Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.
Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra mecliste kurulan ‘‘süreç’’ komisyonu, kamu işçilerinin iradesinin iktidar-sarı sendika ortaklığında yok sayılması, Gazze’de İsrail’in yarattığı açlık krizi ve İtalya’da kadın cinayetlerine karşı senatoda oylanan ceza artırımı yasa tasarısı konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.
Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Haftanın işçi direnişleri

İstanbul/Beşiktaş – Mayıs ayından beri ödenmeyen maaşlarını almak için iş bırakma kararı alan Beşiktaş Belediyesi işçilerinin grevi, belediye-kaymakamlık-sendika ortaklığında iptal edildi. Kaymakamlık grevi fırsat bilerek belediyeyi “halk sağlığını koruma” görevi konusunda uyardı, sendika ise bu şartlarda iş bırakma kararının arkasında durmadı.
İstanbul/Esenyurt – HepsiJet’te çalışan 21 depo işçisi, kötü çalışma koşullarına karşı direnişin 10. gününü geride bıraktı. HepsiJet işçileri, haklı sözleşme feshi karşılığında haklarını talep ediyor.
Kocaeli – Petrol-İş’te örgütlü 240 Gübretaş işçisinin, sefalet dayatmasına karşı başlattıkları grev birinci ayını doldurdu. Gübretaş patronu hâlâ adım atmadı.
Adana & Mersin – Toros Tarım’da Petrol-İş üyesi işçiler, insanca yaşayacakları çalışma koşullarını kazanmak için direnişe devam ediyor. Direniş 75. gününü geride bıraktı!
İzmir/Çiğli – Organize sanayi bölgesi içinde bulunan Norm fabrikalarında çalışan işçiler, yüzde 35 zam talebiyle iş durdurma eylemlerine başladı.
İzmir/Gaziemir – Sendikalı oldukları için işten çıkarılan 15 DIGEL Tekstil işçisinin direnişi, 17 Ocak’tan bu yana devam ediyor.
İzmir/Menemen – Toplu iş sözleşmesi sürecinde patronla uzlaşamadıkları için 82 gündür direnen TPI işçileri, sendikayla sınırlı olmayan bir direnişin gelişmesi için işçi komitelerinin kurulmasını ve komitelerin işçilerin birliğini sağlamasını istiyor.
İzmir/Dikili – BTO Sen’e üye olarak TİS hakkı kazanan ancak patron tarafından baskıya uğrayan ve işten çıkarılan Queen Tarım işçilerinin işletme önünde başlattıkları direniş bir ayı geride bıraktı. İşten atmalar ise sürüyor!
İzmir/Kemalpaşa – Sendikal hakları gasp edilmek istendiği için greve başlayan Temel Conta işçilerinin direnişi 236. gününde.
Kayseri – Hak-İş’e bağlı Öziplik-İş Sendikası üyesi 2 bin Yataş işçisi, yüzde 40 zam talebiyle iş bıraktı. İşçiler, talepleri karşılanana kadar eylemlerine devam edeceklerini bildiriyor, sendikaya karşı da mücadele ediyor.
Amasya/Merzifon – GM Teknik Cam Endüstri ve Ticaret A.Ş.’ye ait fabrikada çalışan Kristal-İş üyesi işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için 18 Temmuz’da greve çıkmıştı. Hafta içinde GM Cam patronu, grevi kırmak için dışarıdan işçi getirmeye çalıştı. Grev kırıcılığına karşı işçiler kazanacak!
Meclis’te “süreç” komisyonu kuruldu

Uzun bir belirsizlik döneminin ve tartışmaların ardından, Meclis çatısı altında yeni “çözüm süreci” hazırlıklarını yürütecek olan komisyon kuruldu. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Katılacak partilerin 31 Temmuz’a kadar komisyonda bulunacak üyeleri bildirmesini istedi. Komisyon AKP’den 21, CHP’den 10, DEM Parti ve MHP’den dörder; İYİ Parti ve Yeni Yol Partisi’nden üçer; HÜDA PAR, Yeniden Refah Partisi, TİP, EMEP, DSP ve DP’den birer milletvekili olmak üzere 51 kişiden oluşacaktı. Ancak komisyona İYİ Parti katılmayacak. Böylelikle komisyon 48 kişiden oluşacak.
