Gezi 12 yaşında!

Kılavuz Bülten; haftalık gelişmeleri, gözden kaçanları, emekçilerin gündemlerini yorumluyor ve sizlerle buluşturuyor.

Bu haftanın bülteninde geçtiğimiz haftanın işçi direnişlerinin yanı sıra Gezi’nin 12. yıl dönümü, meclise sunulan yargı paketi, Gazze’de soykırım ve ateşkes ihtimali, Ukrayna-Rusya arasındaki olası görüşmeler ve Bornova’da cezasız kalan kadın cinayeti konu ediliyor. Ayrıca Kılavuz’da bu hafta çıkan yazıları bültende bulabilirsiniz.

Yorum ve önerilerinizi de bizimle paylaşabilir, bültenin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.

Haftanın işçi direnişleri

İstanbul/Beşiktaş – Beşiktaş Belediyesi’nde işçiler, keyfî gerekçelerle işten çıkarıldı. İşten çıkarılmalara karşı işçilerin direnişi devam ediyor.

İstanbul/Tuzla – Kötü çalışma koşullarına karşı örgütlenen işçilerin işten çıkarılmasının ardından çıkarılan TKIS Blinds işçileri, 219 gündür hakları için direniyor.

İzmir/Çiğli – İzmir’de, Çiğli Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıl Haziran ayında işten çıkarılan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası 10 No’lu Şube üyesi kadın işçilerin mücadelesi devam ediyor. Haksız şekilde işlerinden edilen kadınlar, 10 Mayıs’tan beri CHP Genel Merkezi önünde toplanıyorlar.

Kocaeli/Gebze – Petrol-İş’te örgütlü Portakal Plastik ve Porvil Çatı işçileri, insani koşullarda çalışma talebiyle başlattıkları direnişte 24 günü geride bıraktı.

Kocaeli/Dilovası & İzmir/Çiğli OSB – Patronun yüzde 60’lık zam teklifini kabul etmeyen DYO boya fabrikası işçileri, yüzde 117 zam talebiyle iki fabrikada 9 gündür grevde. 2 Haziran’da patron ve işçi temsilcileri arasında yeniden görüşme gerçekleşecek ve grevin devam edip etmeyeceği belli olacak.

Adana & Mersin – Toros Tarım ile Petro-İş arasında gerçekleştirilen görüşmelerde ücret ve sosyal haklar başlıklarında anlaşma sağlanamaması üzerine Toros Tarım işçileri greve çıktı. Yüzde 52 zam dayatmasına karşı yüzde 137 zam talep eden işçiler, 21 Mayıs’tan beri direniyor.

İzmir – İzmir Belediyesi’nde (İzBB) İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Planlama’da çalışan Genel-İş üyesi 23 bin işçi, 29 Mayıs’ta greve çıktı! “Maaş beğenmiyorlar” denilerek CHP’li belediye ve onun medya ağı tarafından kara propagandaya maruz bırakılan işçiler, insanca yaşayabilecekleri ücretler talep ediyorlar. İşçilerin insanca yaşamaya yetecek ücret ve hak talepleri meşrudur. Direnen işçiler kazanacak!

İzmir – Gaziemir’de,  TEKSİF sendikasına üye olan yedi Digel Tekstil işçisinin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 135 gündür sürüyor.

İzmir/Menemen – Amerikalı şirket TPI Composites ile Petrol-İş Sendikası arasında yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri, ücret ve sosyal haklar konularında uzlaşma sağlanamaması nedeniyle grev kararıyla sonuçlandı. İşçiler, 13 Mayıs’tan beri grevde.

İzmir/Dikili – Birleşik Tarım Orman İşçileri Sendikası’na (BTO-SEN) üye olan çoğunluğu kadın Queen Tarım işçilerinin sendikal hakkı patron tarafından gasp ediliyor, sendikanın yetkisi tanınmıyor. Sendikal hakları için mücadele eden Queen Tarım işçileri üç haftadır direniyor!

İzmir/Kemalpaşa – Sendikal örgütlenme haklarını kazanmak için direnen Temel Conta işçileri 173 gündür direniyor.

Kocaeli/Gebze – Birleşik Metal Gebze 1 No’lu şubenin yetki aldığı ERLAU fabrikasında sendikalı işçilerin işten çıkarılmasıyla başlayan direniş 48 gündür sürüyor.

