Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.
Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra AB’den gelen İmamoğlu tepkisi, gözaltında yaşanan işkence ve cinsel saldırı iddiası, 2 Nisan’da gerçekleşen boykot, Suriye’deki son gelişmeler ve Trump’ın yürürlüğe soktuğu gümrük vergileri ile ABD’de yaşanan kriz konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.
Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Haftanın işçi direnişleri

İstanbul/Tuzla – Hollanda merkezli Hunter Douglas firmasına bağlı TKIS Blinds Perde’deki 10 işçi, sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarılmıştı. TKIS Blinds Perde Grevi 165. gününde kararlılıkla devam ediyor.
Türkiye genelinde çok sayıda şehirde – TÜMTİS’in Nak-İş (Ambar İşverenleri Sendikası) ile imzaladığı toplu iş sözleşmesinde dayatılan yüzde 33’lük ücret artışına karşı işçiler, Türk-İş’e bağlı TÜMTİS öncülüğünde 14 Nisan’da greve çıkma kararı aldı. Çoğunluğu İstanbul’da olan 19 Nakliyat Ambarı’nda 250 işçi greve çıkacak.
İzmir – Sunel Tütün, Oryantal Tütün ve TTL Tütün fabrikalarındaki bin 700 işçi, sendikal haklarını kullanamadıkları için 38 gündür grevde.
İzmir – Toplu iş sözleşmelerinde işçilerin taleplerinin karşılanmaması üzerine DİSK Genel-İş, Gaziemir Belediyesi’nde 30 Nisan’da, Konak Belediyesi’nde ise 7 Mayıs’ta greve çıkma kararı aldı. Sendika yetkilileri görüşmelerin devam ettiğini belirtti.
İzmir/Kemalpaşa – Temel Conta işçilerinin onurlu direnişi 117. gününde! İşçilerin, sendikal haklarını tanımayan patrona karşı başlattıkları mücadele kesintisiz devam ediyor.
Kocaeli – Petrol-İş sendikasının yetkili olduğu TÜPRAŞ’ta 3 bin 500’ü aşkın işçiyi etkileyecek olan TİS süreci tıkandı. İşçilerin yüzde 85 zam talebinin karşısında patrondan yalnızca yüzde 21 teklif geldi. İşçiler hakları olanı almak için mücadeleye hazır olduklarını dile getirdi.
Kocaeli/Gebze – Birleşik Metal-İş’in yetki kazandığı Omsa Metal’de patronun yetkiye itirazı üzerine işçiler iş yerinde protesto gerçekleştirdi. Fabrikada ‘‘zafer direnen emekçinin olacak!’’ sloganları yankılandı.
Kocaeli/Kartepe – Sac üretim fabrikası olan Tezcan Galvaniz’de yetkili olan Hak-İş’e bağlı Özçelik-İş Sendikası işçileri patronun yalnızca yüzde sekizlik zam talebine karşı devam ettikleri grev 26. gününde!
AB’nin İmamoğlu tepkisi, egemenler arası “demokrasi” oyunu

Türkiye’de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından direniş devam ederken, tepkiler uluslararası alanda da gelmeye devam ediyor. Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Marta Kos, Antalya Diplomasi Forumu’na katılmayacağını ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Ankara’da yapacağı görüşmeyi iptal ettiğini duyurdu; Türkiye’nin katılımıyla düzenlenecek Avrupa Birliği (AB) Karma Parlamento Komisyonu’nun 14-15 Nisan’da yapılması planlanan toplantısı da iptal edildi.
Avrupa Parlamentosu üyelerinin bu kararlarında, AB’nin demokratik duruşundan çok toplumsal muhalefetin direnişi etkili oldu. Aynı zamanda CHP Genel Başkanı Özgür Özel de Avrupa’daki siyasi partilere seslendiği konuşmalarında, CHP’nin birinci parti olduğunu ve iktidarın bir sonraki seçimde değişeceğini belirterek, Türkiye içinde olduğu gibi uluslararası aktörlerin de tarafını buna göre belirlemesi gerektiğini ima etti. Dolayısıyla, AB’den gelen tepki, toplumun büyük bir kısmını içine alan direniş varken, zayıflayan bir Erdoğan’ın yanında durmanın zorluğunu gösteriyor.