Komisyon tartışmalarının uzamasının ve komisyonun nasıl ve ne zaman kurulacağının uzun süre belirsiz kalmasının sebebi ise muhalefetin kaygılarıydı. Bu kaygılar, iktidarın komisyonu kendi istediği kararların çıkacağı şekilde kurmasıyla alakalıydı. Bu sebeple CHP, ya partilerin eşit sayıda üyeyle temsil edilmesini ya da komisyonun, üçte iki veya beşte üç gibi nitelikli çoğunlukla karar almasını talep etti. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un, bu talebin karşılanacağını bildirmesinin ardından CHP, komisyona dahil olacağını açıkladı ve 31 Temmuz’da komisyona katılacak üyeleri de açıkladı.
Komisyonun adı henüz belli değil. İktidar kanadı “Terörsüz Türkiye Komisyonu”, “Millî Birlik ve Dayanışma Komisyonu” gibi önerileri öne çıkartırken, DEM Parti’nin ve CHP’nin yaklaşımı, komisyonun içeriğinin demokratikleşme etrafında şekillenmesi üzerinde biçimleniyor.
Muhalefet “süreç” komisyonunda nasıl konum alacak?
AKP karşıtı muhalefetin en büyük düzen içi unsuru olan CHP, başından itibaren Meclis’te bir komisyon kurulmasını ve komisyona Meclis’teki tüm partilerin dahil edilmesini talep ediyor, gelişmekte olan sürecin bir parçası olmaya sıcak yaklaşıyordu. AKP ise Kürt muhalefetiyle CHP’nin başını çektiği cumhuriyetçi muhalefetin son yıllarda özellikle seçimlerde kendisini gösteren fiili birliğini dağıtarak muhalefeti bölme planları doğrultusunda CHP’yi dışarıda bırakacak hamleler yapmaya çalıştı. Tabanından da komisyona katılmaması gerektiği yönünde baskı görse de CHP liderliği, komisyona katılarak burada sürecin “demokratikleşme” ekseninde yürütülmesi için mücadele edeceğini açıkladı. CHP’nin DEM Parti’yle birçok başlıkta ortaklaşması hâlinde, nitelikli çocunlukla karar alacak olan komisyon, iktidarın kendi isteğine göre şekillendireceği bir alan olmaktan çıkacaktır. Komisyon, daha pek çok krizin konusu olacaktır.
Sosyalist partilerin tutumu ise muhalefetin diğer unsurlarına göre konumlanmanın ötesine geçmedi. Diğer pek çok demokratik talep gibi halklar arası barışın sağlanacağı bir sürecin toplumsallaşması için örgütlenme çalışmalarında en önde yer alması gereken ve mecliste temsil edilen sosyalist partiler, komisyona katılım kararı için CHP’nin tutumunu açıklamasını bekledi, komisyona katılacağını ya da katılmayacağını, kendi bağımsız bakışları doğrultusunda değil, düzen muhalefetinin tutumuna göre belirledi. Bu tutum ise hem tüm süreci Meclis’te kurulacak komisyona havale ederek demokratik taleplerin toplumsallaştırılabilmesini zorlaştırıyor hem de sosyalistlerin süreç içinde özgün bir pozisyon almalarını engelliyor.
Sosyalist sol içinde yer alıp şoven bir tutumu yansıtan bir başka anlayış ise “bağımsız sosyalist siyaset” adına geri bir eğilimi ifade ediyor. Bu eğilimin esas aldığı kriterler “Türkiye’nin bölünmezliği” ve “Lozan Anlaşması” olurken, “işçi sınıfının çıkarları” söylemi, toplumu oluşturan insanlardan bağımsızlaşmış, retorik bir öğe hâline geliyor. Azınlık ulusun eşitlik taleplerini “kimlikçilik” olarak kodlayan bu anlayış, eşit yurttaşlığa dayanan bir yurttaşlık tanımının ve bağının kurulması gerekliliğini ise görmezden geliyor.