Gezi 12 yaşında!

Türkiye tarihinin en görkemli direnişlerinden biri olan Gezi Direnişi 12 yaşında! Gezi’yi oluşturan milyonlara, Gezi’de düşene, dövüşene selam olsun! Düşledikleri özgür dünyayı kuracağız!

Kızıl Parti, Gezi Direnişi’nin yıl dönümü için sosyal medyada yayınladığı paylaşım şöyleydi:

12 yıl önce milyonlar, Taksim’den başlayarak ülkenin dört bir yanında meydanları doldurdu.

Gezi’de yaklaşık iki haftalığına kurulan yaşam, yeni bir toplumun ve özgür bir yaşamın hem imkânını hem de örneğini sundu. Gezi, savaştığı tüm kötülüğe karşın milyonları dönüştürdü. Yüz binlerce gencin, uğruna mücadele etme isteği duyduğu eşi görülmemiş güzellikte bir deneyimi bizlere sundu.

İyi ki Gezi’deydik! İyi ki Gezi bize mücadelenin ve yeni bir yaşamın nasıl kurulacağının yollarını gösterdi!

İktidar, Gezi’yi mahkûm etmek için Can Atalay, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Özerden tutsak etse de yeni bir ülkeyi kurma iradesi olan Gezi, tutsak edilemedi. Osman Kavala’nın hapsedilmesinin bahanesi yapılan “dış güçlerin komplosu” anlatısı, karşılık bulmadı.

Gezi’nin gençleri bugün, direnişin güzelliklerini bir an olsun unutmadan mücadele etmeye devam ediyor. Gezi’de çocuk olan şimdinin gençleri ise faşist darbe girişimlerine karşı Beyazıt’ta, Boğaziçi’nde; memleketin her köşesinde kendi destanını yazıyor.

Gezi Direnişi sırasında yitirdiğimiz canlarımızın hatıraları hafızamızda hâlâ taze. Anıları önünde saygıyla eğilirken, uğruna yaşamlarını feda ettikleri düşlerini gerçekleştirmek için mücadeleye devam edeceğiz. Ali İsmail’in, Abdocan’ın, Berkin’in, Ethem’in, Medeni Yıldırım’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Ahmet Atakan’ın ve Hasan Ferit Gedik’in anısı devrimci mücadelemizde yaşıyor!

Gezi, Erdoğan iktidarının korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Gençler, aydınlar, oyuncular Gezi bahane edilerek hâlâ tutuklanıyor. Çünkü biliyorlar ki Gezi’de açığa çıkan özgürlük mücadelesi devam ediyor.

Gezi yaşıyor, direniş sürüyor!

Gezi’nin ülkesini kuracağız!

Yargı paketi Kürt sorununun çözümünde beklenen adım mı?

Kürt sorununun çözümü etrafında gelişen yeni süreçte, DEM Parti bu hafta AKP ve MHP ile görüştü. Görüşmenin içeriği, DEM Parti’nin açıklamalarına göre, bölgedeki gelişmeler değerlendirildi. Ayrıca, sürecin ilerlemesi adına iktidar tarafından atılması beklenen adımların, hasta tutuklular başta olmak üzere siyasi tutukluların durumuyla ilgili yasal düzenlemelerin ve süreci yönetmek adına mecliste kurulacak bir komisyonun tartışılmasını kapsadı.

Görüşmelerde özellikle yargı ve infaz düzenlemesinin konu edildiği, hem açıklamalarda hem de basına yansıyan haberlerde kendine yer buldu. Paket olarak yapılması planlanan düzenlemeler ise iktidar tarafından meclise sunuldu. Ancak paket, kamuoyunda memnuniyetten çok eleştirileri beraberinde getirdi.

Sunulan yargı paketinde, “caydırıcılık” öne sürülerek cezalar artırılıyor. Yatarı olmayan suç, bu düzenlemeler sonucunda neredeyse kalmıyor, en alt kademeden verilen cezalarda dahi hükümlülerin cezaevine girmesini beraberinde getiriyor. Paketle ilgili tartışmaların en can alıcı noktasıysa elbette siyasi mahkûmlarla ilgili yapılacak düzenlemeler oldu.

