Sosyalist solda üç eğilim ve birlik tartışması

2025 1 Mayıs’ını Kadıköy-Taksim tartışmasıyla geride bıraktık. Bu yazıda, her ne kadar güncel bir ihtiyaç olsa da asıl olarak ne Kadıköy mitinginin ne de birleşik Taksim iradesinin değerlendirmesini yapacağız. Bu tartışmanın çok daha geniş bir düzlemde siyasi bir karşılığı olduğu için tarihsel süreçte bir ana değil bir döneme odaklanarak, sosyalist harekette nerdeyse her dönem yapılan ama yine birçok kez hakkı verilemeyen “birlik” tartışmasını açacağız. Ayrıca, bu tartışmayı, sosyalist solda varlık gösteren örgütlerde beliren ve gitgide farklılaşan eğilimleri ele alarak yapacağız. Tartışmaya başlamadan önce, şu kolaycılıktan kaçınacağımızı en baştan belirtmek istiyoruz; 2025 1 Mayıs’ında ne Kadıköy kararı alan her yapıyı toptan “reformist” ilan etmek ne de Taksim’i zorlayan siyasetlerin tamamının “sosyalist devrimci” bir çizgiye sahip olduğunu iddia etmek doğru olacaktır.

Şimdi sosyalist solda vuku bulan ve tartışılması, ayrım noktaları ve benzerlikleriyle yerli yerine oturtulması gereken üç eğilimi kısaca ve temel çizgileriyle ele alalım.

Solda reformist statüko

1 Mayıs tartışmalarında da yansıması görülen, ancak uzun bir süredir sosyalist solda belirginleşmeye başlayan üç temel eğilimden söz edilebilir. İlk eğilim -artık maddeyi adıyla çağırmak zorunlu hâle gelmiştir- üye sayısı ve görünürlüğüyle sol hareket içinde ciddi bir yer kaplayan; temsiliyeti TİP, EMEP ve Sol Parti tarafından üstlenilen sol reformist/parlamentarist çizgidir. Bu siyasetler, milletvekili sayılarından ve bir araya getirebildikleri insan toplamından bağımsız olarak, sosyalist hareketi düzen muhalefetinin, yani CHP’nin açtığı siyasal alan içinde devindirerek ve o alana angaje ederek büyüme ve siyasal söylem geliştirme yöntemini benimsiyor. Bu örgütlerin her biri bu siyasal alanda özgün yöntemlere sahip olsa da ortaklaştıkları noktanın temelini bu strateji oluşturuyor.

Bu siyasetler, Lenin’den bugüne “legal alanın istismarı” olarak adlandırılan siyasetin çok uzağında, kendisini gitgide burjuva hukukunun sınırlarında konumlandırıyor. Bu stratejinin temelinde, iktidarın çizdiği kırmızı çizgileri aşmadan, yeri geldiğinde meclis siyaseti, yeri geldiğinde sosyal medya ve benzeri araçlarla salt niceliksel büyümeye odaklanan bir siyaset yer alıyor. Bu yönelimin en önemli açmazı ise sosyalist harekete dahil olan insanları özneleşmekten uzaklaştırarak, mücadele ufkunu seçimlere sıkıştıran bir bakış açısını güçlendirmek oluyor. Seçimler, meclis, temsil siyaseti gibi araçların taktiksel işlevini yitirip, stratejik bir yönelime evrildiğini görüyoruz.

Son 1 Mayıs da dahil olmak üzere birçok gelişme, yukarıda değinilen çizgiyi açıklamak için kullanılabilir. Ancak bu eğilimin en belirgin siyasal örneğini, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın hukuksuz ve geniş halk kesimleri tarafından da gayrimeşru kabul edilen tutukluluğuna karşı izlenen politik mücadele yöntemlerinde görebiliyoruz. Salt hukuki yollara ve parlamentoya başvurularak sürdürülen bu mücadele, sonucundan bağımsız olarak, sosyalist devrimci siyaset çizgisinden uzaktır.

Öte yandan, söylemde parlamento siyasetini ve düzen partilerini “radikal” bir şekilde mahkûm eden TKP çizgisinin de temelde aynı eğilime dahil olduğu söylenebilir. Ek olarak, son dönemde “Diz çöküyoruz” başlığıyla düzenlenen eylemler, yayınlanan yazı ve videolarla “büyük siyasette” rol kapmaya çalışan bu çizgi, meseleyi ifrata vardırdığı için diğer reformist sol partilerden ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor.