Sonuçta, belirleyici olacak olan, siyasi güç dengesinin ne yönde değişeceğidir. Özellikle Trump’ın şekillendirdiği yeni siyasette, yeni askerî ve siyasi partnerler arayan AB, Türkiye’yle ilişkilerini yeniden ele almaya başladı. Her ne kadar Erdoğan’a sıcak bakmasalar da Avrupa’da sağ siyasetin yükselişi, aynı zamanda Türkiye’de de baskının artacağı olanakları iktidara sunuyor. AKP de içeride baskıyı artırırken uluslararası ilişkilerini güçlendirmeye çalışıyor. İktidarın daha da zayıflaması için çare AB gibi emperyalist örgütlerden medet ummak değil, toplumsal muhalefetin güçlendirilmesi ve örgütlenmesidir. Çünkü AB’nin endişesi demokrasi değil, iktidarın politikalarının patronlar için yarattığı istikrarsızlıktır.
AB’yi demokrasi şampiyonu ilan edenler, Ukrayna-Rusya savaşında ve İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımda AB’nin tutumunu hatırlamalıdır. Akademik özgürlükler konu Gazze’de katledilen on binler olduğunda askıya alındı, hatta Filistin için eylemlere katılanlar Almanya’dan sınır dışı edilmeye başlandı, Filistin yanlısı görüş bildiren düşünürlerin toplum önünde konuşmaları dahi yasaklanır hâle geldi.
Türkiye’de olduğu gibi Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde faşistlerin iktidara giderek yaklaştığı AB’de de emekçilerin eşitlik, özgürlük ve adalet arayışları, ancak emekçilerin öncülük ettiği demokratik mücadelelerle yükseltilebilir. Çünkü tutarlı bir demokrasi mücadelesini ancak emekçiler yürütebilir.
Gözaltında işkence ve cinsel saldırı iddiası

19 Mart’tan itibaren binlerce genç, anayasal haklarının gasp edilmesine karşı sokağa çıkarak seslerini yükseltti. İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya başta olmak üzere pek çok şehirde günlerce süren eylemler sonucu, kimi gençler ertesi gün evlerinden, kimileri ise doğrudan eylemler sırasında saldırıya uğrayarak gözaltına alındı. Son durumda, 301 (artık 299) genç tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor.
Gözaltına alınan gençlere dair sorgu tutanakları kamuoyuna yansıdıkça, yaşanan hak ihlalleri de görünür oldu. Bu tutanaklara göre bir genç kadın gözaltında cinsel tacize uğradı, çok sayıda genç darp edildi ve çıplak aramaya maruz bırakıldı.
Saraçhane Meydanı’nda kalabalığın dağılmasının ardından, polis plastik mermi ve biber gazıyla gençlere saldırdı. Gençlerin gözaltına işkenceyle alındığı bu anlar kameralara da yansıdı. Olay sırasında genç bir kadın cinsel tacize uğradığını beyan ederek bunu tutanaklara geçirdi. Ancak savcılık bu konuda herhangi bir soruşturma başlatmadı.
Benzer şekilde, protestolar sırasında düzenlenen şafak operasyonlarında çok sayıda genç evlerinden alındı ve gözaltı merkezlerinde çıplak arama dayatmasıyla karşı karşıya kaldı.
İşkence ve kötü muamele, yalnızca bireysel mağduriyetler yaratmaz; toplumun tamamında adalet duygusunu aşındırır, hukukun meşruiyetini sorgulatır. Bugün polis, yalnızca bir güvenlik kurumu olarak değil, iktidarın ideolojik aygıtı olarak işlev görüyor. Protestolara yönelik müdahaleler, cezasızlık kültüründen beslenen bir keyfiliğe dayanıyor. Kolluk kuvvetlerinin sokaktaki öfkeye karşı kullandığı şiddet, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda semboliktir: Yurttaşın hak talebine verilmiş bir gözdağıdır.
