19 Mart’ta Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik başlatılan operasyonlar kapsamında Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan tutuklandı ve yerine Şişli Kaymakamı Cevdet Ertürkmen kayyum olarak atandı. Kayyumun göreve gelmesiyle birlikte belediyede işçilerin aleyhine ciddi değişiklikler yaşandı. İşçilere üçlü vardiya sistemi dayatıldı, işçilerin kazanılmış hakları gasp edilmeye başlandı. Şişli Belediyesi işçileri, bu gelişmelere tepki olarak kayyum yönetimine karşı direnişe geçti.
Direniş yalnızca çalışma koşullarının kötüleşmesine karşı bir tepki değil, aynı zamanda Şişli’de halk iradesinin gasp edilmesine karşı demokratik bir itiraz olarak da şekillendi. İşçiler, kayyum yönetimine karşı 20 gün boyunca kararlılıkla mücadele etti. Toplu iş sözleşmesiyle kazanılmış hakları gasp edilen işçiler, bedenlerini de ortaya koyarak seslerini duyurmaya çalıştı. Bu süreçte, sendika başkanı Zeynel Yiğit açlık grevine başladı. Bu grev sadece ücret adaletsizliğine karşı değil, aynı zamanda işçinin onurunun ve halkın iradesinin yok sayılmasına karşı bir mücadele biçimi olarak öne çıktı.
Bugün ise bu mücadele mahkemeye taşınmış durumda. İşçiler, yeni çalışma sistemi nedeniyle yaşadıkları maaş kayıplarını ve hak ihlallerini belgeleyerek, kayyum yönetimine alacak davası açmaya hazırlanıyor. Kazanılması hâlinde bu dava, Türkiye genelindeki belediyelerde benzer durumlarla karşı karşıya kalan işçiler için emsal teşkil edebilir. Bu süreçte sergilenen örgütlü duruş ve mücadele içinde beliren sınıf bilinci, kamu emekçilerine yalnızca yerelde değil, ülke çapında ilham veriyor.
Direnişe giden süreci, sonrasını ve hukuki mücadeleden beklentileri konuşmak üzere Genel-İş Sendikası İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Zeynel Yiğit ve Şube Sekreteri Neşe Karaçimen’le görüştük.

“Kayyumun gerçekten Şişli halkına hizmet diye bir anlayışı yok”
Kılavuz: Kayyum atanmasının ardından belediyedeki çalışma düzeninizde, iş tanımlarınızda ve görev paylaşımında ne gibi değişiklikler yaşandı? Direnişiniz nasıl bir süreç sonucunda gelişti?
Zeynel Yiğit: Her zaman yaptığım konuşmayı yine yapacağım. Kayyum halkın iradesine vurulan, antidemokratik bir darbedir. Kayyum doğru değil, bunu antidemokratik buluyoruz. Genel-İş olarak kayyumlara çok yabancı değiliz. Zaten genelde, kayyum gelen yerlerde -özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da-, kayyumların gelince yaptıkları ilk iş sendikal haklara saldırı, işçi kıyımları, kazanılmış hakların gaspı oluyor. Bunu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşadık, biliyoruz. Burada da buna benzer uygulamalar yapıldı. Bu uygulamalar, daha önceden de konuşuluyordu ama karşımızda seçilmiş bir belediye başkanı olduğu için bu kadarına cesaret edemiyordu. Neticede direnişin karşısında sıkışıyordu. Şimdi kayyum avantajını da kullanıyorlar. Kayyum sonuçta devlet demek. Biliyorsunuz devletin mantığı da “Devlet geri adım atmaz!”.
Aslında, kim bir yerde eksik yapıyorsa, “Eksiktir” deyip, doğru bir yöntem üzerine konuşulup bu eksiği gidermek gerekir. Yani bunu devlet yönetimi ya da devletin bir temsilcisi yapıyor da olsa, genel anlamda demokratik bir hukuk devletinde böyle olması lazım. Maalesef biz daha kendi demokrasimiz, kendi hukukumuz oturmuş bir durumda değiliz. Zaten ülke başka bir yere gidiyor. O yüzden, kayyumun burada ilk geldiği anda yaptığı şey de vardiyalı çalışma saatlerimizi kölelik koşullarına daha da yakın bir sisteme çevirerek, işçilerin sosyal yaşantılarını gerçekten çok ciddi bir şekilde darmaduman edecek yeni bir çalışma programına geçmeyi hedeflemek oldu. Bu yüzden bir direniş kararı aldık. Çünkü böyle bir yaptırım, saldırı… Adına ne dersek diyelim, bu süreçte bu durumu sessiz sedasız kabullenmenin, sonraki süreçlerde bize çok farklı bir faturası, bir yansıması olacak. Doğru olan bu uygulamaya karşı, ne olursa olsun, gücümüz ölçeğinde bir ses çıkartmaktı.
