Kapitalizm, yalnızca ekonomik sömürüyle değil, ataerkil tahakkümü pekiştirerek de kendini var eden bir sistemdir. Kadının emeğini görünmez kılan, onu düşük ücretli ve güvencesiz işlere mahkûm eden, ev içi emeğini yok sayarak sermaye için bedava iş gücü sağlayan bu düzen, kadınların gerçek özgürlüğüne hiçbir zaman izin vermemiştir. Kadınların özgürlüğü, yalnızca bireysel hak mücadeleleriyle değil, bu sömürü düzenini kökünden değiştirecek kolektif bir dönüşümle mümkündür.
Kadın temsiliyeti neden yeterli değil?
Kadın hareketinin, neoliberal söylemlerle sınırlandırılan bireysel özgürlük taleplerinin ötesine geçmesi gerekir. Eşitlik yalnızca cam tavanları kırmak, parlamentolarda daha fazla kadın görmek ya da büyük şirketlerin yönetim kadrolarında yer almak değildir. Zira mevcut sistemde kadınların yönetici pozisyonlara yükselmesi, sistemin özündeki ataerkil ve sınıfsal tahakkümü ortadan kaldırmaz. Aksine, kimi kadınların bu sisteme eklemlenmesini sağlayarak, geniş kadın kitlelerinin maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılar.
Kapitalist sistem, kadınların iş gücüne katılımını artırırken, onların emeğini değersizleştirmeye devam eder. Yönetim kadrolarında daha fazla kadının bulunması, patronların cinsiyetine değil, üretim araçlarının kimin elinde olduğuna bağlı şekillenen bir sömürü düzeninde, kadın emeğinin sömürüsünü engelleyemez. Meclislerde kadın vekillerin sayısının artması da benzer şekilde, eğer sistemin temel mantığı değişmiyorsa, kadınların gerçek kurtuluşu açısından belirleyici değildir. Bu vekillerin kaçı emekçi kadınların taleplerini savunmaktadır? Kaçı, kadın emeğinin görünmezliğini, ev içi emeğin karşılıksız bırakılmasını ve toplumsal cinsiyet temelli ekonomik adaletsizliği gündeme getirmektedir? Erkek egemen bakış açısı, parlamentodaki veya yönetim kadrolarındaki kadın sayısından bağımsız olarak kendini sürdürebilir; çünkü mesele yalnızca kimlerin yönettiği değil, nasıl bir sistemin işlediğidir.
Kadınların devrimlerdeki radikal rolü: Tarihsel bir süreklilik
Tarih, kadınların yalnızca bir hareketin destekçileri olmadığını, bizzat devrimleri örgütleyen ve yürüten güç olduklarını göstermiştir. Paris Komünü’nde kadınlar barikatlarda savaşmış, 1917 Ekim Devrimi’nde Petrogradlı tekstil işçisi kadınlar ayaklanmanın fitilini ateşlemiş, Rojava’da yine kadınlar erkek egemen sisteme karşı yeni bir toplumsal düzen inşa edilmesine öncülük etmiştir. Bugün de dünyanın dört bir yanında, Arjantin’de feminist grevlerden Hindistan’da tarım işçisi kadınların direnişine kadar kadınlar, öncü bir güç olarak mücadele etmektedir.
Peki kadınların devrimlerde böylesine radikal bir rol oynamasının ardında ne yatmaktadır? Birincisi, kadınlar üretim sürecine erkeklerden farklı biçimde eklemlenmiştir. Özellikle ev ekonomisiyle yakın ilişkileri, kadınları yaşamın yeniden üretim süreçlerinde merkezî bir konuma taşımış ve bu, onların sistemin krizlerini doğrudan deneyimlemelerine yol açmıştır. Kadınlar, yalnızca düşük ücretli işlerde değil, aynı zamanda ev içi emekle de yoksulluğu ve sömürüyü derinlemesine yaşamaktadır. Bu durum, onların devrimci süreçlerde öne çıkmasını, en radikal yaşamsal talepleri haykırmasını beraberinde getirmiştir.