Paket, siyasi mahkûmlara dair, yaşlı ve hasta tutuklular haricinde bir düzenlemeyi içermiyor. Hasta tutuklular ile ilgili düzenleme ise, “toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen” tutuklular için öngörülüyor. Yani cezaevi gözlem idarelerinin verdiği raporlarla infazı yakılan yüzlerce mahkûmun mağduriyetine sebep olan keyfî yorumların süreceği görülüyor. Bu düzenleme yasalaşsa dahi, yaşamını cezaevinde ve yalnız başına sürdüremeyecek durumda olan tutsaklar, “terör” bahanesiyle hâlâ hapsedilmeye devam edilebilecek.

İktidarın hiçbir iyi niyet göstermediğine bir başka kanıt da “Covid tahliyeleri” olarak bilinen kapsamın bu pakette, Kürt siyaseti temsilcileri çokça dillendirse de kendine yer bulamaması oldu. Covid tahliyeleri, pandemi döneminde cezaevlerindeki insan sayısını düşürmek için yapılan düzenlemeydi. 31 Temmuz 2023 öncesinde suç işleyen ancak hükmü kesinleşmeyenlerin denetimli serbestlikten yararlanmasını kapsıyordu. Ancak “terör suçları”, bu kapsam dışında bırakılmıştı. Meclise sunulan yargı paketinde bu düzenleme, “FETÖ’den hüküm giyenler de yararlanabilir” denilerek yine gündeme alınmadı. Böylece, “örgüt propagandası yapmak” gibi keyfî gerekçelerle cezaevinde tutulan hükmü kesinleşmemiş politik tutukluların tutsaklıkları devam edecek.

Meclise sunulan yargı paketi, Kürt sorununun çözümüne yönelik iktidar tarafından hiçbir olumlu adım atılmadığının kanıtı oldu. Süreç, demokratik kamuoyu tarafından sahiplenilmesine, PKK fesih kongresini düzenlemesine rağmen, iktidar tarafından tıkanıyor çünkü egemenler çözüm değil, itaat istiyor. Sürecin ilerlememesi durumunda sorumluluk, demokratik reformların gündemleştirilmesi yönünde hiçbir olumlu adım atmayan, hatta “terör” lafını dahi hâlâ ağzından düşürmeyen iktidarda olacaktır.

Gazze’de soykırım ve yeni bir ateşkes ihtimali

İsrail, insani yardımların Gazze’ye girişini uzun süredir engelleyen bir ablukada ısrar ediyor. Müttefiklerinin dahi tepki gösterdiği bu soykırımcı tutum, tüm tepkileri “antisiyonist” diye etiketlenerek devam ediyor. İnsani yardımın Hamas tarafından ele geçirildiği bahanesiyle bu girişlere izin verilmezken, sözde çözüm olarak İsrail ve ABD tarafından kurulan Gazze İnsani Yardım Vakfı (Gaza Humanitarian Foundation) (GİYV) aracılığıyla insani yardım, bizzat soykırımcı İsrail ve onun destekçisi ABD tarafından bir silaha dönüştürülüyor.

GİYH, Gazze’de insani yardımı İsrail’in tekelinde kurma ve Gazzelileri Gazze’den sürme planının bir parçası. Ayrıca İsrail, sözde insani yardımın organizatörü olarak iki yıla yakın süredir devam ettirdiği soykırımı aklamak derdinde. Vakfın kurulmasıyla birlikte, Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere herhangi bir kurumun düzenlediği insani yardım kampanyası, Gazze’ye vakıf tarafından ulaştırılacak. Böylelikle insani yardımın içeriğine ve biçimine soykırımcı İsrail karar verebilecek. İnsani yardım, her an keyfî şekilde kesilebilecek bir silah olarak kullanılacak.

Vakıfla birlikte kurulan planın vahşiliği, bununla da sınırlı kalmıyor. Plana göre, Gazzeliler, yardıma ulaşmak için GİYH tarafından kurulan dört “güvenli dağıtım noktasından” birisine gitmek zorunda. Bu noktaların hiçbiri Gazze’nin kuzeyinde değil. Böylelikle, yardıma ulaşmak zorunda olan Gazzeliler, işgal edilen ve insansızlaştırılması hedeflenen Gazze’nin kuzeyinden sürülmek isteniyor. Bu sayede İsrail, soykırıma uğrattığı Filistinlilere insani yardım sağlarken onları yerinden etme planını da bu yolla aklamayı amaçlıyor. Planın insani krizi derinleştireceği ise, Refah yakınında bulunan bir dağıtım noktasına yığılan binlerce Filistinlinin içine düştüğü izdiham ve onlara İsrail güçleri tarafından açılan ateş ile açıkça görülüyor.