Komisyon, tüm sorunların çözümü mü?
Bir “süreç” komisyonunun kurulması her ne kadar anlamlı ve ileriye doğru bir adım olsa da çözüm süreci hazırlıklarının ilerlemesi adına yapılan hamleler hâlâ yetersiz. DEM Parti dahil olmak üzere sol ve sosyalist güçler, tarihi öneme sahip güncel süreci toplumsallaştırmak, demokratik talepler etrafında bir sokak hareketini canlandırmak, Kürt ve Türk emekçilerini barış talebinin taşıyıcısı hâline getirmek gibi başlıklarda yeterli olamıyor. Bunun sonucunda, “sürecin” birtakım bürokratik görüşmelerde ilerlediğine dair bir izlenim oluşuyor ki bu durum, emekçileri sürecin birer izleyicisi hâline getirirken şüpheci yaklaşımların da güç kazanmasına sebep oluyor.
Bu durumun aşılmasının yolu, emekçilerin kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda hareket eden örgütlü bir güç olarak siyasete müdahil olmasından; Kürt halkının ulusal eşitlik talebinin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin eşitlik ve özgürlük talepleriyle bir araya gelebildiği bir mücadele hattının örülmesinden geçiyor. Bu ise soyut “sosyalizm” ya da “demokrasi” laflarını aşarak, birleşik bir mücadelenin güçlendirilmesini gerektiriyor.
Saray-sarı sendika ortaklığı devam ediyor

600 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu iş sözleşmesi için imzalanacak olan Kamu Çerçeve Protokolü ile ilgili şubat ayından beri süren görüşmeler, sonuçlanmak üzere. Kamuda örgütlü olan işçileri büyük çoğunluka temsil eden Türk-İş ve Hak-İş, ilk altı ay için yüzde 83, ikinci altı ay için ise yüzde 25 oranında zam talep etmişlerdi. Bu talep aynı zamanda işçilerin taleplerini de yansıtıyordu. Ancak hükümet, verdiği teklifte önce yüzde 16, arından yüzde 17 gibi adeta işçilerle dalga geçmek anlamına gelen teklifler sunduktan sonra, üçüncü teklifinde, iki altı ay için yüzde 24 ve yüzde 14’lük bir teklif sundu.
Konfederasyonlar, öncelikle bu teklifin kendi talepleri arasında fahiş oranda fark olmasından dolayı bunu kabul edemeyeceklerini söyleseler de her zaman olduğu gibi işçilerin iradesini ortada bırakarak, iktidarla anlaşma yoluna gittiler. Türkiye Maden İşçileri Sendikası, Eti Maden işletmelerinde 1 Ağustos’ta greve çıkacağını ilan etti. Ancak bu grev, gece yarısı alınan Cumhurbaşkanı Kararı ile altı ay süreyle “ertelendi”, fiilen yasaklandı. Çünkü işçiler, “erteleme” süresinin sona ermesinin ardından yeniden greve çıkamıyor, anlaşmazlık hakem kuruluna gidiyor. AKP’nin iktidar döneminde 22 grev yasaklandı, yaklaşık 200 bin işçinin grev hakkı böylelikle ellerinden alındı.
Grevin ertelenmesinin ardından, Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) ise Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) işletmelerinde greve çıkacağını ilan etmişti. Bu grevler ertelenmedi, sendika işçinin iradesini ortada bırakarak grevi iptal etti! Hükümetin teklif ettiği sefalet ücretini içeren protoko, yüzde 83 zam talebiyle yola çıkan konfederasyonlar tarafından imzalanacak ve işçilere, taleplerinin neredeyse yüzde 60 altında bir zam yapılmış olacak.