Burada kayyumu yeniden tartıştırmak da önemliydi. Kayyumun gerçekten Şişli halkına hizmet diye bir anlayışı yok. Diğer yerlerdeki, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, kayyumlardan sonra seçilen belediye başkanları, kayyumların bir sürü yolsuzluğunu ifşa etti. Belki bir üç yıl sonra bunu burada da yaşayacağız. Ama biz şunu kabul etmedik ve etmeyeceğimizi söyledik: Ne olursa olsun, bu saldırılara karşı sessiz kalmayacağız ve gücümüz ölçeğinde de bir direniş göstereceğiz. Ki bundan kaçmak doğru olmaz. Kaçarsak teslimiyetçi bir tavır sergilemiş oluruz. Bu da hem bu süreçte hem de daha sonraki süreçlerde Şişli’deki sendikal örgütlere çok büyük bir zarar verir. Şu an öyle ya da böyle işçi bize bir öncülük misyonu biçmiş, biz de öncüler olarak -öncü işçiler de vardı-, hep birlikte oturup bu işi konuşup tartıştığımızda, bir direniş kararı çıktı.
“Kayyuma şöyle bir mesaj verdik: Sen burada antidemokratik kararlarını bize kolay kolay dayatamayacaksın!”
Bir direniş başlattık ve doğruydu. Neticede yaptığımız şey gerçekten çok doğru. Şişli’deki tüm işçi arkadaşlarımız, üyelerimiz, mücadele arkadaşlarımız, kendilerine de söyledim, bu mücadeleyi henüz tam anlamıyla kavramış değiller ama çok anlamlı bir mücadele yürüttüler. Bunun avantajını ilerleyen zamanlarda görecekler.
Diğer işyerlerinde de zaten belki bir kıvılcım yaktık, çünkü artık bütün belediyelerdeki yolsuzlukların faturası, ayrımsız tüm belediye işçilerine kesilmiş. Sırf bizim örgütlü olduğumuz belediyede değil, tüm belediyelerde böyle. Hak-İş’te örgütlü belediye işçilerine de Belediye-İş’te örgütlü belediye işçilerine de fatura çıkmış. Bugün İzmir’de de suçu işçiye atıyor yüksek maaşlı diyerek, ki onlara göre yüksek bir maaş ama bize göre aslında bu ülkenin koşullarında yaşanacak bir maaş bile değil. Ama işveren, belediye başkanı, “Yüksek bir maaş veriyorum” diye mazeret yaratarak orada belediye işçilerine saldırıyor, onları işten çıkarıyor. Hangi sendikaya üye olursa olsun, bu kabul edilecek bir durum değil! Neticede işçi sınıfına, belediye işçilerine bir saldırı var.
Direnişten dersler de çıkarmamız gerekiyor tabii. Mücadelede eksikler yapılır, mücadele eden zaten eksik yapar çünkü. 20 gün çok ciddi bir direniş ortaya koyduğumuzu düşünüyorum, kamuoyuna gerçekten yansıdı. Tek dezavantajımız şu oldu: Şişli’de bir kamuoyu yaratamadık. Şişli’de çok güvendiğimiz emek dostlarından, demokratik kitle örgütlerinden, özellikle sınıfın temel hak ve özgürlükleri için mücadele öncülüğü yapan demokratik kitle örgütlerinden fazla destek alamadık. Ben onun bir üzüntüsünü hissediyorum hâlâ. Niye böyle olduğunu bilmiyorum, aslında bir gün bu demokratik kitle örgütlerini dolaşmak istiyorum.
Şişli’de eğer ciddi bir kamuoyu olsaydı, belki bu süreci daha farklı bir yere de getirebilirdik. Yapamadık ama yaptığımızla da bir avantajımız oldu. Kayyuma şöyle bir mesaj verdik: Sen burada antidemokratik kararlarını bize kolay kolay dayatamayacaksın! Buna karşı, sana karşı, bu uygulamalara karşı örgütlü bir direniş, bir tavır, bir ses ortaya koyacağız. En azından bunu başardığımızı düşünüyorum.

“Bu davayı kazanırsak başka belediyeler için de emsal bir karar olacak”
Kılavuz: Direnişe başladığınızdan bu yana geçen sürede, yönetimden ya da farklı kurumlardan gelen doğrudan veya dolaylı baskılarla karşılaştınız mı? Eğer karşılaştıysanız, bu baskılar nasıl bir biçim aldı, neyi hedefliyordu?