Açıkça ifade etmek gerekirse, TKP’nin her dönem sahip olduğu “Kemalizmle uzlaşma” siyasetinin artık ulusalcı bir siyasal zemine doğru aktığı tespit edilmeli. TKP’nin, Kemalist yönelimleri olan ama sola açık kesimleri örgütleme iddiası ile meşrulaştırılamayacak şekilde, devletin içindeki kanatlara da göz kırparak “ulusalcı sosyalist” bir çizgiye evrildiğini görüyoruz. Konuya dair daha net ipuçları görmek isteyenler, son zamanlarda Mine Kırıkkanat, Soner Yalçın gibi yazarların TKP ile ilgili övgü dolu yazılarına bakabilir.

Devrimci bir alternatif var mı?

Sol reformist eğilimin karşısında, devrimci niyetlerle de olsa, sosyalist siyaseti bir irade meselesine sıkıştıran bir siyaset anlayışını görmek mümkün. Bu akımlar, sosyalist siyaseti günümüz Türkiye’sinde yeniden üretme konusunda teorik ve pratik açıdan yetersiz kalıyor ve hem nicelik hem de nitelik açısından ciddi bir daralma yaşıyor. Ancak bu noktada, devrimci siyasetlerin, ilk eğilimin sahip olduğu konforlu siyaset alanına sahip olmadığını ve mevcut etkisizliklerinde devlet baskısının da ciddi bir faktör olduğunu söylemek gerekiyor. İkinci eğilimle devrimci tartışma kültürünü sürdürmekle beraber, bu siyasetlerin aynı yolda farklı yöntemlerle yürüdüğümüz yoldaşlarımız olduğunu ifade etmeliyiz.

Yazının girişinde, sosyalist harekette belirginleşen üç eğilimin varlığından bahsedilmişti, ancak üçüncü eğilimin henüz bir nüve olduğu düşünülebilir. Nüve olan bu eğilimin neye benzediğini tartışmadan önce, bu çizginin 1 Mayıs’ta birleşik Taksim iradesinde vücut bulduğunu ve sol reformist çizgiyi karşısına aldığını belirterek söze başlamalıyız. Bu eğilim, ülkenin çeşitli yerlerinde işçi sınıfıyla organik bağlar kurmaya çalışan, toplumsal mücadele alanları içerisinde devinen ve sosyalist devrimci siyasetin nüfuz alanını fiili meşru mücadeleyle büyütmeye çalışan bir eğilimdir. Sosyalist mücadelede ve işçi sınıfı iktidarını kurma hedefinde kararlı, düzen siyasetinin yarattığı paralizasyona ve düzen içileşmeye karşı tavır alan, birlikte mücadele etme fikrini devrimci bir zeminde güçlendirmek isteyen, bu çerçeveye uygun bir örgüt modeli ve siyaset tarzı inşa etmeye çalışan bu eğilim sahiplenilmelidir.

Birleşik mücadele, yeniden!

Aynı anda hem kitleselleşen hem devrimcileşen bir siyasi odak, sosyalist siyaset içinde hegemonya mücadelesinde tek bir siyasi öznenin eylemiyle değil, özellikle sol reformist çizgiye karşı devrimcilerin yan yana gelmesiyle güçlenebilir. Tam da bu noktada, solda birlik tartışmasını, daha doğru bir ifadeyle birlikte mücadele ile işçi sınıfının devrimci siyasetini ileri taşıyacak bir politik merkez ve birleşik cephe ihtiyacı tartışılmalı.

Kuruçeşme tartışmalarından ÖDP pratiğine, HDK’den Birleşik Haziran Hareketi’ne (BHH) kadar, solda birlik tartışmaları her beş-on yılda bir tekrar açılmış ve bunların büyük bir kısmı çeşitli sebeplerden dolayı başarısız olmuştur. Bu sebeplerden birisi, dar grupçu sekter siyasi tavırlar ya da ilkesiz birliklerin bir araya gelmesidir. Bununla en azından aynı öneme sahip bir diğer sebep ise bu birliklerin politik başarılar elde edememeleri ve sonuçta kendi içindeki kavgalara gömülerek kendisini tüketir hâle gelmeleri olmuştur.