Çıplak arama uygulaması, fiziksel sınırların ihlalinden çok daha fazlasıdır; kişiyi kırmaya, bastırmaya ve itaate zorlamaya dönük sistematik bir şiddet biçimidir. Bu uygulama, devletin cinsiyetlendirilmiş tahakkümünün doğrudan bir göstergesidir. İktidarın uzun süredir sürdürdüğü toplumsal cinsiyet düşmanı politikalar, bugün güvenlik güçlerinin gençlerin ve kadınların bedenleri üzerinde kurduğu tahakkümle birleşmiş; bu baskı pratiği bir “cezalandırma yöntemi”ne dönüşmüştür.
Olayların kamuoyuna yansıması üzerine çok sayıda kadın örgütünden ‘’gözaltında cinsel tacizi her gün konuşacağız’’ paylaşımları yapıldı. Sorgu tutanaklarında bahsedilen cinsel tacizi soruşturmayan savcılar ve polis teşkilatı bu konuyu dile getiren ve cinsel tacizi şiddetle reddeden kadınlara soruşturma açmayı tercih etti.
Gözaltında uygulanan çıplak aramaya ve cinsel şiddeti meşrulaştırmaya çalışan her tür iktidar pratiğine karşı durulmalıdır. Sorumluların yargılanması, suçun üstünün örtülmemesi için gözaltında cinsel tacizi her gün konuşmalıyız.
2 Nisan boykotu bakanları seferber etti

Geçtiğimiz hafta sosyal medyada kısa sürede geniş bir yankı bulan 2 Nisan boykotu, yalnızca kullanıcıların değil, çok sayıda siyasi partinin ve iş yerinin de desteğiyle büyüyerek kitlesel bir eyleme dönüştü. On binlerce kişi tarafından paylaşılan çağrıların ardından, boykotun hemen öncesinde AKP’nin “yetkili” bakanları yandaş medya kanallarında canlı yayınlara çıkarak yurttaşı açıkça tehdit etti; seçmenlerini alışveriş yapmaya çağırdı.
Boykot çağrısında bulunan yurttaşlar sosyal medyada “vatan hainliği”yle suçlandı, gözaltı ve tutuklamalarla tehdit edildi. Buna rağmen, halk 2 Nisan günü hiçbir alışveriş yapmayarak ekonomik boykotu hayata geçirdi ve bu tehditlere karşı güçlü bir yanıt verdi.
Ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medyadan çağrı yapan 16 kişi hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “nefret ve ayrımcılık” suçlamalarıyla soruşturma başlattı. Aralarında sanatçıların da bulunduğu bu kişilerden 11’i gözaltına alındı, aynı gün adli kontrolle serbest bırakıldılar.
AKP’ye yakınlığıyla bilinen ve boykot listesinde bulunan Sleepy markasının üretici firması Eruslu Global’de ise bir işçi, boykot paylaşımı yaptığı gerekçesiyle iş yerinden atıldı.
2 Nisan’da halk tüketimi bir günlüğüne tamamen durdururken, İçişleri ve Ticaret bakanları alışveriş yaparak kameralara poz verdi. “Yerli ve millî” marketlerin önünde verdikleri pozlarla, asgari ücretle geçinmeye mahkûm ettikleri halkı alışverişe davet ettiler. Ancak Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın yerli malı diyerek fotoğraf verdiği ürünün aslında İsrail menşeli olduğu kısa sürede ortaya çıktı.
2 Nisan’dan sonra ise boykotun başarılı olup olmadığı tartışma konu edildi. Boykot günü çok sayıda kafenin, AVM’nin kapalı olduğu ve sokakların boş olduğu fotoğraflar sosyal medyada yayılırken, hemen bir gün sonra Anadolu Ajansı kaynaklı bir haberde Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine dayanarak 2 Nisan günü harcamaların iki katına çıkarak 28 milyar liraya ulaştığı iddia edildi.
Ancak birçok araştırmacı gazeteci ve ekonomi yazarı bu verilerin doğruluğunu sorguladı. BKM verilerine bu kadar kısa sürede ulaşmanın mümkün olmadığı belirtilirken, iddia edilen tutarın ocak ve şubat aylarının günlük ortalama banka harcamalarından yaklaşık 16 milyar TL daha düşük olduğu belirtildi. Yandaş medyanın verilerle kamuoyunu manipüle etme çabası açıkça görüldü.
