emeğin imalat alanında kendini gerçekleştiriyor olup olmamasından bağımsızdır, ancak bu ayrımın kendisi sermayeye karşı mücadelede nasıl bir taktik izleneceğine dair bir veri sunabilir. Sınıfın güncel durumu çözümlenirken sermayeye en güçlü darbenin nasıl vurulabileceği konusu esastır.
Artı değer üretimi tüm topluma yayılıyor
Kapitalist; kâr oranını artırmak için teknolojik gelişmelerle birlikte üretim araçlarının gelişimi sonucunda ortaya çıkan yeni yol, yöntem ve araçları kullanır. Üretim sürecinin organizasyonunda ortaya çıkan değişiklikler yalnızca üretim araçlarının değil, aynı zamanda işçi sınıfının da yenilenmesine neden olur ve bu gelişmelerle birlikte sınıfın yapısı da yeniden şekillenir. Ancak, kapitalist toplum içindeki işbölümünde işçi sınıfının sermaye sınıfıyla uzlaşmaz çıkarlara sahip olan konumunu ne teknik gelişim ve değişim ne de bununla bağlantılı olarak işçi sınıfının yapısındaki değişim değiştirir. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi sınıfsal konum, yalnızca üretim araçları ile kurulan ilişkiyle belirlenir. İşçi sınıfı, üretim araçlarından koparılmış ve tüketim malzemelerine ulaşımı ancak ücret dolayımıyla mümkün olan insanlardan oluşur.
Kapitalist sistemin devamı için temel koşul artı değerin ve bununla birlikte kâr oranının artırılması demiştik. Mutlak artı değerin, yani çalışma gününün artırılmasını engelleyen kanuni düzenlemeler, direniş sonucu elde edilen haklar, azami çalışma saatleri gibi sınırlarla karşılaşan kapitalist, ücretin düşürülmesi veya emeğin üretkenliğinin artırılması anlamına gelen nispi artı değeri artırma yolunu tercih eder, bu artış için yeni yöntemler arar. İşte bu arayış sonucu üretkenliğin artırılması, kapitalistin otoritesinin sağlamlaştırılması, işin parçalara, işçilerin ise katmanlara ayrılmasına neden olan ayrıntılı işbölümü devreye girer, işbölümü sonucunda ise emek kol emeği/zihinsel emek, sınai emek/hizmet emeği gibi kategorilere ayrılır. Hizmet üreten emek biçimleri her ne kadar somut meta üretmiyor olsa da sermaye için asıl önemli olan kâr oranındaki artışın araçlarına dönüşürler. Örneğin; bu kapsamda değerlendirilebilecek olan büro emekçileri veya metanın dolaşımını sağlayan lojistik çalışanları, kendileri somut meta üretmiyor olmalarına rağmen, çalışmaları karşılığında ücret aldıkları ve daha çok çalışmalarının patrona daha çok kâr sağlıyor oluşu nedeniyle sömürü ilişkisinin tarafı olmaktadırlar.
Toplumsal emeği ilkin kafa emeği/kol emeği diye ayırmış olan işbölümünün ayrıntılanması, bu emek türlerini kendi içerisinde de parçalara ayırarak kapitalistin üretim sürecinin tümü üzerindeki otoritesini artırmasına, işçilerin katmanlara ayrılmasına; bireysellik, rekabet ve aynı doğrultuda yabancılaşmanın artmasına sebep olmuştur. Ancak bu bölünme aynı zamanda emek sürecinin toplumsallaşmasına ve artı değer üretiminin ücretli emekçilerin çoğunluğunu oluşturduğu toplumun tümüne yayılmasına neden olmuştur.
Sınıfın Değişen Yapısının Sonucu: Kent Emekçileri
Tam da bahsetmiş olduğumuz ayrıntılı işbölümünün sonucunda işçi sınıfı parçalara ayrılmış ve beyaz yaka, gri yaka, mavi yaka gibi kavramlarla tanımlanır hâle gelmiştir. Özellikle 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki süreçte yaşanan kırdan kente şiddetli göç dalgası, kapitalistin nispi artı değer oluşturma arzusu, otoriter baskıyı artırmak için işçi sınıfının parçalara ayrılması, sınıfın parçalı yapısının değişimi gibi olgular “kent emekçileri” kavramını ortaya çıkarmıştır.