Erdoğan’ın işçi düşmanı iktidarı, Şimşek programı kapsamında, patronlara daha fazla kaynak yaratabilmek için kamu işçisinden kemer sıkmasını istiyor, iradelerine kilit vurmaya çalışıyor. Sendikalar, sefalet sözleşmesini imzalayarak emekçiye sefaletten başka bir şey dayatmayan bu programa onay veriyorlar. İşçinin grevli toplu sözleşme hakkı, fiilen yok sayılıyor, elinden alınıyor. İşçilerin, sendikalara yalnızca ücret pazarlığı yapması için dahi güvenemediği Türkiye’de, sendikalı olma oranları ise doğal olarak düşük. Bu düşük sendikalı olma oranlarının sebebi, sermayenin işçi sınıfını örgütsüzleştirmeye yönelik doğrudan saldırılarının yanı sıra sendikaların sınıfın en temel çıkarlarını dahi savunmuyor olmasıdır.
İşçi sınıfının örgütlenme hakkının birçok patron tarafından tanınmadığı, sendikalı olan işçilerin ise grev hakkının iktidar-sarı sendika ortaklığında yok edildiği Türkiye’de, işçilerin iradelerini dayatacağı ve onun yok sayılmasına müsaade etmeyeceği fiili grevler/eylemler, olabilen her yerde meşru olarak karşılanacaktır.
Gazze’de İsrail’in yarattığı açlık krizi devam ediyor

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP) Gıda Güvenliği ve Beslenme Analizi Direktörü Jean-Martin Bauer, Gazze’nin artık kıtlığın en vahim senaryosunu yaşadığını ve durumun korkulanın ötesine geçtiğini duyurdu. BM’nin Cenevre’deki haftalık basın toplantısına katılan Bauer, İsrail ablukası ve aralıksız saldırılar altındaki bölgede yaşanan gıda krizine dair çarpıcı bilgiler paylaştı.
Krizin “ölümcül bir dönüm noktasına” ulaştığına dikkat çekilen raporda, Gazze halkının gıda tüketiminin çatışmaların başlangıcından bu yana en düşük seviyeye gerilediği ve akut yetersiz beslenme oranlarının resmen kıtlık eşiğini aştığı belirtildi. “Kıtlığın en kötü senaryosunun” yaşandığı ifade edilen raporda, acil ve etkili bir müdahale olmazsa ölümlerin artmasının beklendiği uyarısı yapıldı. Ayrıca, İsrail’in yoğun hava ve kara saldırıları nedeniyle insanların gıdaya erişiminin son derece tehlikeli ve düzensiz bir hâl aldığı kaydedildi.
Amerikan haber sitesi Axios‘un haberine göre ise şubat ayında Gazze’ye giren 16 bin 800 insani yardım tırına karşılık, temmuz ayında bu sayı sadece bin 769’a düştü. Bu, altı aylık bir sürede yaklaşık yüzde 90 oranında bir azalma anlamına geliyor. Habere göre ABD-İsrail kontrolünde mayıs sonunda kurulan “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın (GHF) ise yalnızca güney ve merkez bölgelerde faaliyet göstermesi, Filistinlilerin yardıma ulaşmak için evlerini terk etmeye zorlayarak Gazze’nin insansızlaştırılmasına hizmet ediyor. Yani insani yardım, soykırımın bir silahı olarak kullanılıyor.
İsrail Gazze’yi Gazzelilerden arındırmak için tarihin en büyük soykırımlarından birini dünyanın gözü önünde yapmaya devam ediyor. Filistinlililere dayatılan seçenekler ise ya Gazze’yi terk etmek ya da katledilmek! Dünyanın her yerinde Filistin’e destek eylemleri devam ederken, ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin İsrail’e desteği devam ediyor. İsrail ise “Hamas’la savaşı” bahane olarak öne sürerek soykırımı normalleştiriyor. Ancak uluslararası kamuoyunda meşruiyetini giderek kaybediyor. Filistin halkının dostlarının uluslararası eylemlerinin yarattığı baskıyla Fransa, İngiltere gibi devletler, iki devletli çözümü yeniden gündeme getirmek üzere Filistin’in varlığını tanımaya hazırlanıyor.