Sokak eylemlerini kriminalize eden, sosyal medya paylaşımlarına soruşturma açan ve boykot gibi basit bir anayasal hakkı bile vatan hainliğiyle suçlayan iktidar, halkın tüketimden gelen gücünü çeşitli yöntemlerle bastırmayı amaçlıyor. Toplumsal muhalefeti dağıtmaya ve birliği zedelemeye çalışıyor. Bu kadar çok sayıda insanın toplu eyleminin kendi iktidarlarına ekonomik bir darbe indirme ihtimalinden, Türkiye kapitalizminin çarkını bir günlüğüne de olsa durdurmasının yaratacağı sonuçlardan ve çok sayıda insanın birlikte hareket ederek toplumsal muhalefeti güçlendirmelerinden ne kadar korktuğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Suriye üzerinde hegemonya savaşları

Türkiye, HTŞ’nin Şam’da iktidarı ele geçirdiği andan itibaren Suriye’de askerî varlığını güçlendirecek, kendisini Suriye’nin koruyucusu konumuna getirecek görüşmeleri yürütüyor. Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin, Suriye’nin coğrafi açıdan merkezi denilebilecek Palmira yakınlarında bulunan T4 hava üssünün kontrolünü alacağı iddiaları gündeme geldi. Bu üs, özellikle hava savunma sistemleriyle Suriye’nin tümünü kontrol edebilecek merkezî bir konuma sahip.
Bu gelişmeye paralel olarak, İsrail Suriye’de hava bombardımanı gerçekleştirdi. Esad’ın düşüşünden itibaren, Suriye’nin askerî kapasitesini yok etmek için tüm stratejik pozisyonlara saldıran İsrail, aynı amaçla Hama ve Humus yakınlarındaki askerî hedeflere yöneldi. Humus yakınlarında vurulan hedef ise T4 hava üssüydü. Uydudan çekilen fotoğraflarda, hava üssünde büyük çukurlar oluştuğu ve üssün kullanılamaz hâle geldiği görüldü.
Henüz ocak ayında, İsrailli yetkililer, Türkiye destekli Suriye’nin, İsrail’in ulusal güvenliğine tehdit oluşturacağını belirtmişti. Türkiye’nin Suriye’de bir hava üssü edinme ihtimaline karşı ise hafta içinde yine İsrailli kaynaklar, aynı görüşü yineledi. Dolayısıyla, gerçekleştirilen hava bombardımanı, Suriye’nin kapasitesini yok etmekle birlikte Türkiye’ye gözdağı verme amacına da sahip. İsrail, güneyde Suriye’deki işgalini genişletirken Türkiye’nin saha dışına itilmesini amaçlıyor; Türkiye de buna Şam’la yürüttüğü diplomasiyle ve askerî anlaşmalarla karşılık vermeye çalışıyor. İsrail’in saldırgan tutumu ve uluslararası kamuoyunun İsrail’e dönük cezasızlık politikası da HTŞ’yi Türkiye’nin kucağına itiyor.
Suriye, Türkiye ile İsrail arasındaki hegemonya mücadelesinin hem askerî hem de siyasi sahası hâline geldi. Kapitalist emperyalist düzenin tüm çelişki ve çatışmalarının yoğunlaştığı Suriye’de sorunlar şimdilik çözülemiyor. Kürtlerin de dahil olduğu anlaşmalar yapılıyor olsa da anlamlı bir ilerleme kaydedilemiyor; Dürzilerin, Alevilerin, Hristiyanların da dahil olduğu bir geçici hükümet açıklansa da bu “vitrin” çalışmaları kimseyi ikna edemiyor; Türkiye’nin ve İsrail’in bölgeye dönük yayılmacı egemenlik hedefleri, bölgeyi daha da istikrarsızlaştırıyor.