Sosyalist hareket, hızla artış göstermeye devam eden kent emekçilerinin örgütlenmesi sorununu sınıfsal bir perspektifle ve bütüncül bir biçimde ele almakta başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık, Gezi Direnişi’nin öngörülememesine; hatta bu direnişin sınıfsal hiçbir tarafının olmadığı, yalnızca toplumsal tepki üzerinden devam eden bir kalkışma olduğu yönünde bir tutum sergilenmesine neden olmuştur. Gezi’nin içerisinde kent emekçilerinin direnişin çoğunluğunu oluşturduğunu tespit edip ibreyi bu yöne doğrultanlar ise Gezi sonrasında bu kitleyi sınıfsal değil kültürel pozisyonundan, laiklik ve cumhuriyetçilik temelinden, tüketim alışkanlıklarından ele alıp onlarla bu yönden toplumsal bağlar kurmaya çalışarak kitle içerisinde siyasal örgütlenmeyi sınıfsal bir perspektifle buluşturamamıştır.
“Sabah iş, akşam direniş” gibi sloganların görünür olması kapitalist hegemonyanın koskoca bir kentin zihninde nasıl bir “doğa kanunu” yarattığıyla ilgilidir. Kapitalizmin sürekliliği, işçinin siyasal ufkunun daraltılmasıyla mümkündür. Devrimci mücadelenin aşması gereken sınır burasıdır. Bu da sosyalist mücadelenin hem öncelikli hedefi hem de savrulmaları engelleyecek kerteriz noktasıdır. Nasıl ki özgürlük Marx’a göre “bir sınıf özgürse” mümkün olabilecekse, bir kentin özgürlüğü de ancak sınıf mücadelesinin örgütlü bir rotaya yönlendirilmesiyle sağlanabilir. Aksi takdirde burjuvazinin bütün özgürlüklerin yerine koyduğu “vicdansız ticaret özgürlüğü”nün asli savunucusu olan egemen sınıf, silahlarından arındırılamaz.
Sınıf Mücadelesi İçinde Kent Emekçilerinin Konumu
Üretim sürecinin kontrolü bir mücadele konusu olmadığında, işçilerin üretim süreci içindeki konumları onları birbirinden ayırıyor gibi görünür. Ancak bu ayrı gibi görünen konumları kaçınılmaz bir gerçeklik olarak kabul edip bunun üzerine siyaset inşa etmek devrimci mücadeleyi güçlendirmez. Her Marksistin görevi kapitalizm karşıtı mücadelenin gerçek bir zemin üzerinde kurulmasını sağlamaktır. Marx, “Bilime giden düz yol yoktur, ve ancak onun dik patikalarında yorucu tırmanmaları göze alanlar, aydınlık doruklarına ulaşabilirler”[1] der, nitekim komünist devrim için de bu böyledir.
Başta çoğunlukla “beyaz yaka” olan kent emekçileri, giderek daha çok parçalandı ve bu parçalanma, mavi-beyaz yaka arasında yer alan “gri yaka”nın oluşumuna sebep oldu. Sınıf içerisindeki bireysel yarış, işsizlikteki artış, gelecek kaygısı, hayata tutunma çabası, vasıflı emekçilerden oluşan bu kesimin giderek mülksüzleşmesine ve yakalar arasındaki gelir düzeyi farklılığının giderek azalmasına neden oldu. Ancak politik mücadele yükselmezken bu makasın daralması, yoksullaşmanın sadece matematiksel bir ifade olarak kalmasına neden olacaktır.
Yalnızca üretim araçlarının mülkiyeti üzerinden bir değerlendirme yapılarak üretim araçlarına sahip olmayan, yani hayatını emek gücünü satarak elde eden herkesin işçi sınıfına dahil olduğu tespit edilebilir. Sınıfın kolektif bir şekilde ücretli emek üzerinden ele alınması, onun parçalara ayrılmış hâlinden örgütlü bir birlikteliğin ortaya çıkartılabilmesi için zorunlu bir ihtiyaçtır. Sosyalist hareketin işçi sınıfına bütünlüklü yaklaşamıyor oluşu ise sınıf ile organik bağlar kurulamamasının yegâne nedeni ve sonucudur.