İtalya’da kadın cinayetlerine karşı ceza artırımı Senato’dan geçti

İtalya’da mevcut hükümetin 8 Mart’ta hazırladığı ve kadına yönelik cinayetlerde ceza artırımını öngören yasa tasarısı Senato’dan geçti. Dünya genelinde dikkat çeken bu yasa, kadına yönelik nefret, kontrol, ayrımcılık veya tahakküm saikiyle işlenen cinayetleri özel bir suç tipi olarak tanımlayarak Ceza Kanunu’na şu hükmü ekliyor:
“Kadının öldürülmesi, eğer bu fiil nefret, ayrımcılık, kontrol, tahakküm veya onun bireysel özgürlüğünü kısıtlama amacıyla işlenmişse, faile ömür boyu hapis cezası uygulanır.”
Sağcı bir hükümet tarafından sunulmasına rağmen, tasarı muhalefetten de tam onay aldı; ancak yasa beraberinde çeşitli tartışmaları da getirdi. İtalya’da 2022 yılı sonunda açıklanan kadın cinayeti sayısı 126’ya ulaşmıştı. Son yıllarda yaşanan, infial yaratan kadın cinayetleri ve toplu tecavüz olayları, ülkenin gündeminde önemli yer tutarken, kadın örgütlerinin güçlü muhalefetiyle de bu konu gündemde kalmaya devam ediyor.
Ailenin ve dinin savunuculuğunu yapan İtalya’nın faşist hükümeti, göçmen ve LGBTİ+ karşıtı söylemleriyle de bilinirken böyle önemli bir yasayı çıkarma girişimi, çelişkili bulunmuş ve kadın başbakanın popülist imajını pekiştirmek için atılmış çelişkili bir adım olarak değerlendirildi.
Meloni hükümeti döneminde Aile Bakanlığı’nın adının “Aile, Doğum ve Fırsat Eşitliği Bakanlığı” olarak değiştirilmesiyle birlikte kürtaj ve LGBTİ+ karşıtlığıyla bilinen Eugenia Rocella’nın bakanlığın başına getirilmesi dikkat çekici bir gelişme oldu. Dünya genelinde artan nüfus sorunuyla birlikte, pek çok ülkede olduğu gibi İtalya’da da doğum teşvikleri ve aileyi güçlendirme adımları Meloni hükümetinin önceliklerinden biri hâline gelmişti.
Bununla birlikte, kadınların esnek ve güvencesiz çalışmasının önünü açan yöntemler benimsenmiş, kadınların hem kötü şartlarda ucuz işçi olarak güvencesiz çalıştırılması hem de ev işleri ile çocuk doğurma/bakma görevini yerine getirmesiyle çifte yük altına girmesi, Meloni hükümetinin nüfus sorununu aşmaya yönelik bir yöntemi olmuştur. Bu durum, İtalya’nın sağcı hükümetinin kadın cinayetlerinde caydırıcı da olabilecek ceza artırımı yapmasına karşın patriyarkal baskı söz konusu olduğunda kadınların safında durduğuna dönük bir görüşün yanılsama olabileceğine dikkat çekmek gerekiyor.
Yeni yasanın kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin önlenmesini gerçekten sağlayıp sağlayamayacağına dair endişeler de mevcut. Bu konuda yıllardır çalışma yapan kadın örgütleri ve dayanışma kurumları, ceza artırımının önleyici rolünün sınırlı olduğunu belirtirken, kadınların bir şiddet olayı sonrasında kendilerini güvende hissedebilecekleri koruma, önleme ve toplumun bilinçlendirilmesi politikalarının gerçekte önleyici olabileceğini vurguluyor.