Hiçbir insani ölçüte uymayan soykırımcı şiddet devam ederken, ABD’nin Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından önerilen ateşkes teklifi gündeme geldi. Hamas teklife olumlu yaklaşırken İsrail tarafı da teklifi kabul ettiğini açıkladı. Ateşkes teklifi, basına yansıyan bilgilere göre önceki ateşkes anlaşmasından farklı değil. Yani teklif; 60 günlük bir çatışmasızlık sürecinde esirlerin salınmasını, Hamas ve İsrail arasında İsrail birliklerinin Gazze’den çekilmesini ve kalıcı barış görüşmelerinin başlatılması için bir takvim oluşturulmasını öneriyor.

Önceki ateşkes anlaşması benzer olsa da anlaşma, İsrail tarafından bozulmuştu çünkü Hamas’la masaya oturmak, çatışmasızlık gibi faktörler, bizzat bu soykırımın üzerine inşa edilen Netanyahu hükümetinin, siyonistler tarafından topa tutulmasına sebep oldu. Ateşkes ve barış; varlığını, yürüttüğü soykırım üzerinden gerekçelendiren İsrail tarafından istenmiyor. Hamas, İsrail’in anlaşmaya uyacağının garanti edilmesi hâlinde esirlerin salınmasıyla sürece başlayabileceklerini ilan ediyor. Gazze’de İsrail, yarattığı vahşete rağmen, soykırıma başlarken ilan ettiği hedeflere hâlâ ulaşamıyor ve sonuçta köküne kibrit suyu dökeceğini ilan ettiği Hamas’la masaya oturmak zorunda kalıyor. Yeni ateşkes süreci, ABD kontrolünde başlasa dahi ilerlemesi, İsrail’in azgın saldırganlığının dizginlenebilmesine bağlı. İsrail’in müttefiklerinin ise onu durdurmaya, naif kınamaların haricinde niyeti var gibi görünmüyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda müzakere sinyalleri yeniden verilmeye başlandı

2022 yılında başlayan ve son bir yılda devam ettirilmesinin her iki taraf için de anlamını yitirdiği, kazananı olmayan bir savaşa dönüşen Rusya-Ukrayna Savaşı’nda ateşkese dair açıklamalar yeniden yapılmaya başlandı. Ukrayna’nın Avrupa Birliği ve ABD ile yakınlaşması, NATO üyeliği ihtimalinin ciddiyet kazanmasıyla birlikte bu cephenin karşısında konumlanan Rusya’nın verdiği bir yanıt olarak başlayan savaş, ABD’nin ve NATO’nun askerî yayılmacılığını durdurma ve Ukrayna’nın olası NATO üyeliğiyle, NATO’nun Rusya’nın sınırlarına dayanması ihtimali üzerinden şekillendi.

Ukrayna’nın bir bölümünün Rusya tarafından işgal edilmesiyle başlayan savaş, AB ve ABD’nin Ukrayna’ya askerî destek sağlamasıyla devam etti. Bu süreçte, Rusya’nın politik üstünlüğüne karşı küresel ölçekte yoğun bir kara propaganda yürütüldü. Öte yandan, Rusya cephesi ise savaşın, emperyalist yayılmacılığa karşı başlatıldığını öne sürdü. Ancak savaşın başından bu yana toprak kazanımını açıkça hedeflemesi, Rusya’nın da emperyal amaçlarının olduğunu ortaya koydu.

Güncel durumda, özellikle Trump yönetimiyle birlikte, ABD’nin Ukrayna’ya verdiği destek ciddi oranda zayıflamış durumda. Savaşın başında, ABD ve AB emperyalizminin, “önlerinde hiçbir gücün duramayacağı” yönündeki özgüvenli çıkışları, savaşın üçüncü yılına girilirken yerini Ukrayna’nın değerli madenlerine el koymaya yönelik girişimlere bırakmış durumda. Biden hükümetinin NATO’nun istikrarını sağlamak ve Batı emperyalizmini konsolide etmek amacıyla Ukrayna’ya yaptığı 65 milyar doları aşan askerî yardımlar iç siyaseti de etkiledi. Bu ve beraberinde Ukrayna’ya akıtılan milyarlarca dolar fon ve silah, savaşın kazanılması için yeterli olmadı. Küresel ölçekte artan bölüşüm şoku ve ekonomik bunalım ortamında savaşa ayrılan kaynaklar giderek daha fazla sorgulanır hâle geldi.