Kadınların devrimci hareketlerdeki radikalliği, yaşadıkları cinsiyet temelli ezilmişlikten ve bu ezilmişliğin toplumsal dayanışma ile aşılabileceğine dair tarihsel bilinçten de kaynaklanmaktadır. Kadınlar, dayanışma pratiklerini yaşamları boyunca geliştirmek zorunda kalmış, bu da onları kolektif hareketlere doğal bir şekilde yönlendirmiştir. Ayrıca, sistemin baskısını en ağır şekilde hissedenler olarak, ona karşı en keskin mücadeleyi vermekten çekinmemişlerdir.
Kadın mücadelesi ile emek mücadelesi nerede kesişiyor, nerede ayrışıyor?
Kadın emeğinin değersizleştirilmesine, ev içi emeğin karşılıksız bırakılmasına ve kadın bedeninin metalaştırılmasına karşı gerçek özgürlük, ancak kapitalist patriyarkanın yıkılmasıyla mümkündür. Bu nedenle kadınların kurtuluşu, işçi sınıfının kurtuluşundan ayrı düşünülemez. Ancak bu iki mücadele her zaman bire bir örtüşmez; kesişim noktalarının yanı sıra ayrıştıkları alanlar da vardır.
Kadın mücadelesiyle sınıf mücadelesi, özellikle güvencesiz çalışma koşulları, düşük ücret ve sendikasızlaşma gibi konularda birleşmektedir. Kapitalist sistem, emek sömürüsünü derinleştirirken, kadınları da esnek çalışma, yarı zamanlı işçilik gibi biçimlerle daha da güvencesiz hâle getirmektedir. Ancak, emek mücadelesi çoğu zaman kadın emeğinin özgün boyutlarını göz ardı etmiştir. Kadınların ev içi emeği, toplumsal yeniden üretim açısından kritik olmasına rağmen, işçi hareketleri tarafından uzun yıllar boyunca ikincil bir konu olarak ele alınmıştır.
Örneğin, Ekim Devrimi’nde kadınlar eşitlik talepleriyle devrime katılmış, ancak devrim sonrası süreçte bile kadınların siyasi temsili ve toplumsal rolleri konusunda eşitsizlikler devam etmiştir. Sovyetler Birliği’nde kadınlar birçok alanda ilerleme kaydetmiş olsalar da, ataerkil toplumsal yapı tam anlamıyla yıkılmamış ve kadın mücadelesi, kendine özgü bir hatta varlığını sürdürmek zorunda kalmıştır. Bu durum, kadın özgürlüğü için verilen mücadelenin yalnızca işçi sınıfının genel taleplerine eklemlenerek değil, kadınların kendi bağımsız taleplerini de yükselterek sürdürülmesi gerektiğini göstermektedir.
Kadınlar reformlarla özgürlüğe kavuşamaz: Radikal mücadelenin zorunluluğu
Bugün feminist mücadele, reformlarla sınırlı kaldığında kadınların özgürlüğüne ulaşmasını imkânsız kılan bir yanılsama yaratmaktadır. Cinsiyet eşitliği yasaları, kadın cinayetlerine karşı sertleşen hukuki düzenlemeler, kadın istihdamını artırmaya yönelik projeler, kapitalist sistem içinde belirli iyileşmeler sağlasa da kadınların “ölmemek” gibi en temel taleplerinin bile radikal mücadeleler gerektirdiği gerçeği değişmez.
Bir kadın işçi, erkeklerle eşit ücret alma hakkını kazandığında dahi hâlâ evde karşılıksız çalışmaya devam etmektedir. Bir kadın şiddete uğradığında, yasalar teoride onu koruyabilir ama kapitalist patriyarka, erkek egemen ideolojiyi toplumsal dokuda yeniden üreterek kadına yönelik şiddeti normalleştirmeye devam eder. Kadınların kurtuluşu, yalnızca yasal düzenlemelerle değil, köklü bir toplumsal dönüşümle mümkündür. Reformlar ancak bir mücadele sonucu kazanılır, ancak hiçbir reform sistemi temellerinden sarsmaz.
Bugün bize düşen; kadın emeğinin, bedeninin ve yaşamının sömürülmediği, eşit ve özgür bir geleceği yaratmak için kolektif mücadeleyi büyütmektir. Patriyarkanın ve kapitalizmin zincirlerini ancak örgütlü bir direnişle kırabiliriz. Özgürlük, bizim elimizdedir!
Kadınlar özgür olmadan, devrim kazanamaz!