İtalya’nın önde gelen kadın örgütlerinden D.i.Re (Şiddete Karşı Kadın Ağı – Donne in Rete contro la violenza), konuya dair açıklamasında “kadın cinayetlerinin, kaynaklandığı ataerkil sahiplenme ve kontrol kültürünü kökten değiştirmeden, yalnızca geçici bir suç veya belirli ağırlaştırıcı koşullar yaratarak ortadan kaldırılamayacağını” ifade etti. Aynı zamanda, “Kadınlar, belirli olayların, özellikle de en dramatik olanların önlenebilmesi için donatılmış bir şiddet karşıtı sisteme, deneyimlerinin özgüllüğünü tanıyan ve bunlarla ilişkili riskleri tanıyıp değerlendirebilen ceza bağlamlarına ihtiyaç duymaktadır” açıklamasında bulundu.
Bu bahsedilen önleyici ve bütünlüklü planlama, sorunu kökten çözebilecek bir yöntemken, kestirmeden uygulanan cezalandırma yöntemlerinin işe yaramayacağı ve başta yapılan popülizm eleştirilerini yeniden akla getiriyor. Bahsedilen bütünlüklü planlamanın ise belirli bir bütçeye ihtiyaç duyduğunu ve hükümetin para aktarımı konusunda sermayeye kâr getirmeyecek sosyal hakların nasıl öncelik sırasında gerilere düştüğünü gösteren bir örnek olarak duruyor.
Kılavuz’da bu hafta

İktidar ve sermaye eliyle büyütülen çocuk işçiliği – Berke Aslan & Deniz Çelik (Kılavuz Forum)
Bu politikaların en ağır bedelini çocuklar ödüyor. Türkiye’de 2025’in ilk altı ayında en az 30 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Son 12 yılda bu sayı en az 770’e ulaştı. Önlenebilir iş kazalarında yaşamını yitirmeyen binlerce çocuk ise ya sakatlanıyor ya da yaralanıyor. TÜİK verilerine göre, 15-17 yaş arasındaki her dört çocuktan biri çalışıyor. Bu çocuklar sendikal haklardan yoksun, güvencesiz, baskıya açık koşullarda çalışıyor.
Zorunlu eğitimin piyasa odaklı düzenlenmesi sadece çocuk işçiliğini değil, çocuk yaşta evlilikleri de artırıyor. 2024 yılının verilerine göre, 9 bin 354 kız çocuğu evlendirildi. Eğitim sisteminin gerici dönüşümüyle birlikte özellikle kız çocuklarının okullaşma oranı düşüyor; birçok kız çocuğu, çocuk işçi olmanın yanı sıra çocuk gelin hâline gelme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.

Yeni Türkiye’nin hamurunu karmak – Ahmet Gire
Eğer emekçi halktan yana bir Türkiye kurulacaksa, bu yeni Türkiye’nin hamurunu mayalayacak olan, sermayenin politik gücünün sınırlandırılması olmalıdır. Aksi takdirde, mevcut yoksulluğun çaresi yoktur, ekolojik olarak yaşanabilir bir ülke imkânı ise çok kısa bir süre sonra yitirilecektir. Sermayenin bu şımarık saldırganlığını siyasetin ana konusu yapmak bugün bir tercih değil, zorunluluktur. Yeni Türkiye gerçekten yeni olacaksa ancak bu yolla olacaktır. “Hele bir CHP’yi iktidarın elinden kurtaralım”cılık, Türkiye’nin kaderinin yeniden bir oldubittiyle tayin edilmesi demektir. Kaldı ki sermayenin yasal olarak sınırlanamamasının politik alana tercümesi, iktidarın da siyasal hasımları karşısında hukuki olarak sınırlandırılamamasıdır.
İşçi sınıfının mevcut kavgaya kendi talepleri ve kendi sesiyle dahil olması gerekir. Aksi takdirde, muhalefetin kazanacağı bir iktidar mücadelesinde -ki bu kısmı oldukça şüphelidir- emekçilerin payına ne düşeceğine yine başkaları karar verecektir.