2025 yılının başında göreve başlayan Trump ise, seçim sürecinde eleştirdiği bu politikayı hükümete geçtikten sonra adım adım uygulamaya başladı. Ukrayna’ya yapılan harcamaların karşılığında ülkenin değerli madenlerini ele geçireceği sözleşmeyi Zelensky’ye imzalattı ve Rusya ile ekonomik yakınlaşma sinyalleri verdi.

Rusya tarafında ise savaşın moral üstünlüğü kısmen korunuyor. Ancak Suriye’de Esad’ın devrilmesinin ardından Rusya’nın Orta Doğu’dan çekilmesi, ülke içinde savaşın yarattığı bıkkınlık ve tüm dünyada yürütülen kara propagandanın etkisi Rusya açısından zorluklar yaratıyor.

Her iki tarafın da savaşı bitirmek için nedenleri olsa da, müzakerelerden bir sonuç alınamamasının nedenleri de açık. Rusya, kazandığı toprakların bir kısmını elinde tutmak ve Ukrayna’nın NATO’ya üye olmamasını, tarafsız bir hatta kalmasını istiyor. Ukrayna ise toprak kaybını kabul etmemekte ve tarafsız kalmayı reddetmekte ısrar ediyor.

ABD ile ilişkileri zayıflayan AB, Ukrayna’ya desteğini sürdürse de bu desteğin Ukrayna’nın kazanmasına yetmeyeceği anlaşılıyor. Bu durum, AB’yi pasif ve etkisiz bir pozisyonda bırakıyor.

Üç yıldır süren savaş, birçok dersle birlikte devam ediyor. Emperyalistlerin, çıkarlar değiştiğinde Ukrayna’ya yönelik tavırlarının değişmesi, burjuva siyasetinde politik tutarlılığın ve omurgalı hareketin nasıl mümkün olmadığını gösteriyor. NATO’nun, AB’nin ve ABD’nin desteğiyle kazanılacağı varsayılan bir savaşta, Ukrayna’nın topraklarına ve kaynaklarına bizzat Batılı emperyalistler tarafından el konulması dikkat çekiyor. Emperyalist güçler, geçmişte olduğu gibi bugün de devletleri yalnızca nasıl daha fazla sömürebileceklerinin ve nasıl kendilerine bağımlı hâle getirebileceklerinin hesabını yapıyor.

Ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan erkek hakkında beraat kararı

İzmir’in Bornova ilçesinde, 2022 yılında, Duygu Bölükbaş, Emre T. ile birlikte yaşadığı evinde asılı hâlde ölü bulundu.  Emre T. ve halası S.T., verdikleri ifadelerde Bölükbaş’ın intihar ettiğini ileri sürdü. Yürütülen soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi’nin hazırladığı raporda, Duygu Bölükbaş’ın tırnakları ve tişörtünde Emre T’ye ait DNA örnekleri tespit edildi. Bunun üzerine Emre T., 22 Mart 2024’te gözaltına alındı.

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Emre T. hakkında “kadına karşı kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. Halası S.T. için ise “yalan tanıklık” suçlamasıyla dört yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. İddianame, İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek yargılama süreci başlatılmıştı.

Yürütülen davada, hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen Emre T. hakkında, mahkeme başkanı “vicdani kanaat” kulanarak beraat kararı verdi.

Mahkeme heyeti, Bölükbaş’ın asılı olduğu yer ile zemin arasındaki mesafeyi dikkate alarak Duygu Bölükbaş’ın başka biri tarafından oraya asılmasının mümkün olmadığı kanaatine vardıklarını açıkladı. 112 acil çağrıları ve telefon incelemeleri de değerlendirilerek, Emre T. hakkında kesin ve şüpheden uzak delil bulunamadığı gerekçesiyle “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi doğrultusunda beraat kararı verildiği ifade edildi.