HDK’nin ana akım bir sosyalist birliği sağlayamamış ve Kürt siyasetinin gündemlerinden bağımsız, özgün gündemlerini geliştirememiş olması; BHH’nin 7 Haziran seçimleri gibi kritik dönemeçlerde, risk de alarak, devrimci bir müdahaleyi gerçekleştirememiş, hatta buna cesaret edememiş olması gibi faktörler bu ikinci duruma örnek olarak sayılabilir. Yani, yalnızca öznelerin bir araya gelmesi de yetersiz kalmış, politik bir atılımın gerçekleştirilememiş olması bu hareketleri giderek tüketmiştir. Bugün oluşması gerektiğini iddia ettiğimiz politik merkez ve cephe ise yalnızca bir araya gelmeyi değil, önüne düzen muhalefetinin dışında konumlanan, güçlü ve müdahaleci bir politik odak oluşturmayı hedef olarak koymalıdır. Sol reformist siyasetlerin hegemonyasının giderek güçlendiği bir dönemde sosyalist devrimci siyaset için bu bir zorunluluk hâline gelmiştir!

“Maddi bir güç ancak maddi bir güçle devrilebilir”

Türkiye İşçi Partisi’nden ayrılırken Kılavuz hareketi olarak kaleme aldığımız ayrılık tezlerimizin başına, düzen içi siyasete eklemlenen soldan kopuşu yazmıştık. “Büyük siyaset” iddialarıyla düzen siyasetinden pay kapmaya çalışan bu çizginin, başta cumhuriyetçilik olmak üzere, birçok başlıkta kendisini gösterdiğini ifade etmiştik. Bu siyasal yönelim, 1 Mayıs itibarıyla -sadece Kadıköy dediği için değil- mantıksal sonucuna ulaşmış ve Saraçhane eylemlerinde de gördüğümüz üzere CHP’nin sol kanadını oluşturacak şekilde pozisyon almıştır.

Bu siyasal çizgiye teslim olan bir sosyalist hareketin günümüzün devrimci siyasetini yeniden üretmesi artık mümkün değildir. Saraçhane eylemlerinde de görüldü ki bu çizginin, toplumsal muhalefete önderlik etmek gibi bir hedefi olmadığı gibi böyle bir niyetinin olup olmadığı da tartışılmalıdır. Evet, toplumsal hareketin içinde olmak, bazen sadece dayanışmak, devrimcilerin sorumluluğudur. Ancak, yalnızca yelkene dolan rüzgârı düşünerek dümeni boşta bırakmak, neticede sizi hedefinize ulaştırmayacaktır. Önemli olan, akıntıya karşı kürek de çekseniz, yelkeniniz rüzgârla da dolsa bunları hedefe ulaşmak için kullanmayı başarmaktır. Yapılması gereken, sosyalist devrimci çizginin güçlendirileceği politik bir merkezi inşa etmektir. İhtiyacımız olan politik merkez, Taksim iradesinde de açığa çıkan fiili ve meşru mücadeleyi öne çıkaran birleşik mücadele perspektifini esas almalıdır. Reformist eğilimlere karşı verilecek olan ideolojik mücadele, ancak böyle bir maddi politik güç varsa etkili olabilir. 

Bu tartışma, nicelikten çok niteliği ön plana çıkaran bir şekilde yapılabilir. Bugün Türkiye sosyalist hareketinde devrimci bir birleşik cephe siyaseti, her zamankinden daha da yakıcı hâle gelmiştir. Sosyalist hareketin çeşitli kesimleri bu konuda elini taşın altına koyarak sorumluluk almalı ve günün ihtiyaçları çerçevesinde bir araya gelmelidir. Marx’ın Alman İdeolojisi’nde ifade ettiği gibi: “Maddi bir güç ancak maddi bir güçle devrilebilir; ama teori de, kitleleri kavradığı zaman maddi bir güç hâline gelir.”

Maddi gücü oluşturacak potansiyele sahip olduğumuzu hem gençliğin bir ayı aşkın süren mücadele deneyiminde hem de Taksim’de barikatları zorlayan iradede gördük. Bu çizginin bir adım gerisine düşmeden mücadeleyi büyütecek adımları sağlam ama hızlı bir şekilde atmalıyız.

Total
0
Shares
Önceki makale
Ailenin Kutsallığı, Baskının Yeni Kılıfı: Nefret Yasallaşıyor

Ailenin kutsallığı, baskının yeni kılıfı: Nefret yasallaşıyor

Sonraki makale

Türkiye’de iktidarın sınırlı kapasitesi, çözüm süreci ve hukuksuzluk rejimi

İlgili Gönderiler