Sınıfın Değişen Yapısı İçin Öncelikli Çözüm: Sendikal Örgütlenmede Yenilenme
Teknolojik gelişmeler, yaşanan göçler gibi etkenler sonucunda doğal olarak yenilenen ve değişen işçi sınıfı içerisinde kent emekçilerinin, kadın emeğinin ve gençlerin ağırlığı önemli ölçüde artmış, Fordist üretim tarzı temelinde örgütlenme faaliyeti yürüten sendikalar ise bu çeşitlenen ve değişen sınıf içerisinde uzun süre başarılı örgütlenme faaliyetleri gösterememiştir. Bununla birlikte, toplumun genel politik bilinç düzeyi de olumsuz seyretmiş, milliyetçilik ve sağcılaşma özellikle gençler arasında popülerleşmiş, toplum iktidar tarafından bilinçli olarak depolitize edilmiş ve cemaat yapılanmaları topluma sirayet etmiştir. Değişen toplum ve sınıf yapısının yanında, örgütlenmenin önündeki hukuki engeller; patronların işyeri kapatma girişimleri, toplu iş sözleşmelerinde yetki itirazları ile sürecin uzatılması, taşeronlaşmanın yaygınlaşması ve sendikalar arası rekabeti kızıştırarak çoğunluk sağlanmasını engelleme çabaları gibi sebepler toplandığında, sendikalaşma oranı ciddi derecede düşüş yaşamıştır.
Değişen toplum yapısında sendikalaşma ve örgütlenme oranının artırılması için örgütlenme faaliyetlerinin, gelişen iletişim araçları daha faal kullanılarak artırılması ve çağa ayak uydurur hâle getirilmesi gerekmektedir. Sendikal faaliyetlerde katılımcılığın esas alınması, sendika ile bağın güçlendirilmesi için iş dışı kültürel etkinliklerin artırılması, sarı sendikacılığın karşısında tavizsiz bir şekilde durulması gerekmektedir. Sendika üyelerine, hatta bunun yanında sendikasız olan işçilere de düzenli olarak eğitim verilmesi, mücadele süreçlerinin birlikte planlanması ve kolektif işleyişin hâkim kılınması da sendikalı işçi sayısının artışına etki edecektir.
Küçük işyerlerinde az sayıda işçi ile çalışma, özellikle son yıllarda ciddi derecede artış göstermektedir. Üniversite mezunu mimar, mühendis, avukat gibi meslek grupları da giderek işçileşmekte, hâlihazırda işçi olanlar ise yoksullaşmaktadır. Ne yazık ki sendikaların iş yeri bazlı örgütlenme faaliyetleri bu kesim içinde hiçbir etki yaratamamakta, geleneksel tarzda yürütülen sendikal faaliyetler ile problemlere çözüm üretilememektedir. İş yeri örgütlenmesinin sınıf içerisinde yer alan belirli kesimler için önemi atlanmadan, sendikaların değişen sınıf yapısına ayak uydurarak iş yeri örgütlenmesinin yanında mesleki örgütlenmeyi de hayata geçirmesi, mesleki örgütlenme ile meslek örgütlerinde baskı oluşturulması kitle içerisinde örgütlenme faaliyetlerinin artışı için olumlu etki doğuracaktır.
Bunun yanında hem sosyalist hareketin hem de sendikaların işçi sınıfı ile bağ kurması, problemlerine çözüm araması, onlarla bağ kurarken bu kesimin ekonomik kaygılarının bilincinde olması, sendikaların yalnızca yönetici bir kesimin yöneticiliği devam etsin diye varlığını sürdüren yapılardan ibaret olmaması, sendika içerisinde delege sisteminin demokratikleştirilmesi gerekmektedir.
Sınıfın Politik Bir Özne Olarak Yeniden İnşası
Bu türden bir örgütlenmeyi sağlamak için sosyalist hareketin belirli kültürel hassasiyetler üzerinden bağ kurmaya çalıştığı “beyaz yakadan” yüzünü tamamen sınıf mücadelesine dönerek yaka kavramı gözetmeksizin örgütlenme faaliyetinde bulunması, kapitalist sistem tarafından parçalara bölünmüş olan işçi sınıfını bu kapsamda değerlendirmesi, bu bölünmüşlük karşısında kolektif emek sürecini bilince çıkararak işçi sınıfını politik bir özne olarak yeniden inşa etmek için mücadele içerisine girmesi zorunluluktur.
İşçi sınıfının farklı bileşenleri üzerinde farklı biçimlerde işleyen iktidar teknolojileri gereği başka örgütlenme stratejilerine başvurulabilir. Ofis-büro işçilerine yönelmiş bireyselleştirici, performans temelli ve “işini sev” gibi iler tutar yanı olmayan mottolarla yaratılmış iş ahlakının sermaye sınıfı tarafından işe koşulduğunu unutmamak gerekir. Sınıf mücadelesinin her parçasının özgül koşulları analiz edilmeli, üretim süreci merkeze alınarak devrimci mücadelenin bu alanlara taşınması için yeni yöntemler geliştirilmelidir. Somut koşulların somut tahlillerini yapacak teorik fenerlerimiz var, sadece onları yüzümüze değil önümüze tutmamız gerekir.