Hukukta hâkimin “vicdani kanaati” delillere ve duruşmada ortaya çıkan maddi gerçekliğe dayanması gerekirken kadın cinayetleri söz konusu olduğunda kararların her seferinde fail erkeği korumaya dönük verilmesinin bir tesadüf sonucu olmadığı ortadadır. Katledilen kadının yaşam biçimi, ilişkisi, ruhsal durumu gibi faktörlere farklı anlamlar yüklenerek; fail erkeğin kılık kıyafetine değin taraflı yorumların tamamı bu “vicdani kanaatin” nasıl işlediğini kanıtlar nitelikte.

Kadın cinayetlerinin büyük bölümü evin içi gibi özel alanlarda, tanıksız, iz bırakmamaya yönelik planlamalarla gerçekleşir. Fail genellikle yakın ilişki içinde olunan erkek (eş, sevgili, eski partner) olur. Dolayısıyla delil üretme, tanık bulma gibi süreçlerde zorluk yaşanması kaçınılmazdır. Bu durum, şüphe durumunda failin lehine işleyen sistemin kadınların aleyhine işlediği bir düzen kuruyor.

Adli tıp raporlarında failin DNA’sı çıkıyor, ölen kadının yakınları adalet bekliyor, failin çelişkili beyanları var ama “kesin delil yok” diye dava düşüyor ya da beraat kararı çıkıyor. Bu “şüpheyi” doğuran sadece olayın karmaşıklığı mı, yoksa erkek failin toplumsal ayrıcalıkları mı?

Kılavuz’da bu hafta

Basavaraju neden önemliydi? – Sinan Köksal

Paramiliter Güçler ve Hint polisinin ortak yürüttüğü operasyonun temel amacı, Naxalistleri ortadan kaldırmak ve maden kaynakları üzerindeki sömürüyü derinleştirmektir. Bu operasyon ve devamındaki Kagar Operasyonu’nda, toplamda on binlerce devlet destekli silahlı güç sahaya sürülmüştür. Hindistan devletinin “Naksalizmi otadan kaldırma” stratejisi kapsamında yürüttüğü operasyonlar elbette komünist hareketin belirli dönemlerde geri çekilmesine, kayıplar vermesine yol açmaktadır, ancak Hindistan hükümetinin her “Naxalizm bitti” açıklamasından sonra Naxalistler, buna hızlı bir şekilde cevap vermişlerdir.

Kitle bağlarının çok kuvvetli olması, hareketin askerî operasyonlarla bitirilememesinin temel sebebidir. HKP (Maoist) Genel Sekreteri Basavaraju’nun ölümü, komünist hareketin büyük bir kaybıdır ancak ezilen halk ve inançlara mensup binlerce komünist için verdiği mücadele ve yazdığı yazılar yol gösterici olacaktır. Partinin ilk genel sekreteri Charu Mazumdar’ın polis tarafından işkencede katledilmesinden sonra da Naxalist isyan bitmemiş, mücadele kararlılıkla devam etmiştir.

Emekçi mahallelerinde çürümenin örgütlü hâli – Görkem Şimşek

Devletin ve sermayenin birlikte inşa ettiği, yoksul gençleri çürüten bu düzene karşı verilecek mücadele sadece çetelere değil, aynı zamanda, hatta daha çok, onların arkasındaki siyasal ve ekonomik akla yönelmelidir. Bu yaklaşım, devrimci bir öznenin ve örgütlülüğün yeniden inşasını zorunlu kılar.

Sorun derindir, çünkü düzenin kendisi örgütlüdür. Çözüm de o derinlikte, o örgütlülükte aranmalıdır. Mahalleyi, sokakları, tribünleri ve zihinleri teslim almaya çalışanlara karşı verilecek yanıt, alternatif bir toplumsal düzenin örgütlü gövdesi olmalıdır. Şimdi görev, bu mücadeleyi bulunduğumuz her yerde büyütmektir.

Total
0
Shares
Önceki makale

Emekçi mahallelerinde çürümenin örgütlü hâli

Sonraki makale

Bir grevin anatomisi

İlgili Gönderiler
Devamını oku

İzmir grevi ve muhalefetin işçi düşmanlığı

İzmir grevi; emekçiler, emekten yana siyaset üretenler ve emekten yana konum alan tüm toplum kesimleri için öğretici bir süreçti. Buradan alınacak ders, işçi sınıfı adına siyaset üretme iddiasında olanların düzen cephesi dışında bir alternatifi örmek için çabalarını yoğunlaştırmaları gerektiğidir.