Bölgede kendi çıkarları doğrultusunda istikrar sağlamaya çalışan emperyalist güç olan ABD’nin Suriye’de tüm güçleri İran’a karşı konumlandırma amacıyla yürüttüğü diplomasi de hem bu tip bölgesel çatışmalara takılıyor hem de Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölge ülkeleri İran’a karşı doğrudan bir savaşın içinde bulunmak istemiyor. Arap Emirlikleri, Umman ve Kuveyt kendi ülkelerindeki üsler kullanılarak İran’ın vurulmaması için ABD’yi uyardı. ABD’nin Yemenli Husileri vurmasından memnun olsa da Suudilerin pozisyonu da İran konusunda benzer. Buna alternatif olarak Hint Okyanusu’nun ortasında bulunan Diego Garcia üssüne yığınak yapan ABD, şüphesiz bu durumdan memnun değil. Suriye’deki dağınık güçleri İran karşıtı bir cephe hâline getirmeye çalışırken bölgede İran karşıtlığıyla bilinen Körfez ülkelerinin de olası bir savaşta kendisi için ne kadar güvenilir olacağı şüpheli.
Bu denklemde, Suriye’de de Orta Doğu’nun tümünde de barışın ve politik istikrarın sağlanmasının yolu uluslararası diplomasi oyunları değil, mezhepçi ve ırkçı politikalar yürüten egemenlere karşı halkların vereceği ortak mücadelenin güçlenmesidir.
Trump’ın gümrük tarifeleri “özgür dünya”nın sonu

Trump yönetiminin en başından beri getireceğini tüm dünyaya duyurduğu gümrük vergileri, tarifeler, 2 Nisan’da yürürlüğe girdi. Müttefik ya da düşman ayırt etmeksizin her ülkeye farklı oranlarda uygulanan tarifeler sonrasında ABD’de borsa çakıldı, ABD ekonomisinde 2.5 trilyon dolara yakın kayıp yaşandı.
Düzenlemeye göre, her ülkeye en az yüzde 10 olarak uygulanan vergiler, ülkelere göre artabiliyor. Türkiye, asgari düzeyde vergilendirilecek, yani yüzde 10; bir başka dost olan İsrail’e de yüzde 17’lik bir vergi koyuldu. Buna karşın Çin’e yüzde 34, Vietnam’a yüzde 46, Laos’a yüzde 48 gibi fahiş vergiler uygulanacak; Avrupa Birliği’ne uygulanacak vergi oranı ise yüzde 20. Avrupalı siyasi liderler cevaben uygulanacak bir gümrük politikasını tartışırken Çin, tüm ABD ürünlerinin aynı oranda (yüzde 34) vergilendirileceğini duyurdu.
Küresel ticarette daralma riskini artıran ve bunun emarelerini güçlü bir şekilde ortaya çıkaran Trump’ın gümrük politikaları, Amerikan çıkarlarını öncelemeyi amaçlarken ticaret savaşlarını yükseltecektir. Küresel daralmaya etkisi bağlamında, örneğin Alman otomobil endüstrisinin zaten kriz içindeki durumunu daha da kötüleştireceği öngörülebilir. Aynı zamanda bu politikalar, tek bir dünya pazarı hedefine dayanan serbest ticaret döneminin sonuna gelindiğine işaret ediyor. Artık büyük bölgeleri içine almaktan ziyade ülkeler arasında ikili ya da bölgesel anlaşmaların ticarette giderek daha fazla ağırlık kazanması muhtemel. Antikomünist bir liderle başlayan, ABD’nin dünyaya özgürlük rüzgârlarını getireceğini vadederek açtığı serbest ticaret dönemi, böylece faşist bir ABD lideriyle son bulabilir.
Gümrük politikalarının bir diğer boyutu da ABD’nin ticareti siyasi bir sopa olarak kullanması. Birçok ülke için ABD, ihracat için önemli bir partner. Dolayısıyla ABD, kendisine ihracatı sürdürmek isteyen ülkelerden politik birtakım taleplerde bulunabilir, bu talepler gerçekleştiğinde gümrük tarifelerini o ülke için düşürebilir. Ancak bu strateji geri tepebilir. ABD dışında bir emperyalist kutup olan Avrupa Birliği (AB), kendi gümrük politikaları ile yeni bir ticaret politikası belirleyebilir. Dahası, Türkiye vergilerden pek etkilenmeyecek gibi dursa da, AB ile Türkiye bu süreçte ticari olarak daha da yakınlaşabilir, zaten sıkı olan ticari ilişkiler daha da güçlenebilir. Yani ABD’nin askerî politikası nasıl Türkiye ile AB’yi yakınlaştırma ihtimalini doğurduysa, aynı durum ticarette de geçerli olabilir.