Zeynel Yiğit: Genel-İş için soruyorsan, bu direniş sürecinde pek irtibat hâlinde olamadık. Kayyum, sendikaya görüşme için randevu vermeyi bile uzun süre reddetti. Kayyum yönetimiyse tabii bir baskı uyguluyordu. Neticede o baskıyı bana karşı uygulayamıyor, ben cepheden çok propaganda da yaptım kayyuma karşı ama işçi şöyle bir baskıyla karşı karşıya kaldı: 19’uncu gün bitiyordu, işçiler 15’inci günden sonra bana “Açlık grevini bırak” diye yoğun bir baskı yaptı. Kayyumun en büyük tehdidi, bizi işten atmaktı. İşçinin ödeyecek kirası var, borcu var, ailesi var… İşini kaybetmek istemiyor. Bana karşı da bir mahcubiyet hissediyor ama direnişi hukuki düzleme çekme isteğinin başladığını fark ediyordum. Ben açlık grevinin 19’uncu gününde hastaneye kaldırıldıktan sonra da cumartesi günü vardiya vardiya iki farklı toplantı yaptık, pazar günü de bütün temizlik işçileriyle bir toplantı yaptık ve direnişe hukuki bir süreçle devam etmeye karar verdik.
Bu davayı kazanırsak başka belediyeler için de emsal bir karar olacak, bu da önemli. Biz daha önce de Şişli Belediyesi’ne dava açıp kazanmıştık. O da bir emsal karardı.
Neşe Karaçimen: 2015 senesinde de belediyeye dava açmıştık. Bu davayla ilgili 2020-2021 gibi eski belediye başkanı Muammer Keskin, Ankara’da 9. Yargıtay’a gidip bu davalara itiraz ettiğini yüzümüze de söylemişti. Yargıtay bu itirazı kabul etti ve “muvazaanın ihale dönemlerinde araştırılması” diye bir karar aldı. Böyle olunca, davayı 2015’te açtığımız için 2010-2014 arası dönem değerlendirmeye alındı. Yargıtay’a yapılan bu başvuru, davanın seyrini değiştirdi. Başvuruda bulunan işçilerin bir kısmı, usulsüzce belediyenin iştiraki olan Kent-Yol bünyesinden taşeron firma olan Atlas Şirketi’ne geçirilmişti. Bu dava, Kent-Yol’da çalışan 170 işçi lehine sonuçlanırken, işvereni değiştirilen 565 işçi ise davayı kaybetmişti.
Kılavuz: Hukuki süreç nasıl ilerleyecek? Hukuki mücadeleden tam olarak ne bekliyorsunuz? Süreç boyunca işçilerin çalışma biçimi, direnişin seyri ve örgütlülük hâli nasıl şekillenecek?
Zeynel Yiğit: Bir alacak davası açacağız. Alacak davası ile ilgili de geçen hafta bir avukatla görüştüm. Daha önce genel merkezle görüştüm, sonrasında işçilerin kendi talep ettiği avukatla görüştük. Genel-İş’e de söyledim, işçiler hukuki sürece kendi avukatıyla girmek istiyor. Onlar da bunu kabul ettiler. Tabii mahkeme masrafını Genel-İş verecek, vermese de biz komün yapar öderiz zaten… Komünde hazır bir paramız var. Tuttuğumuz paranın yarısını da işten atılan bir arkadaşımız için kullandık, ona avukat tuttuk. Hem noterde vekalet ücretini ödedik hem dava harçlarını ödedik. Öyle bir dayanışma sorunumuz olmuyor yani.
Bu ay kayyumun getirdiği yeni sistemle çalışacağımız için bu ayın maaş bordrosunu alarak davayı açacağız. 10-12 Ağustos gibi maaş bordrolarımız gelir. Onunla birlikte avukatımızın isteyeceği diğer belgeleri vereceğiz. Mahkeme süreci fiilen o zaman başlayacak, davanın teknik işlerini avukatımız gerçekleştirecek. Biz üç hafta önce de maaşlarımız gününde yatmadığı için bir dava süreci başlatmıştık. O dava sürecindeki işçi arkadaşlarımız üzerinden bu davayı da tekrar açacağız.
“Bu sistemi güçlü bir işçi sınıfı iradesi değiştirecek”
Kılavuz: Maaşların geç yatması belli bir grup işçi için mi geçerliydi yoksa herkesin maaşı mı geç yatıyordu?
Zeynel Yiğit: Herkesin maaşı geç yatıyor. Normalde ayın 4’ü gibi yatan maaşlar ayın 10’unda yatmaya başladı, bu durum nadiren de olsa 14’üne kadar uzadı. Kayyum, geçen ay bizim bütün alacaklarımızı ödedi. Bu ay ikramiye ve mesaileri ödemedi ama bu hafta içinde bir görüşme yapacağız. Tabii belediyenin mali durumunu biliyoruz ama neticede kayyum, belediyeye hiçbir yatırım yapmıyor. Şimdi Mekikleri (Şişli Belediyesi’nin ücretsiz taşıma aracı) de kaldıracak muhtemelen çünkü belediyelerde çok ciddi bir ekonomik kriz var. Bu krizin tek sebebi de politikacılardır, belediye başkanlarıdır, siyasetçilerdir. Halkın bütçesini onlar hortumluyor!
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da halkın iradesiyle seçilen belediye başkanları, kayyumların yolsuzluklarını belediyelerin önüne astılar. Maalesef ülkemizde bu yolsuzlukların üzerine gidecek ne bir hukukçu var, ne hukuk var ne de böyle siyasi bir güç var. Olanlar da zaten yeterli değil, iktidar değil. Bir yönetim belki bunun üzerine gitse, belki iktidar değişse biz yolsuzlukları da konuşmayacaktık, halk yolsuzluk yapanlardan da parasını çatır çatır alacaktı. Kendi paralarımızı alacaktık…
Umarım o günleri de görürüz. Göreceğimize de inanıyorum! Hayatta oluruz, olmayız ama hiçbir zaman bu ülkede halkın iradesini, halkın kendi öz yönetimini sağlayacağına dair bir umutsuzluğa da kapılmadım. Bu ülke mutlaka değişecek, bu sistem değişecek. Bu sistemi güçlü bir işçi sınıfı iradesi değiştirecek. Bundan hiçbir zaman umudumu yitirmedim.
“Sistem esnek çalışmayı getiriyor, bu vardiya sisteminin bir esprisi de esnek çalışma”
Kılavuz: Bugün benzer süreçlerle karşılaşan diğer belediye çalışanlarına ya da kamu emekçilerine ne söylemek istersiniz? Sizce bu süreçten mücadele adına nasıl dersler çıkarılmalı?
Zeynel Yiğit: Ben şunu söyleyeyim: Bu ara tüm arkadaşlara bu sürecin önemini anlatmaya çalıştım. Bu süreç, tamamen toplu sözleşmeye saldırı süreci. Bürolarda çok büyük bir yığılma var. Beden işçilerinde, sahada çok eksiğimiz var. Mesela temizlik işlerinde 600 küsür işçimiz vardı şimdi 473 kişi kaldı. Düşünün, 600 kişinin yaptığı işi 473 işçi yapmaya çalışıyor. Otomatik olarak bu eksilen, emekli olan, giden ve yerleri doldurulmayan işçilerin iş yükleri, kalan işçilerin üzerine ekstra iş yükü olarak yüklendi. Bunun sonucunda, işçiler bedenen daha çok yoruluyor. Ama şimdi, bürolarda durum böyle değil. Belediyeler siyasi yerler, delege yatırımları yapılıyor, ilçe seçimlerine yatırım yapılıyor, ahbap-çavuş ilişkileriyle bir sürü insanı getirmişler, bir yığılma var.
Yerine kayyum atanan belediye başkanı Resul Emrah Şahan da bununla ilgili bir çalışma yapmaktaydı, buralarda fazla görülen işçileri dağıtacaklardı. Ben onlara da söyledim; siz bu süreçlere omuz vermezseniz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın derseniz, inanın ki önümüzdeki süreçte beyaz yakalıları ofis dışında görevlendirecekler. “Ya çalışacaksın burada ya da işten çıkaracağım” diyecek, böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaklarını söyledim. Ama demek ki ben çok iyi anlatamadım ya da beni anlamak istemediler, bilemiyorum. Kendimi de bu sürece katıyorum, belki ben doğru ifade edememişimdir ama çok defalarca toplantılarda dolaştığımda bunları anlatmaya çalıştım.
Burada herkes sendikal örgütlü mücadeleye omuz vermek zorunda. Burada iş güvencesine de, insanca yaşanacak bir ücrete de iş yerinde huzurlu bir çalışma ortamına da ancak sendikal mücadeleyle ulaşabilirler. Bunun bilincinde olmalarını istiyorum. Sendikal mücadeleyi ötelememeleri lazım. Ötelerlerse iş işten geçmiş olacak, o zaman da geçmiş olsun diyecekler arkadaşlarımıza. Böyle bir şey yaşamasınlar, kendi örgütlü mücadelelerine sahip çıksınlar. Çünkü bu ülkede artık emeklilik mezarda, çok uzun süreler çalışmak zorunda kalacaklar, belki emekli de olamayacaklar.
Sistem esnek çalışmayı getiriyor, bu vardiya sisteminin bir esprisi de esnek çalışma aslında. İrdelediğin zaman altından bu çıkacak! Uzun süreler burada çalışacaklar. Eğer sendikal örgütlülüğe sahip çıkmazlarsa, dört beş sene önce nasıl ki asgari ücrete mahkûm oldularsa, yine aynı şeyi yaşayacaklar. İşçilerin böyle bir deneyimi var, gördüler yaşadılar. Yine aynı şeyle karşı karşıya kalacaklar.