Aynı zamanda Trump’ın “Make America Great Again” (Amerika’yı yeniden büyük yap) mottosuyla uyumlu olacak şekilde ABD’nin sanayi kapasitesinin artırılması ve yeni istihdam olanaklarının yaratılması amacı da söz konusu. Ancak ABD’nin vergileri kendisini vurabilir. ABD, ithalatın yoğun olduğu bir ülke ve neoliberal politikalar doğrultusunda sanayi altyapısı da Trump’ın işaret ettiği Amerikan Rüyası’nın ortaya çıktığı yirminci yüzyıl ortasındaki gibi değil. İthalatın düştüğü, tüketim mallarının azaldığı bir durumda bunun ABD ekonomisine ciddi etkileri olacaktır. Sanayi kapasitesini geliştirecek bir politika önermeden, yalnızca “haraç keserek” refah yaratılamayacağı da açık.
Trump’ın politikaları ABD işçi sınıfı için iddia ettiği istihdamı ve refahı getirmeyecek, daha büyük yıkımı getirecek ve yoksulluğu artıracaktır. Özetle, ABD’de yeni dönemin ekonomik ve toplumsal politikaları sonucunda uluslararası ilişkilerde değişimler beklenebileceği gibi, Amerikan toplumunda da isyan dinamiklerinin güçleneceği iddia edilebilir.
Kılavuz’da bu hafta

Direniş dersleri ve 12 yıldır “alttan alanlar” – Mustafa Cihat Fidan
Siyaset arenasından sesleri duyulmayan yüz binlerce genç, sözlerini söyleyebilecekleri bir siyaset alanı olması umuduyla sokağa sarıldı, birçok genç arkadaşımız hayatında ilk defa polis şiddeti ve devletin gerçek yüzü ile tanıştı.
Görünen o ki, yüz binlerce genç arkadaşımız, ilk sokak direnişi deneyimlerinden maalesef elle tutulur bir kazanımla çıkamayacak olsa da iktidarı köşeye sıkıştıran bir direniş gösterdi. Bu yazının mahiyeti de bu tespit üzerine şekillenecektir.

ODTÜ direnişine içeriden bir bakış: Bireysel özgürlük yalan(mış) – Taylan Akarsu
İlk günden itibaren istisnasız her gün toplanan ODTÜ’lü öğrenciler, eylemlerin ülke çapında yankı bulmasına önemli bir katkı sağladılar. Bu sonuç, eylemlerin belki de en büyük kazanımı oldu. Eylemlerin, öğrenci kitlelerini ve toplumu etkilemek dışında, bir diğer kazanımı da öğrencilerin “dayak arsızı” olmadığını, haksızlık karşısında ses çıkarma reflekslerinin hâlâ var olduğunu tüm halka göstermek oldu. Bu eylemlerin daha da derinine inildiğinde ve öğrencilerin davranışı daha detaylı incelendiğinde, ortaya çıkan bir başka olgu da şu: Evet, öğrenciler ses çıkarmak konusunda tedirgin değil, ancak hayatları boyunca yalnızca AKP iktidarına maruz kalmak, onların politik görüşlerini aşındırıcı bir etkiye sahip.

Gençliğin devrimci dinamizmi üzerine – Sinan Köksal
Anadolu coğrafyası ve Mezopotamya, tarih boyunca sınıf mücadelelerinin yoğun olarak yaşandığı, eşitsizliklere karşı ortak direnişlerin örgütlendiği bir coğrafyadır. Şeyh Bedreddin’den Pir Sultan’a, Paramazlardan Deniz, Mahir ve İbolara kadar direniş çizgisi bu topraklara mayasını çalmıştır.
Bereketli topraklarda yaşayan ve yönünü her zaman ezilenlerden yana çizen devrimci bir mirasın evlatlarıyız. Bugün, bir ay öncekinden çok daha umutluyuz çünkü gençlik ayakta ve AKP’ye direniyor. Önemli olan, bu çizgiyi daha devrimci bir hatta çekebilmek. Görev başına!